Yılın sonuna yaklaşırken, siyasiler yine yeniden ekonomiyi tartışır duruma geldiler. Asgari ücretlinin gözü kulağı açıklanacak zamda ve beklentileri yüksek tutmakta ısrarlı görünüyorlar. Ancak, beklentileri hiç yüksek tutmayın. Muhalefetin asgari ücret 30 bin olursa olur olmazsa biz yokuz söylemleri kısa zamanda bir seçim olmadığından çok da karşılığını bulacağını düşünmüyorum.
Asgari ücretin sıkça tartışıldığı süreçte “artış ne olmalı?” sorgusu üzerinden irdelenen enflasyon, aslında tüm insanlığın sorunu. Değil yalnızca dış dünya, biz de onun pençesinde kıvranıyoruz. Asgari ücretle cebimize girecek olana öylesine odaklandık ki, cebimizden ne çalındığı umurumuzda değil.
2025’te enflasyonu indirebilecekler mi?
Umut etmek istiyoruz fakat kamu kendi eliyle enflasyonu besliyor. Bir yandan kamu zamları diğer yandan TÜİK’in gerçek enflasyonu kamufle gayreti… Oysa antienflasyonist program sözü vardı. Sanayiciler dâhil bizleri tedirgin eden kamu zaafı tam da bu…
Kulislere yakın olanların ağzından çıkan rakam en yüksek verecekleri 22 bin 500 liralık bir maaş öngörüldüğü yönünde. Aslına bakarsanız asgari ücret rakamları tüm ülkenin üzerinde etkisini gösterecek bir düzenlemeyi de beraberinde getiriyor. Asgari ücret eğer 25 bin lira olursa hem enflasyon üzerinde etkisi olacak hem de bugün alım gücü düşen 17 bin liralık maaşa denk gelen bir rakam olmuş olacak. Asgari ücretin toplumun yaşam standardını yükseltmek gibi bir derdi yok. Sadece açlık sınırının altında, ölmeyecek kadar yaşam hakkı vermek gibi bir şey.
Emeklilerin durumu daha da vahim onların durumu Ocak ayında daha da netleşecek. Fakat yine kök maaşa takılanların sayısı oldukça yüksek olacak deniliyor. O nedenle emekli maaşlarından da kimse umutlu değil. Yani yine kök maaş baz alınarak zam yapılma yoluna gidilirse en düşük emekli maaşı 12 bin 500 lirayı almaya devam edecek olanların sayısı oldukça yüksek olacak.
Asgari ücretle geçinenlerin açlık sınırının altında yaşadıklarından söz ederken buna nasıl yorum yapılır bilemiyorum. Sözün bittiği nokta işte tam da burası. Eğer emeklilerin durumunun iyileştirilmesi için Cumhurbaşkanı en düşük emekli maaşını 15 bin yapıyorum derse durum daha farklı olur. Muhalefetin emeklilerin en düşük maaşının 17 bin olması konusunda yaptıkları açıklamalarda iktidara etkisi olursa ortam biraz daha sakinleşecektir. Hemen soracaksınız biliyorum yetecek mi bu maaşlar? Barınma sorununu aşamayan, yüksek ev kiraları altında ezilen halk bu yükü nereye kadar taşıyacak? Tuzu kuru olanların bu durum zaten umurlarında değil.
Enflasyonun istenilen süratte ve istenilen seviyelere gerilemesinin önündeki iki önemli engel olarak görülen gıda ve kirada Merkez Bankası’nın yapabilecekleri sınırlı. Bu konuda merkezi hükümete önemli bir sorumluluk ve rol düşüyor. (Tabii, bu söylediğimden denenip hiçbir işe yaramadığı görülen kira artışını kanunla dondurma yöntemi anlaşılmasın.) Ayrıca gıda ve kira fiyatlarının kontrol edilmesini sadece enflasyonu düşürme amaçlı olarak görmemek gerek. Bunların “reel” olarak geldikleri fiyat seviyeleri hane halklarının alım gücünün çok üzerine çıkmış ve gelirlerinin çok büyük bir kısmını kaplamış vaziyette. (Kısaca ciddi ölçüde fakirleşmiş durumdayız.) Bu durumun bir an önce terse çevrilmesi gerekiyor.
Giderek fakirleşen, alım gücü düşen asgari ücretli ve emeklilerin dışında asıl esas olan işsizlerin oluşturduğu büyük oran. Her ne kadar işsizlik rakamları düştü düşüyor gibi rakamlar açıklansa da durum açıklananın çok daha üstünde ve çözüme de kavuşacak görünmüyor. Hadi gelin siz o insanlara yaşam standardından söz edin. Bu onların canını yakmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Öte yandan çocukların ölümünden ders almayanların bu ülkenin çocukları dururken başka yerlerdeki çocuklar için ah vah yapması, klavye silahşörlüğü yapması hiç çekilir gibi değil. Beş minik beden ev denilmeyecek kadar kötü, hayvan bağlasanız durmayacak bir yerde yaşam savaşı verirken devletin bu duruma bir çözüm bulamaması ne kadar aciz olduğumuzun bir göstergesi. Yangında beş çocuğunu kaybeden bir anneye zamanında yardım elini uzatamayan devletin yaka paça anneyi götürmesi ne kadar doğru. Eğer anne kendini düşünseydi o çocukları devlet korumasına çoktan vermişti. Çözüm bir anneyi çocuklarından ayırmak değil, o annenin çocuklarıyla doğru bir yaşam sürmesini sağlamaktı. Yoksa değil 18 kere gelmek yüz on sekiz kere gelseniz ne değişecek. Mecliste konuşulan annenin doğru yolda olmadığı iması da kimin suçu sormak lazım. Konudan konuya geçiyor gibi oluyoruz ama bu durum herkesin içini acıttığı gibi beni de derinden yaraladı.
YORUMLAR