Bugün altının neresinden tutsak diye düşünürken derinlemesine bir konu olduğu için ucundan kenarından dolanacağız. Altın bir ihtiyaç mı? Sermayenin küreselleşmesi ve son zamanlarda hızla yükselen altın. Küresel ticaretin boyutları salgın hastalıklar ve dünya ekonomisinin geldiği nokta hepsi öyle hızla ilerliyor ki yatırımcılar ve üreticiler hangi kapıdan çıkış yapacaklarını şaşırmış durumda.
Kapitalist sistemin son aşaması olan Küreselleşme tanımlamasının derinine indiğimizde, bunun, yalnızca sermayenin Küreselleşmesi anlamına geldiğini görüyoruz. İlk anda kulağa çok hoş, toplumsal ve insancıl gibi gelen bu terimin ortaya çıkış nedeni bile gerçeği anlamak için yeterli olabiliyor.
Para birimlerinde ülkeler arası farklılıklarının olması ve ekonomik, sosyal, politik gelişmeler doğrultusunda döviz değerlerinin hızla değişmesi, Şirket karlılıklarını olumsuz yönde etkilemeye başlaması, bir de gelişmekte olan ülkelerin birer “ucuz emek cenneti” ve “çevre standartlarının düşük” olma özellikleri eklendiğinde sermeyenin sınır tanıma engelini ortadan kaldırması kolaylaşmıştır.
Yabancı sermayeyi ülkelerine çekebilmek için her türlü tavizi vermeye hazır, en az gelişmiş 3.dünya ülkeleri ile gelişmekte olduğu iddia edilen ülkelerin hükümetleri de zengin doğal kaynakları, ucuz emek, çeşitli yatırım ve vergi teşviklerinden oluşan menüyü gümüş bir tepsi içersinde Ulus Ötesi Şirketlere sunmaktadırlar. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi…
Üretimini aynı anda dünyanın çeşitli bölgelerinde yaparak, farklı maliyetler yakalayan ulus ötesi şirketler satışta da sınır tanımadıkları için karlarını daha kolay maksimize edebilmektedirler.
Ulus ötesi şirketler, gelişmiş ülkelerin belirledikleri üretim sınırlamaları ya da çevresel koşullardan kaynaklanan engelleri de son yıllardaki küresel oluşum ve anlaşmalar ile bölgesel konsorsiyumlar üzerinden kolayca aşabilme gücüne erişmişlerdir. Altın, paranın ticaret aracı olarak kullanılmadığı dönemde bir servet tutma, aynı zamanda da ticaret aracıydı. Ülkelerin zenginlikleri ellerindeki değerli madenlerle ölçülürdü. Piyasada dolaşan altın para miktarı zenginlik göstergesiydi çünkü uluslararası ticarette de altın kullanılıyordu. Tabii kıt oluşu hala geçerli ve bu da yüksek değerindeki en büyük etmenlerden birisidir.
Geçmişte insanlar para için kullanabilecekleri bir element aramışlar demirden para yapmışlar pas tutmuş gümüşten yapmışlar kükürtle temas edip kararmış. Altının ateşle kolay şekil alması ve bozulmaması da ticarette kullanılmasında etken olmuş. Yani bu güne gelene kadar insanlar tüm madenleri incelemiş ve sonunda altın, gümüş, bronz gibi kolay işlenebilen paslanmayan dolayısıyla sonraki yıllara kalabilecek kadar dayanıklı olan madenleri tespit etmiştir. Sonuç olarak bu tespit ettiği madenleri de değerli kabul ederek onlardan sikke (para) dolayısıyla güç üretmiş.
Mevcut sistem çarklarının işleyişi bakımından Altının bir zenginlik, bir varlık olduğunu kabul etmek zorundayız. Ama öyle bir varlık düşünün ki, giderek yoksul ve aç insan sayısı artan dünyamızda zengini daha zengin, güçlüyü daha güçlü yaparken; sömürülen halkların bir çığ gibi büyümesine ve bu arada söz konusu varlığın üretildiği bölgelerde de doğa ve insanın katledilmesine sebep olsun. Kapitalist bir sömürü düzeninde altın’ı bir ihtiyaç, bir zenginlik olarak tanımlayanlar acaba şu çelişkilere nasıl cevap verirlerdi:
Dünyanın en çok altın üretilen ülkeleri arasında bulunan Afrika ülkeleri neden aynı zamanda en yoksul ülkelerdir? Ya da başka bir deyişle'' Altıncı Şirketlerin kasaları, yoksul toplumların zenginliğidir'' demek mümkün müdür?
Dünyamızda on binlerce ton altın stoku bulunduğu halde, gelir dağılımındaki uçurum neden her geçen gün derinleşmekte ve insanlık neden hızla açlığa doğru sürüklenmektedir? Büyük bölümü yalnızca birkaç yüz kişinin(ya da ailenin) elinde hapsolan, paylaşılmayan ve çeşitli yollarla sömürüyü teşvik eden bir değeri, Varlık olarak tanımlamak ne derece doğrudur?
YORUMLAR