Uzun zamandan bu yana enflasyonla mücadeleyi konuşuyoruz. Enflasyonla mücadele için acı reçete kaçınılmaz. Sorun bu acı reçetenin kime ya da kimlere yazılacağı. Reçetenin adı ‘acı reçete’ olunca kimse haklı olarak bu reçetede yazılacak ilacı içmek istemiyor. Buraya kadar sorun yok. Ancak sorun enflasyondan en büyük kazanç sağlayanların ya da kazancını enflasyonla beraber ortalama kazanç artışlarının çok üzerinde artıranların bu ilacı içmeyi sabit gelirli ya da en düşük maaşlı kesime layık görmeleri.
Tartışmanın fitilini aslında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ateşlemişti. Asgari ücrete yapılacak zammın hedeflenen enflasyona göre yapılması gerektiğini ilk o ifade etti. Çokça da tartışıldı. Ücret bir maliyet unsuru mudur? Evet. Ancak toplumun en az kazanan kesiminin ücretinin enflasyonla mücadele adına hedeflenen enflasyon kadar artırılması her şeyden önce adil değildir. Çünkü zaten yapılan maaş zamları yaşanan enflasyonun telafisi.
Ülkemizde çalışanların büyük bir yüzdesinin asgari ücretli ve açlık sınırının altında yaşadığını düşündüğünüzde bütün bu yapılanları anlamakta güçlük çekiyorsunuz. Neden? Diye sormadan edemiyorsunuz. Doğrudur, ücretler mali bir külfettir fakat bunu külfet olarak görmekten öte çalışmanın karşılığını ödemek olarak görürseniz külfet olmaktan çıkar. Fakat ülkemizin birincil sorunu enflasyon olarak görülse de, enflasyonla at başı koşan en büyük sorunumuz işsizlik. Her seçim döneminde önemli vaatlerle seçmenin karşısına çıkan politikacıların işsizlik kendilerine dokunmadığı zaman anlayabilecekleri bir konu olmanın çok ötesine geçti.
İşsizlik öyle bir hal aldı ki; gençlerin eğitimlisi veya eğitimsizi, teknik eleman veya ara eleman oluşları hiç dikkate alınmaksızın işsizlik boyunlarına dolanmış yağlı urgan gibi nefeslerini kesiyor. Ne yapsalar da para kazansalar derdinden hangi iş olsa yaparım durumuna düştükleri bir dönemdeyiz. Öte yandan artık gençler küçük paralarla borsada günübirlik al-satçılık yaparak ihtiyaçlarını gidermeye çalışır oldular. Artık borsada gençlerin varlığından söz edilir oldu. Öte yandan emekli olup geçimini sağlayamayan emeklilerin de çalışmak için değişik alanlarda kendilerine yer bulmaya çalıştıklarını görüyorsunuz. Çünkü gerçekten hayat artık altından kalkılamaz bir ağırlığı toplumun omuzlarına yükledi. Onlar da iş yaşamında edindikleri tecrübeleri, çalışacakları yeni iş alanlarında gençlere aktarmak ve yaşamlarını sürdürebilmek için gelir elde etmek istiyorlar. Bu da onların en tabi hakları. Gerçekten artık yaşam standartları gibi bir konuyu dahi tartışamaz duruma geldik. Çünkü ölmeyecek kadar yaşayabilmenin çabasını verenlerin sayısı giderek artıyor. Üstelik eğer hastanelere işiniz düşmüşse o zaman durum daha felaket. Sağlıkta çağ atladık, doktora şiddet derken, aslında halkın devletten sağlık anlamında da gereken hizmeti alamadığına şahit oluyorsunuz. Dedim ya işsizlik çok önemli bir sorun ve siz paranız varsa yaşam hakkınızı koruyabiliyorsunuz. Vay ki ne vay halimize!..
İşsizliğe genel anlamda gelin hep birlikte bakalım. Bakınız kimler için işsizlik ney miş?..
İşsizlik, bir siyasetçi için “en büyük sorun” olarak tanımlanabilir. Ancak önceliği değilse, popülist bir söylemden öteye geçemez.
Ekonomi bürokratı için işsizlik, bir istatistikten başka bir şey olmayabilir. Kendisi işsiz kalmadığı sürece, bu istatistiğin, “makul ölçülere indirilmesini” pekâlâ söyleyebilir.
Kamu güvenliği açısından işsizlik, suç potansiyeli anlamına gelir ki kaybedecek bir şeyi kalmamış insanların bir süre sonra toplumsal bomba haline geldiğini bilirler.
İşi olanlar için işsizlik, “ben de kalabilirim” kaygısından daha derin değildir. Sendikacı için işsiz, “üye olmadığı ve dayanışma aidatı ödemediği için” var bile değildir.
Akıllı işveren için işsiz, “henüz iş veremediği” kişidir ve kafası, gönlü üretime odaklı bu insanların övüncü, “daha fazla insana istihdam” odağındadır.
Akılsız işveren için işsiz, “daha önce işten kovduğu” kişidir. Yeni yatırımını anlatırken, aldığı ileri teknoloji ürün fabrikasında her şeyi “insansız” yapacağıyla övünür.
Ekonomik güvencenin ve ihtiyaçların giderilmesini sağlayan gelir kaynağının kaybı, “ailenin rızkını sağlayan kişi” rolünün sona ermesi, zaman duygusunu ve buna bağlı olarak düzen algısını kaybetmek. Velhasıl işsizlik zor ve yalnızlaştırılma hissinin yoğunlaştığı zamanlardır.
Krizler, bizim kullanışsız ezberlerimizi bozması, daha akıllı olmaya zorlaması, kötü alışkanlıklarımızı gidermesi, konfor alanlarını küçültmesi açısından gerekli ve önemlidir. Hiçbir kriz yoktur ki fırsata dönüşmemiş bir yanı olmasın. Belli ki 2024 çoğumuz için “hayatta kalma” mücadele yılı olacak.
YORUMLAR