Dünyada az görülen değil, hiç görülmeyen ve ilk defa ülkemizde yaşanan bir afeti, bedenimizin bütün hücrelerinde hissediyoruz…
Bu deprem, ne 1939’daki Erzincan depremine benziyor ne de 1999’daki Gölcük depremine…
Tek bir şehrimizi değil, 11 şehrimizi yerle bir etti…
Erzincan ve Gölcük depremleri tek bir merkezde olduğu için, yardım konusunda, devlet ve vatandaşlar nereye ulaşacakları konusunda zorlanmadılar…
Bu deprem öyle değil işte…
Bilmiyorum ama, sanırım yüzlerce ilçe, ve köy yeryüzünden silindi…
“Yollar” derseniz, kağıt gibi yırtıldı...
İnsanların, daha doğrusu ülkenin dört bir yanından giden yardımların hedefe ulaşması daha da zorlaştı!
Yardımların ulaşması için yollar değil, dağlar aşılmak zorunda.
xxx
Deprem başka bir gerçekle daha yüzleşmemize vesile oldu…
Koca koca binalar karton gibi yırtıldı, yerle bir oldu…
İnsanların mezarı oldu, bu kartondan binalar!
“Deprem öldürmez, bina öldürür” diyorlar ya, o karton binaları yapanlara diyecek bir sözünüz ya da sözümüz olmayacak mı?
Çakma müteahhitlere yani!
Eline üç kuruş geçince, kendisini “Mimar Sinan” zannedenlere!..
Deprem değil, insanlar öldürüyor!
Bir binayı yaparken, daha çok kazanma adına, bütün malzemelerden, yani kumundan, demirinden, çimentosundan, şusundan, busundan çalan ve insanları öldüren kim ya da kimler?
7,7 şiddetindeki deprem mi, yoksa o binaları yapan müteahhitler mi?
Sahiden kim?
Söyleyeyim ben; deprem değil, insanlar öldürüyor insanları!
Yukarıda yazdıklarım, elbette hepsi için geçerli değil…
Hırsız ve katillerden bahsediyorum!
Kendisini kurtaranlara, “annemi de kurtarın” diye yalvaran, o çocuğun, anasının, babasının hesabını kime soracağız?
Ya da vefat etmiş çocuğunun elini sıkı sıkı tutan babanın, içindeki yangınların, depremlerin hesabını kim verecek?
Söylesenize kim verecek ya da kime soracağız?
Depremin kendisine mi soracağız!
Kimin kapısını çalacağız?
Yoksa acılar dinince unutacak mıyız?
Asla.
xxx
Ateş düştüğü yeri yakıyor…
Mümkün mü, kışın en şiddetli günlerinde anasını, babasını, kardeşini, çocuğunu kaybeden binlerce insanın acısını aynen ya da birebir yaşamak…
İmkanı var mı, enkazın altında kalanları kurtarmanın çabasını veren kurtarma ekiplerinin yaşadıklarını yaşamak…
Öyle bir deprem ki, Maraş, Malatya, Adıyaman, Adana, Gaziantep, Osmaniye, Hatay-Antakya, Diyarbakır, Elazığ, Şanlıurfa ve Kilis, yerle bir olmuş, taş üstünde taş kalmamış!
1939 Erzincan depreminden sonraki en büyük depremle karşı karşıya kalmış ülkemiz…
Kıyamet gibi bir şey…
Hayatlarını kaybedenlerle, yaralananlar bir tarafa, ellerini göğüslerine vura vura ağlayanların sesi ile ambülans ve itfaiye sirenlerinin sesi bir birine karışmışken, sıcacık evlerinde, televizyon karşısında sıcacık çaylarını yudumlayan, o müteahhitlere, içtikleri çayları ve kahveleri yudum yudum zehir zıkkım olsun…
Şunu da es geçmemek lazım; bu binalara “oturulabilir” izni ya da raporu verenlere de yedikleri her lokma zehir olsun…
Ne dememi bekliyordunuz, “helal olsun mu” diyecektim binlerce insanın katillerine!
Bir şey daha diyeceğim…
Binlerce insana mezar olan, bu binaları yapanlara, satanlara, oturulur raporu ve izni verenlere, kim, nasıl hesap soracak?
Diyeceksiniz ki, “önce şu cenazeyi bir kaldıralım.”
Eyvallah…
Ama, unutmayalım…
Sakın ha.
xxx
Artçılar devam ediyor…
Maraş, Adıyaman, Hatay, Malatya ve diğer şehirlerimiz, durmadan 7.7’nin artçıları ile sallanıyor…
O insanlar acı içinde kıvranırken, benim burada hiçbir şey olmamış gibi, yaşamam mümkün değil…
O insanların dertleri ile dertlenmezsem, zaten insan değilim…
Benim gibi düşünmeyenler olabilir…
Kendilerini bağlar…
Beni bağlamaz, ama insan gibi görünüp, ama insanlıkla uzaktan yakından alakası olmayan, fırsatçılara, fesatçılara, münafıklara da sessiz kalamam…
Kalmadığım gibi de, deliriyorum…
Nasıl delirmeyeyim?
Lafımı da esirgemeden söylüyorum zaten…
Benim lafım; Dünya Savaşı’nın Çanakkale cephesinde 275 kiloluk top mermisini sırtlayan Seyit Onbaşı gibi yiğitlere değil, köy yanarken, saçını tarayan orospulara!
Bir hafta önce 100 liralık battaniyeyi, bugün 200 liraya satanları da tarih asla unutmayacak…
Tabii ki yağmacıları da…
Şu da önemli; enkazdan çıkanlarla, yakınlarını kaybedenlere yiyecek ve giyecek kadar kıymetli olan psikolojik destek de verilmeli…
Çünkü, kendi kendilerine bu travmayı atlatmaları kolay değil…
Ve bir şey daha…
Allah, bu milletin yardımcısı olsun…
Diyeceklerim bu kadar!
xxx
NOT: Deprem bölgelerine herkes gücünün yettiğince yardım elini uzatıyor…
Başta Konya Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, Atiker, AYD, Konyaspor, sanayiciler, iş adamları, Ertan Soğancı’nın Nalçacı grubu ve ismini sayamadığım binlerce insan yardımda yarışıyorlar…
Bunlardan birisi de kendi imkanları ile Hatay’a giden Eyüp Azman ve arkadaşları…
Ülkemin ve şehrimin duyarlı gençleri, bir ton tavuk döner ve iki dönerci ustası ile 3’te 2’si yok olan Hatay’da hem depremzedelere, hem de kurtarma ekiplerine destek oluyorlar…
Aslında bu çocuklara ve Nalçacı grubuna daha iyi hizmet etmeleri için destek verilebilir mi?
Verilebilir, çünkü kendi gücüm orantısında yanlarında oldum, sizlerde olabilirsiniz.
YORUMLAR