Çocukluğumuz da argo tabirle biraz “fırlama”ydık…
Tabii ki ilkokul dönemlerinde…
O yaşlarda bizim olmazsa olmazımız top oynamaktı…
Matematik, Türkçe, Hayat Bilgisi, Resim gibi dersler bize büyük külfetti…
O derslerde hiç gözümüz olmadı…
Ama, Beden Eğitimi oldu mu, aklımız başımızdan, bizler de sınıftan firar ederdik adeta…
65’li yılların Sedirler, bugünlerin İstiklal İlkokulunda…
Okulda haylazdık, mahallede daha da haylazdık…
Bizim mahallede iki bakkal vardı…
Birisi Sütçü sokağında, evimizin karşısında Hayıroğlulu Mehmet Amca, diğeri de Çataloğlu caminin yanında bulunan “Tekgöz” namıyla mağrur, İbrahim amcaydı…
Mehmet Amcayı yıllar önce, İbrahim Amcayı da yakınlarda kaybettik…
Her ikisine de Allah’tan rahmet diliyorum…
Güzel adamlardı…
Mehmet Amca, biraz daha sert görünümlü, suratı sirke satanlardan, İbrahim Amca ise biraz daha mülayim olanlardan…
Mahallemizin yaşayanları renkli insanlardı…
Ovalısı dağlısı, doğulusu batılısı, hacısı hocası, zengini fakiri, Nazım Hikmet’in “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” dediği gibiydi bizim mahalle…
Gün boyu yalınayak, başıkabak sokaklardaydık…
Laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten de çıplak ayakla ve sıfır numara kabak kafalarla geçti çocukluğumuz…
Mutluyduk ama…
Bizim sokağın tek bakkalı Mehmet Amca, dükkanından çok fazla çıkmazdı…
Müşteriyi kapının önünde değil, içeride karşılardı…
Tekgöz İbrahim Amca öyle değildi mesela…
Bakkal dükkanı ile evi bitişikti…
Yaz-Kış fark etmez dükkanın karşısına atar tahta sandalyesini, yerde müşteri, havada da “yat” yani yolunu şaşıran kuşları beklerdi…
Sosyalleştiği tek şey ev kuşlarıydı…
Kümesinde hemen hemen hepsi taklacı olan kuşları barındırır, besler, onları uçururdu…
Hele de bir “yat” yakalarsa, o gün milyonluk satış yapmış kadar sevinirdi…
İbrahim Amcanın “tekgöz”lülüğü, gözünün birinin kısık olmasından kaynaklıydı…
Ama, o bunu dert etmezdi…
Bizim mahallede hemen hemen herkesin bir lakabı olurdu…
Sadece çocukların değil, büyüklerimiz de daha çok isimleri ile değil, lakapları ile anılırlardı…
Tekgöz İbrahim, Kılbiber Rukiye, Hafız Memet, Solakların Sülüman, Baykuş Aliağa, Çarkçıların Marangoz Deli Memet, Dino Memet, Çomo, Bahtı Kara, Arap Kadir, Ciğerci Halil, Uzun Fazo ve daha niceleri…
Bunların içerisinde bizim sülalenin Kara Seyit Eniştesi vardı ki, efsane bir adamdı…
Ve dünyanın en güzel yemek yiyen insanıydı Kara Seyit Enişte…
Bu insanların Hepsi toplum tarafından kabul görmüş, hoş görüyle karşılanmış hepsi bu durumdan şikayetçi olmamış mahalle sakinleriydiler…
Bu insanlar lakaplarından ötürü gerçekten rahatsızlık duymazlardı…
Aslında lakabı öyle ilginç olanlar var ki, şu anda değil, ama bir gün gözümü karartıp mutlaka yazacağım…
Tekrar Tekgöz İbrahim Amcaya gelirsek; sandalyesini atmış oturuyorsa bakkal dükkanının karşısına ve sırtı duvarda, başı da yukarıdaysa anlardık ki, kuşları havada…
Bizim için şenlik başlardı…
Tekgöz İbrahim Amcanın kafası hep havada kuşlarda olurdu, dolayısıyla da dükkanıyla fazla ilgisi olmazdı…
Allah rahmet eylesin bizim mahalleden Sarı Mustafa, Tekgöz İbrahim Amcayı kandırmakta pek mahirdi…
100 metreden bağırır, “İpramaaa, havada yat var, koş kuşları kaldır” diye ortalığı velveleye verir, İbrahim amca ise yerinden fırlar, evin cümle kapısını tekmeyle açar, kuşları kaldırır ve başı havada yat, yani kuş arardı…
Dükkanı unuturdu!
Biz mi?
Bakkala dalar, sakız leblebi, nane, şeker ne varsa yürütürdük…
Bunu zaman zaman tekrarlamaya yeltensek de, Tekgöz yemezdi ve gallavi bir “s…in” çekerdi…
Büyüyüp, elimiz iş tutunca da Tekgöz İbrahim Amcaya yürüttüklerimizden fazlasını verdik.
xxx
Mahalleden birisini sormak için, çocukluğumuzu, gençliğimizi, olgunluğumuzu birlikte geçirdiğim Yaşar’ı aradım…
Kapı komşumuz olan ve benim asla vazgeçemeyeceğim Yaşar’ı…
Madem yazıyorsun, madem konu Sedirler’den, Sütçü Sokağından açıldı, insan iki satır da “Takavit Ahmet’ten bahseder” dedi…
Allah rahmet eylesin Takavit Ahmet, bizim Sütçü sokağının ağır abisi, gençliğini İzmir’in bitirimhanelerinde tüketmiş, gündüz külahlı, gece silahlı, mahallenin girenini çıkanını BBG evi gibi gözetler, aykırı bir durum sezerse anında müdahale ederdi…
Keyifçiydi!
Kimsenin parasında pulunda, ırzında namusunda olmadığı gibi, ayrıca da bunların bekçiliğini yapardı…
Aslında kitap gibi okunacak bir adam...
Sadece bir anımızı paylaşmak isterim…
80’li yılların kış gecelerinin birinde Takavit Ahmet’in kerpiçten yapılı bekar evinde toplandık, mahallenin yoldan çıkmaya meyilli namzetleri ile!
Sohbet ediyoruz, bu arada onlar yiyor içiyor vs…
Bir ara Takavit’in gözü bana ilişti, “emmioğlu sofrada sana ikram edecek bir şeyimiz yok, ama saf oğlu saf Bozkır pekmezim var, içersen getiriyim” dedi…
“Getir içerim” dedim…
Pekmezi bana şişesiyle verdi, nefes almadan bir şişe pekmezi yarıya getirdim…
O orada kafası dumanlı olan Takavit, bir şişeye baktı, bir bana baktı ve “ver lan dinine yandığım, o benim bir kışlık pekmezim, limonata içer gibi pekmez mi içilir” diyerek, şişeye bir sarılışı vardı ki, denize düşenin yılana sarıldığı gibi…
Bizim mahalle, yani Sütçü sokağı güzel hayatların yaşandığı bir mahalleydi…
Halen Diyarbakır Valisi olan Ali İhsan Su, Sütçü sokağının evladıdır…
Konya’nın sanayi devi Savaşanlar da Sütçü sokağı sakinlerinden…
Mesela Kürt Aliağanın oğlu Terzi Sadık abi vardı…
Mahallenin güzel giyinenlerindendi…
Nalçacılar, Kelamlar ve ismini sayamadığım bir çok güzel aile Sütçü sokağından şehrin ve ülkenin farklı yerlerinde ay yıldızlı bayrağın altında yaşamlarını sürdürüyorlar…
Güzel mahalleydi vesselam…
Şimdi mi?
Son olarak Yaşar da terk etti Sütçü sokağını.
YORUMLAR