Olmaz mı!
1997 yılı...
Yani postallıların astığı astık, kestiği kestik bir dönemdi...
Başta Çevik Bir olmak üzere, Genelkurmay'ın sözcüsü Erol Özkasnak, Konya'da ise Garnizon komutanı M. Kenzi Suner...
Kırmızı görmüş boğa gibi Müslümanlara saldırıyorlardı!
Genelkurmay'da Medya ile ilgili işleri yürüten Erol Özkasnak'tı...
Türkiye'deki bütün mesleki kuruluşlara, yani Gazeteciler Cemiyetlerine ayar veriyordu...
O dönem de, Konya Gazeteciler Cemiyeti'nde Uğur Özteke Başkan, ben Genel Sekreter olarak görev yapıyordum...
Uğur Özteke, Ankara İHA'da önemli bir konumdaydı...
Uzatmayayım...
Kenzi Suner, İl Müftülüğüne ziyarete gelmiş, o zaman ki Merhaba'nın Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Aslan, askerlerin müftülüğe geldiğini görünce, Ramazan Sorgun'a, “git resim çek” diye emir vermişti...
Ramazan Sorgun o dönemde spor muhabiri...
Askerlerin resmini çekmeye çalışırken, kendisine sert müdahaleler de bulunulmuş, elinden makinesi alınmış, daha da ileri gitmişler kendisini tartaklamışlardı...
Bir gazetecinin tartaklanması, elinden makinesinin alınması, başta Mustafa Aslan olmak üzere, gazete çalışanları olarak bizleri, inanılmaz rahatsız etmişti...
Merhaba Gazetesi'nin ismi bile M. Kenzi Suner Paşa’yı acayip rahatsız ediyordu...
Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri sıfatıyla bir kınama yayınlamamız gerektiğini, o dönem görev yapan arkadaşlarımıza uygun bir lisanla anlatmış, ama karşılık bulamamıştım...
Çünkü, Konya'da ilk defa bir gazeteci askerler tarafından darp ediliyor, elinden makinesi alınıyordu...
Merhaba Gazetesi muhabirleri askeri kışlalara alınmıyordu...
Öyle bir dönemdi...
Bu olaya Konya Gazeteciler Cemiyet olarak sessiz kalmamalıydık...
Yönetimdeki çoğunluk sessiz kalsa da, Başkan Uğur Özteke ile Sabit Horasan destek verdi ve Cemiyet Genel Sekreteri olarak bir kınama yazdım, altına da imzamı attım...
Hatta Uğur Özteke, “Ne yazarsan yaz beraberiz” diyerek yanımda olduğunu göstermişti...
Hakkını yiyemem...
Tabi ki Sabit Abi’nin de...
O kınama yayınlandıktan sonra, Uğur Özteke Ankara'da görev yapması hasabiyle Genelkurmay sözcüsü Tümgeneral Erol Özkasnak tarafından da kendisine ayar verilmişti...
Benim yazdığım kınamayı, o dönem Merhaba Gazetesi ile birlikte 1-2 gazete daha yayınlamıştı...
Kınamayı yazan ve altına imza atan sen misin?
Konya'nın kudretli Garnizon Komutanı Kenzi Paşa, benim 7 sülalemi araştırmış, resmen bana düşman olmuştu...
Ne yazık ki, aramızda 1-2 antenlik yapan gazeteci arkadaş, Kenzi'ye yalakalık olsun diye benimle ilgili birebir ve mektup yoluyla bilgiler vermişlerdi...
Fişlenmiştim yani...
O arkadaşlardan birisi yaşıyor, diğeri de toprak garibi oldu...
Kınamadan sonra Kenzi Paşa'yla 2-3 toplantıda karşılaşmış ve bana bakışları asla dostça olmamıştı...
Bakışlarında “seni elime bir geçirirsem” kindarlığı vardı...
Onun cüzzamlısıydım...
Anlayacağınız, 28 Şubat'ta gazetecilere yönelik psikolojik baskının nasıl uygulandığını bizzat yaşayan ve mağduru olan birisi olarak, özellikle “Kenzi Paşa” denilen o adama hakkımı helal etmiyorum...
Korkmuş muydum?
Asla...
Korksaydım ne o kınamayı yazar ne de altına imzamı atardım.
KONYASPOR MEVZUSU
Kim masum ki?
Sıkıntılı süreci yönetmekte zorlanan, başka akıllara mecbur bırakılan Ahmet Şan ve ekibi mi, Ahmet Şan ve ekibini sürekli taraftarların önüne atan Aykut Kocaman mı, hem yönetime hem de teknik ekibe gereken desteği vermeyen oyuncular mı?
Ya da Konya'nın “Şehrül-Emin”i, yani Belediye Başkanı Tahir Akyürek mi?
Kim?
En masum kişi Tahir Başkan olabilir...
Eyvallah...
Ancak, sitemkarız kendisine...
Sitemimiz, kulüp çalkalanırken, hala tribünde olmasına...
Sitemimiz, çalan tehlike çanlarına rağmen, “Şehrül-Emin”in ortaya çıkmamasına...
Sitemimiz, kulübü, özellikle Ahmet Şan ve yönetimini kaderine terk etmesine...
Çünkü, iş zıvanadan çıktı...
Bilinsin istedim.
*Şehrül-Emin olmak... Bir şehrin güvenilen idarecisi olmak... İdare ederken: Hazreti Ömer gibi adil, Hazreti Ebubekir gibi sadık, Hazreti Ali gibi vefalı ve yiğit olmak... Şehrül-Emin olmak, hissedip, hissedilmektir.