Halifeliğe kadar dik duran Osmanlı, Halifelikten sonra Araplaşan ve Araplaştıkça da batan koca İmparatorluğumuz. Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Hicaz’ın fethine kadar…
Halifeliği olmazsa olmaz gören Y. S. Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve öbürleri halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını yaptılar...
Sonuç: kılıç zoruyla artık halifelik Türklerdedir ve Y.S. Selim ilk Türk ve Osmanlı halifesidir. Kıçı kırık Arap dünyası halifeliğin alınmasına karşı çıkar ve Yavuz’a biat etmek istemezler. Sorunda budur. Bu sorunu çözmek Arapları ikna etmek, Yavuz’a bağlamak için; Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur. Keşke de bulunmasaydı.
Bu yol, Mısır’dan ve Arap dünyasında seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlamaktı. Bu koca imparatorluğun bir şekilde Araplaştırılmasıydı. Böylece Türk İslam anlayışı, hurafe-biat karşımı Arap İslam’ına dönüştürülmesini sağlamıştır. Artık İmparatorlukta Türküm demek ve Türk sözü yasaklanmıştır. Bugün de kısmen yapıldığı gibi! Ne acı ki; “Türk’üm!” “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır ve yok edilir. Kuyucu Murat’ın bu dönemde 155 binden fazla Türkü öldürdüğünü tarihten öğrenmekteyiz.
İlk 250 yıllı Türk hâkimiyeti ile geçen imparatorluğun son 350 yılı Türklere zulümle geçer. İş bununla kalmaz, Türk İslâmının yerine: Rum.32 ve Enam:159 ayetler hilafına; Arap anlayışlı “MEZHEPCİLİK” ve Hadis İslamı ikame edilir.
1603’lü yıllara gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır, yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur. Kürtlere sayısız imtiyazlar-haklar verilir. Öyle ki 1839 Tanzimat Fermanı’na kadar askerlikten bile muaf tutulurlar.
Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve kurulu nizamdan tasfiye edilir. Sarayda Türk asıllı vezir bile yoktur. Yalnız Türkün askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile paylaştırmazlar. Ganimeti saraydaki Arap mollalarla iş tutan yeniçeriler aralarında paylaşırlar. Türkün alınyazısı: “Tıngır tahta, tıngır saç, elim hamur, karnım aç” misalidir.
Kurulu düzenden, ordudan, saraydan tasfiye edilen ve bu Arap mollalara kızan Türklerin bir bölümü, canlarını kurtarmak adına, Kürtleşmeyi stratejik hedef yaparlar. Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlar, Bayatlar, Beğdlli ve Yuva gibi ki bunlara : “Ekrad Türkmanlar” deniliyor.
Akkoyunlular’ın büyük bir bölümü İran’a gider. Tahran bugün yoğun Türk nüfusun yaşadı ender başkenttir. Ve asla bir ne Kür, nede Acem şehri olmamıştır.
Sonuç mu? Belli değil mi? Yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve Alevilik bu politikalar sonucu gelişir ve büyür.
Osmanlı çaresizdir, büyük bir açmazın içindedir; ne halifelikten vazgeçebilmekte nede
imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilmekte. Hata, imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmıştır, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
Mollalar durur mu, sosyal yaramızın yanında modernleşmekte de zararımız çoktur. Başta matbaa olmak üzere Rönesans’ın pek çok değerini yok sayar ve kabul etmezler. Çok önemli bir gereksinim olan matbaa bile ancak 1480’de Yahudilerce getirilebilir. Bunları 1527’de Ermeniler, 1563’de de Rumların matbaası olur ama Türklerin henüz yoktur. Ancak Batı dünyası aydınlanmayı ve çağdaşlaşmayı yakaladıktan 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabalarıyla kavuşabilir.
Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler,
Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır;1299’da çadırda kurulan bir cihan devleti 1683 Viyana kuşatmasına kadar her girdiği savaşı kazanmıştı da, son 250 yılda saraylarda lüks ve ihtişamda olduğu halde bütün girdiği savaşları neden kaybetmişti?
Neden bir “Kurtuluş Savaşı” yapmak zorunda kaldık?
Şu soruyu sormak gerek: “ Mekke fethedilmeseydi, sonucunda Türk düşmanı Arap tipi mezhepçi-tarikatçı politikalar takip edilmeseydi koca imparatorluk yıkılır mıydı?”
Anadolu Müslümanlığı olan; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Ahmet Yesevilerin, Mevlanaların İslam’ı İslam değil miydi? Şeyh Edebalilerin, Akşemsettinlerin İslâmı’nı neden terk edip koca imparatorluğu bitirdik!?
Bugün de; “Her türlü milliyetçiği ve Türklüğü ayaklarımızın altına aldık. Bizim karşımıza Türklükle de, milliyetçilikle de gelmeyin” anlayışıyla, milyonlarca Suriyeliyi ülkeye doldurmakla aynı süreci devam ettirmek; tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir. Oysa tarih ders alınsın diye vardır.
Pir-i Ahmet Yesevi der ki:
“Din bir seçim, ama Türklük kaderdir!”Kaderden kaçılır mıydı?
Bu yüzden ‘’Arap sevici mezhepçi- tarikatçı Müslüman değil, hamd olsun Türküz, Cumhuriyetçiyiz, laikiz ve de Atatürkçüyüz!
Esen kalınız.
NOT: Bu yazı Muhterem KAYA’dan esinlenerek yazılmıştır.
YORUMLAR