Öncelikle şunun altını çizmekte yarar var; Uğur İbrahim Altay ve Hasan Kılca Başkanlarla Sedirlerin yıldızı parlıyor, Sedirlerin “albenisi” daha da artıyor ve Sedirler geleneklerinden kopmuyor, ama medeniyete de “hayır” demiyor…
Benim çocukluğumun ve gençliğimin Sedirlerinin yerinde yeller esse de, Sedirlerin adı yetiyor…
Yani, cami yıkılsa da mihrap yerinde.
xxx
Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay’ın kendi sosyal medya hesabından yaptığı “Sedirler Köprülü kavşağımızı tamamladık, alt geçitten sonra üst kısmından da trafik akışı başladı” paylaşımını görünce, Sedirler damarım kalktı, hem dünün, hem de bugünün Sedirlerini yazmak şart oldu…
Hele de o resimleri görünce, harbiden çok duygulandım…
Çünkü, Sedirler çevre yoluna yapılan alt ve üst geçitlerinin bulunduğu yerlerde küçük kanallar vardı ve biz çocukluğumuzda, o su kanallarına küçük balıklar yakalardık…
O bölgede, hem Sedirler hem de Işgalaman sakinlerinin, daha doğrusu ova köylülerinin inekleri ve camızları otlardı…
Bizim çocukluğumuz da “aslım” derdik…
“Aslım” ne demekse!
Uğur Başkanın Sedirler paylaşımı, açık konuşmak gerekirse çok hoşuma gitti ve mutlu oldum…
İçerisinde “Sedirler” geçen her cümle benim için çok kıymetlidir…
Gözümüzü orada açtık, okuma-yazmayı orada öğrendik, ilk sevdayı orada yaşadık, ilk kavgayı orada yaptık…
“Kavga” deyince alkıma ilkokul diplomamdaki resmim geldi…
Bir gün öncesi okul çıkışı kavga etmiş ve Mustafa Sarıyıldız diye sınıf arkadaşımın vurduğu kafa ile sağ gözüm balon gibi şişmişti…
Ertesi günü de okula fotoğrafçı geldi, diplomalarımızda kullanmak için, kara tahtanın önünde vesikalık resimlerimizi çekti…
Dolayısıyla Sedirler’i unutmam mümkün değil…
Her ne kadar eski Sedirler olmasa da ismi heyecanlandırıyor beni.
xxx
Ne zaman kendi evimizin de olduğu Sedirleri veya sokaklarını dolaşsam, hüzünlenir çok çok eskilere giderim…
Bildiğim ve tanıdığım insanların dışında, “kim bilir kimler yaşadı bu evlerde, bu sokaklarda” diye düşünür ve çocukluğum gelir gözlerimin önüne…
Kimler, kimleri bekledi pencerelerin ardında, kimler kapıların önünde yer minderlerini atarak, hem demli çayların, hem de bol kahkahalı sohbetlerin dibine vurdular…
Kimler, köşe başlarında ya da çeşme başlarında platonik aşklarını görmenin, dermansız hastalığıyla ağaç oldular…
Kimler, hangi hayalleri kurarak, mahalle düğünlerinde sevdiği ile göz göze gelmenin utangaçlığı ile başlarını önlerine eğdi…
Kimler, sevdiğinin siluetini görebilmek için, gecenin karanlığını, sabahın aydınlığı ile buluşturdu!
Mesela o sokaklarda hangi aşklar yaşandı?
Hangi düğünler, hangi ölümler, hangi doğumlar…
Örneğin ben…
Annemden dinlemiştim, mahallenin “Kara Elmas” lakaplı ebesi doğurtmuş beni…
Tabii ki diğer kardeşlerimi de…
Ve mahallenin hemen hemen tümünü…
Bizi aklımız ermeye başladığında, Elmas Ebe’nin beli hafif bükülmüş, yüzü kırışmış, yaşı Kemale ermişti…
Okula giderken görürdük kendisini…
Kapının önüne oturur, gelen geçenle sohbet eder, belki de müşteri beklerdi…
Kim bilir…
Yaşasaydı Elmas Ebe, paraya para demezdi…
Niye mi?
Suriyelilerden dolayı…
Çünkü, hiç durmadan çocuk yapıyor Suriyeli kardeşlerimiz!
xxx
Mahallemizin ustaları vardı mesela…
Çeşmecisi, marangozu, sıvacısı, sobacısı, terzisi, tamircisi…
Her meslekten ustalardı…
Hiç unutmam mesela…
Mahallemizde Çarkçıların “Deli Memet” lakaplı marangoz ustası vardı…
İki oğlundan birisi Konya’nın en ünlü oto boyacısı Hüsnü Çarkçıgil, diğeri de yine tanınmış, şehrin aranan sıvacı ustalarından Osman Çarkçıgil…
Dedem, rahmetli Marangoz ustası “Deli Mehmet”i çok severdi…
Sedirlerdeki evlerin kapı-pencere işleri Mehmet Amcaya yaptırılırdı…
Dolayısıyla da dedemin vazgeçilmezlerinden birisiydi…
Allah rahmet eylesin şakacı ve nükteden bir adamdı…
Kurşun kalemi kulağının arkasından, sigarasını da ağzından eksik etmezdi…
Kendisi gibi Marangoz olan Nalçacı Ali’ye şakayla karışık, “böyle ev yapacağına, eli-yüzü düzgün bir çocuk yap” diye takılırmış…
“Çocuk” dediği de, benim doğumdan günümüze kadar, hiç ayrılmadığımız ya da ayrı kalmadığımız Yaşar…
Yaşar, o kadar da çirkin bir çocuk değildi, ama Çarkçıların Deli Mehmet Amca, Nalçacıların Marangoz Ali Ağayı kızdırmak için kurardı bu cümleyi…
Mehmet Amcanın evinin bulunduğu bölge, üzüm bağları ve erik-kayısı gibi meyve ağaçlarının bolca olduğu bağlık, bahçelik bir yerdi…
Okuldan firar ettiğimiz zamanlar, erik ağaçlarının sık olduğu bu korulukta saklanır, mevsimin meyvelerinden nasiplenirdik…
Mehmet Amcanın hanımı Emine teyze, elinde sopayla gelir, bizi oradan kovalardı…
Daha doğrusu, meyvelere zarar veren kargalar gibi, erik-kayısı-elma ağaçlarının bulunduğu bahçelerinden bizi uzaklaştırmak için avazı çıktığı kadar bağırırdı…
Şimdi mi?
6’şar, 7’şer katlı beton yığınına dönüştürüldü, o güzelim bağlar bahçeler…
Sedirler de yeşili sadece Aliyenler ve Kağnıcılar mezarlığında görüyor insanlar…
Her yer beton, her yer bina olmuş!
Mesela Durmuş Hoca vardı…
Tatillerde yatmak yok, mutlaka kuran kurslarına gönderirlerdi aile büyükleri…
Sert adamdı Durmuş Hoca…
Duaları, bazen tatlı diliyle, bazen dayakla da olsa öğretirdi…
Yaşıyorsa Allah uzun ömür versin…
İyi adamdı.
xxx
Farkındayım…
Biraz uzattım…
Bugünlük bitirelim…
Ama, yazılacak o kadar çok şey var ki…
Mesela, Rıfat Hastürk, ben, Mustafa Savanç hiç üşenmeden Sedirler’den Dolav’a, yani Asanlı Kışlaya Seyfettin Sucu’nun “karşı köyden davul sesi geliyor” türküsünü dinlemeye giderdik…
Miço Mustafa (Saldı) abinin kahvesine…
Güzel günlerdi.
Bunun gibi bir kamyon dolusu yaşanmışlıklar…
Sırası geldikçe yazmak lazım…
Sözümüz sağlığa.
YORUMLAR