Türkiye, seçim dönemlerine girdi.
Bir yıl içerisinde, Türkiye’nin kaderinin belirleneceği üç önemli seçim yapılacak.
Birincisi, hemen 30 Mart’ta gerçekleştirilecek yerel seçimler.
İkincisi, yıl sonunda yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi.
Üç ve sonuncusu ise, 2015 yılı içerisinde ki genel seçim..
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük önder Atatürk’ün çizdiği Ulusal sınırlar içerisinde yaşayan herkesi, dahası, 0’dan en yaşlı vatandaşımıza kadar her bireyi yakından ilgilendiren bu seçimleri önemsememezlik yapamayız, yapmamalıyız.
Atatürk’ün önderliğinde, 1919 yalında Kurtuluş savaşıyla başlayan Milli mücadele, 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, 1923’de Cumhuriyet’in kurulmasıyla taçlandırıldı. Milli mücadele daha sonra bir biri ardına gerçekleştirilen devrimlerle tamamlandı.
İkinci bir Milli mücadele daha yoktur.
Türkiye, son 12 yıl içerisinde çok önemli bir dönemden geçti. 1950’li yıllarda başlayan gericileşme, daha sonraki dönemlerde ki Hükümetler zamanında gelişti.. Son 12 yılda ise tehlikeli boyutlara ulaştı.
İleri demokrasi aldatmalarıyla, Türkiye’de eskiye dönüş başlatıldı.
Ulusal Bayramlar tıraşlanarak göstermelik kutlamalar yaşama geçirildi.
Eğitim sistemi yerle bir edilerek İmam Hatip Liselerinin önü açıldı. Cumhuriyet düşmanlarına itibar iadesi gündeme taşındı. Hatta, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra kapatılan Medreselerin açılması tartışılır duruma getirilerek Din Devleti’nin önü açılmış oldu.
Kamu kurumlarında ve okullarda türban serbest bırakıldı. Okullarda serbest giysi dönemi başlatıldı. Andımız kaldırıldı.
Cumhuriyet dönemiyle hesaplaşma, öç alma, Atatürk İlke ve devrimlerinin yok edilme çabalarıyla tabelalardan TC kaldırılmaya başlandı..
Olmayan Kürt sorunu ortaya atılarak sevr antlaşmasının yeniden hortlatma çabaları sonucu özerkliğin önü açıldı.
Emperyalist ABD ve okyanus ötesindeki bir zatın çabalarıyla Türk Ordusu itibarsızlaştırıldı, terör örgütü durumuna düşürüldü ve Atatürkçüler, Yurtseverler sahte delillerle oluşturulan suçlamalarla Ergenekoncu, balyozcu diye Silivri ve diğer zindanlara atıldı... Buna karşılık, şimdilerde İmralı sakini olarak adlandırılan bir kişiyle masaya oturulup, bir çok konuda ödün verilerek Anayasa suçu işlendi..
Hukuk yerle bir edildi, zaafa uğratıldı ve Yürütmenin etkisi altına alındı. Adalet sistemi yara aldı..
İnternet yasası çıkartılarak bilişime sansür getirildi. Twitter engellendi.
Suçsuz Yurtseverler 10 yıl, 20 yıl, hatta müebbet hapis cezaları alarak zindanlarla çürümeye devam ederken, yolsuzluk, rüşvet iddialarıyla yapılan operasyonlar sonucu yakalananlar salıverildi.
Devletin üst düzey yetkilileri ve çocukları hakkında çıkan ses kayıtları, ne yazık ki kumpas, montaj ve dublaj olarak yorumlandı. Yolsuzluklar ön plana çıkması gerekirken, 12 yıl birlikte, el ele ve kol kola beraber yürüdükleri, çok şey verdikleri Cemaati, sıra kendilerine gelince terör örgütü olarak ilan ederek, demogojilerle ‘suçu’ örtme yolu tercih edildi..
Burada bir konuya parantez açmakta yarar var. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün eleştirirken bugün kucak açarken, Hükümetin, 12 yıl gecikmeyle de olsa, sıra kendilerine gelince Cemaate savaş açmasını geç kalmış ve yerinde bir hareket olarak görülmeli. Bu, Türkiye’nin akciğerlerinin ve damarlarının temizlenmesi olarak görülmelidir. Ana muhalefet partisi CHP dahil herkes destek vermelidir. Ama, bu kırıp dökerek değil.hukuk içerisinde gerçekleştirilmelidir.
Basın kuruluşları etkisizleştirildi, sindirildi. Basın kuruluşlarının satışı için havuzlar oluşturuldu.. Hiçbir dönemde görülmedik şekilde yandaş basın türetildi..
Gezi olaylarında 8 kişi yaşamını yitirdi. Onlarca kişi gözünü kaybetti. Binlerce kişi yaralandı. Geziye destek verenlere baskı uygulandı.
Bakanlar hakkındaki fezlekelerin Meclise geldiği önce saklandı, ardından, CHP’nin çağrısıyla gerçekleştirilen olağanüstü toplantıda okutulmayarak, yerel seçimlerde oy kaybı korkusuyla, hem Meclis denetiminden kaçırıldı, hem de halktın bilgilendirilmesi önlendi…
Artık, sözün bittiği yerdeyiz.
Geri dönüşü olmayan bir yoldayız.
Antidemokratik uygulamalara halkımız sandık başına giderek dur demeli.
Bu nedenlerle, bir yıl içerisinde yapılacak ve Türkiye’nin kaderinin, çocuklarımızın, Ulusumuzun geleceğinin belirleneceği seçimler; Demokrasinin yeniden filizlenerek boy atacağı, seçimler olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin korunması, Atatürk İlke ve Devrimlerinin sürdürülebilmesi, hukukun üstünlüğünün korunması, zindanların boşaltılması, son çıkartılan ve çıkartılacak yasalarla hızla Hitler döneminde olduğu gibi dikta yönetimine doğru yol alınmasının önüne geçilebilmesi, bu seçimlerden geçmektedir..
Karanlık bir Türkiye yerine çağdaş, özgürlükçü, demokratik bir Türkiye’de yaşamak için herkesin sandık başına koşması ve oyunu kullanması bir Yurtseverlik görevidir. Hangi partiye oy verecekseniz verin, ama mutlaka sandık başına gidin.
Zaman, yeni Osmanlılık sevdasıyla 2023’ü hedef gösterenlere sandık başında yanıt verme zamanıdır.
Çağrım, Atatürk’ün Cumhuriyet’i emanet ettiği gençliğedir.
Çağrım, Yurtseverlere, Cumhuriyet sevdalılarına, devrimlere sahip çıkmak isteyenlere.
Çağrım, yıllarca vurdumduymazlık sonucu sandığa gitmeyen, oy kullanmayan, güzel Yurdumuzun bu duruma gelmesine dolaylıda olsa katkı sağlayan Sosyal Demokratlara, Devrimcilere, Atatürkçülere, işçilere, köylülere, öğretmenlere, kamu kurumu çalışanlarına, tüm Dünya’da barış isteyenleredir.
Çağrım, Türk halkınadır..
Sandık, demokrasiyse, herkes bu demokratik, yurtseverlik görevini yerine getirmelidir.
O zaman, 30 Kasım’da haydi sandık başına..