Çaresizlik gerçekten çok zormuş…
Bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum, şu ahir ömrümde…
İnsanı sıkan, boğazlayan, yumruklayan, hüngür hüngür ağlatıp sızlatan ve tamamen yalnızlaştıran bir durum…
Zahide Abla, Mustafa, Emine ve Hanifi gurbette ne kadar yalnızlar ve ne kadar çaresizlerse, buradakiler de, yani bizlerde en az onlar kadar yalnız ve çaresiziz…
Çok zormuş gerçekten…
Gitmek istiyor, gidemiyorsun…
Uzanmak istiyorsun, uzanamıyorsun…
Sarılmak istiyorsun, sarılamıyorsun…
Görmek istiyorsun, göremiyorsun…
Ağıtlar yakmak istiyorsun, yakamıyorsun…
Derde deva olmak istiyorsun, olamıyorsun…
Ama olmuyor…
Elimiz kolumuz bağlı…
Dünyanın düzenini değiştiren illet bir hastalık, mesafeleri daha da derinleştiriyor, ne bir ileri, ne de bir geri adım atamıyorsunuz…
“Keşke o değil de ben gitseydim” dediğin, can değil, candan da öte dünya yakışıklısı bir ağabeyine son görevini yapamamak, namazını kılamamak, salından tutamamak, mezarına toprak atamamak büyük bir çaresizlik, tarifi mümkün olmayan bir acı değil de ne?
xxx
Şu anda çaresizliğin kitabını yazsak neye yarar?
Gerçek olan şu; ateş düştüğü yeri yakıyor…
Zahide Ablanın ve çocukların acısını ne hafifletebilir ki?
Cemal Süreyya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum. Yıkadılar, aldılar, götürdüler. Babamdan ummazdım bunu kör oldum” dediği gibi…
İbrahim’in, Nezahat’ın, Emine’nin, Mustafa’nın ve Hanifi’nin durumu bu…
Gözlerinde fer kalmadı çocukların…
Bir tarafta “dağ” gibi bir babayı kaybetmişler, ona mı yansınlar, bir tarafta binlerce sevenleri olmasına rağmen hak etmedikleri yapayalnızlıklarına mı?
Sahi neye yansın bu çocuklar?
xxx
PEKOZ
Kendisine neden “Pekoz” denildiğini bilmiyorum, merak edip sormadım…
Benim için lakabı değil, abiliği, adamlığı, dürüstlüğü, samimiyeti, hoşgörüsü ve derde deva olması çok daha önemliydi…
Hısımlığı, akrabalığı, komşuluğu, dostluğu ve en önemlisi de ailenin büyüğü olması hasebiyle, bizim rol modelimiz, yol göstericimizdi…
Tabi ki ömrünün çoğunu birlikte geçirdiği Zahide Ablayla birlikte…
Mehmet Abiyle tanışmamız neredeyse yarım asra dayanır…
Bunun ilk on yılı kelamsız, geri kalan 40 yılı ise hem kelamlı, hem selamlı hem de can cana geçti…
Seksenli yılların başlarında, yani 12 Eylül ihtilalinin tazeliğini koruduğu günlerde göz göze geldik, selamlaştık, kelamlaştık, birbirimize olan sevgi ve saygı tohumlarının ilk adımlarını attık…
Ortak noktamız tabi ki futboldu…
Ben tıfıl bir spor muhabiriyken Mehmet Abinin Etbalıkspor ve Şekerspor’da maçlarını takip ederdim…
Bu dediğim seksenli yıllardan önce…
O dönemin modası uzun saçlardı…
Mehmet Abinin saçları hem uzun, hem de kıvırcıktı…
12 Eylül ihtilalinin tazeliğini koruduğu günlerde Yeni Meram gazetesi olarak bir futbol turnuvası düzenledik…
Rahmetli Şenyurt Abi ile kolları sıvadık…
İnanılmaz bir turnuva oldu…
70’e yakın takım katıldı…
Bu takımlardan birisi de Eskigarajspor’du…
Ben de bu takımın oyuncularından birisiydim…
Lisanslı oyuncuların yanı sıra lisanssızlar da vardı…
Bizim takım, yani Eskigarajspor üçüncü olmuştu…
Turnuva yaklaşık bir ay filan sürmüştü…
Mehmet Abi, bizim takımın en tecrübelisi ve takım kaptanıydı…
Abartmıyorum görsel olarak profesyonel bir takım gibiydik…
80’li yıllarda stada 302 otobüsle giderdik…
Malzemelerimizin bugünkü profesyonel takımların giydiği malzemelerden fazlası vardı, eksiği yoktu…
Bize sahada ne yapmamız, nerede durmamız noktasında telkinlerde bulunur, özellikle Maltepe Hasan’ın vurdumduymaz ve umursamaz tavırlarına delirirdi…
Böyle başlamıştı Abi-kardeşliğimiz…
Anlayacağınız 40 yıldır, ne o bize sevgisini esirgedi, ne de biz kendisine saygıdan ve sevgiden yana cimrilik yaptık…
Konumlarımız ne olursa olsun, Mehmet Abiye saygımızı da, sevgimizi de hissettirdik.
Xxx
En büyük tutkusu futboldu…
Futbola olan bağımlılığını, hikayelerle zenginleştirir ve bunları bizlerle paylaşırken, daha doğrusu anlatırken büyük bir keyif alırdı…
Keyif aldığı şeylerin başında yemekli futbol sohbetler gelirdi…
Tadı damağımızda kalırdı…
Yaptığı çiğ köftelerin tadının damağımızda kaldığı gibi…
Özellikle Konyaspor genç takımında oynarken, Baba Köse’nin kafile başkanlığı yaptığı bir İstanbul deplasmanı var ki, onu anlatırken gözlerimizden yaşlar gelirdi…
Her gittiği ya da girdiği meclise pozitif enerjisini verirdi...
Öyle bir özelliği de vardı…
Bu dünya için harbiden çok fazla iyi bir adamdı…
Çok doğal, bir o kadar renkli bir adamdı Mehmet Abi..
Kim ne derse desin, bizim ve onu yakından tanıyanlar için bir devir kapandı.
xxx
Ve…
Dün toprağa verildi Mehmet Abi…
Gitti yani…
Giderken de bir ömrü götürdü…
Acıları, kederleri, üzüntüleri, sevinçleri, bayramları, seyranları, daha doğrusu yaşama dair ne varsa hepsini götürdü…
Hem de bu kubbede hoş bir seda bırakarak…
Cenazesinde bulunamadık, ama Mehmet Abinin toprağa verilişini film izler gibi izledik…
Hem de çaresizce…
Allah onu çok sevdi ki yanına aldı…
İnşallah Cennettedir…
Çünkü, bu dünyada Cennetlik işler yaptı, Cennetlik izler bıraktı…
Seni asla unutmayacağız ailemizin çok kıymetlisi.
YORUMLAR