Mevlana’ya sormuşlar; “o kadar okursun, yazarsın, söylersin de ne bilirsin?”
Mevlana’nın cevabı, 800 yıl sonrasında hala gündeme ışık tutar; “Haddimi
bilirim.” Kısaca her şeyi bilmene gerek yok, haddini bil, yeter diyor. Sadi
Şirazi de ekliyor; “ne kadar bilirsen bil, bilmediğin haddinse, hiçsin…”
Şu had meselesi de nereden çıktı? Bu bir ekonomi yazısı… Ekonominin
hadsizlikle ne ilgisi var? Şu ilgisi var; enflasyonun bizzat kendisi, ekonominin
hadsizliği, ahlak bozuculuğu, fiyatların haddi aşması, tüketimin hadden taşması,
piyasanın haddini bilmez hadsizlerle dolup taşmasıdır. Yani enflasyonun hayatın
dengesini bozması ile birlikte hadsizlerin de bir o kadar artması gözünüze
parmak sokar gibi canınızı acıtıyor.
Cehalet, giderilebilirdir… Öğretirsin; geçer. Ama cahilliğinden dahi habersiz
hadsiz için dur durak yoktur ve hiperenflasyonun çürüttüğü iş ahlakı içinde
böylelerinin hem sayısı, hem de cüreti artıyor ne yazık ki… Allah sizi had
bilmez yöneticilerden, ortaklardan, bakanından, bakmayanından korusun…
Krizleri bahane edip imkânı olduğu halde borcunu ödemeyen veya taahhüdünü
yerine getirmeyenlere dair şikâyetler çoğalıyor. Piyasa şartlarını bahane
edip anlaşmalarını çiğnemek, verdiği krediyi geri çağırmak veya benzeri “ahlak
ve etik dışı” davranışlar, bindiği dalı kesmektir.
Fakat temel sorun, iş etiğinin “yavaşlattığı”, etik olmayan rakipler karşısında
“rekabet dezavantajı” oluşturduğu ve “masraflı” olduğu yargısıdır. Öyle ya bir
yandan vergini ödeyecek, çalışanını soymayacak ve müşterini
kazıklamayacaksın. Diğer tarafta kaliteli üretim yapacak, kaliteli hizmet
vereceksin.
Üstelik enflasyonun bu düzeyi ve piyasaların gergin olduğu ortamda, iş etiği ve
“vicdanın” sözü edilmeyecek “zor zamanlar” içinde olduğumuz iddiasında
olanlarımızın sayısı artıyor. Oysa biliyoruz ki serbest piyasa, kural
tanımazlık boyutunda serbestlik ile kriz doğurur, vahşileşir ve çözdüğünden
daha fazla sorun çıkarır.
Yine çarşı pazar, esnaf, zanaatkâr dolaştım. “Etiket değiştirmekten yoruldum,
artık tedarikçiye ‘sen kafana göre değiştir, beni yorma’ diyeninden… “Artık
dükkânıma daha az müşteri uğruyor” yakınmasına kadar her şeyi duyuyorsunuz.
Herkesin ekonomiye dair bir derdi, bir feryadı ve uzun uzun anlatacakları var.
Anlayacağınız bir dokun, bin ah işit durumları.
Peki, nedir bu derdin çaresi? Yine halkın dilinden dökülen ifadelerle aktarayım;
“Bu böyle gitmez, gayri düzen de tutmaz, bu binanın temeli çürüdü bu yükü
kaldırmaz” Aslında bu feryadı, enflasyonu bir diğerine
aktaranlardan ziyade nihai külfeti sırtlayan üreticiden duyar olduk.
Sokağın sesine kulak veriyoruz; “Eski yolda yeni ayakkabıyla
yürüyoruz. Yönetim değişti ama yol aynı.” Yani? Bozulan ekonomiyi kim gelse
onaramaz kanaati giderek zihinlere yerleşiyor. Faiz, döviz, kur, enflasyon, cari
açık, bütçe açığı ve diğer tüm belirsizlikler… Her şeyi yeniden dizayn etmeliyiz.
Yeniden dizayn etmek ne anlama geliyor?
Temel şikâyet; yönetilemeyen ekonominin artık dikiş tutmadığına dair…
Krizlerin yıktığı, adeta deprem enkazını andıran ekonomiyi beyhude gayretle;
restore etmeye, onarmaya, düze çıkarmaya çalışıyoruz. Oysa sorun artık çok
derinde… Tutturabildiğine ekonomi söz konusu…
Tarıma bakın; Dünya, toprağa tohumun yanı sıra bilgi ekedursun, bizim
ajandamızda fındığın taban fiyatı, patlayan silolar, girdi maliyetleri ve her geçen
gün kötüye giden gıda fiyatları var.
Sanayiye bakın: Dünya; derin uzay madenciliği, yapay zekâ, akıllı robotlar, çip
savaşlarını konuşurken biz sanayiciyi daha nasıl
vergilendireceğiz, ihracatçının daha ne kadar kur-parite engeliyle boğuşacağını
konuşuyoruz.
Bu yıl beklenenden zor geçecek. Durum onu gösteriyor. Yoksa sosyal medyada
çıkıp lüksün fakiriyiz. Soğan ekmek yesinler gibi söylemler hiç yerini bulacak
söylemler değil. Böyle sözler ancak hadsizlerin ağzından çıkacaktır. O nedenle
tutturabildiğine ekonomi düzeni nereye kadar gidecek göreceğiz.
YORUMLAR