Toplumumuz bir geçiş dönemi içinde bulunuyor. 17. Yüzyıldan sonra Batı karşısında geçirdiği sarsıntı bütün kurumlarında bir çözülme meydana getirdi. Üç kıtaya yayılmış olan Osmanlının, yalnız insanların değil, hayvanların bile huzurunu temin eden sosyal dünyamız ve onun meyveleri olan iktisadi, siyasi, kültürel bütün kurumlarımız birer birer yıkıldı.
Esnafı birbirine bağlayan, maddi ve manevi ihtiyaçlarını tanzime yönelmiş bir Lonca sistemi yok artık. O loncalar ki, esnafı iktisadi, siyasi, dini ve askeri üniteler halinde birbirine bağlar, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygusunu artırırdı.
Uzun yollarda belli aralıklarla yapılmış Kervansaraylar da yolcular emin bir şekilde barınırlar; yolculuğun verdiği gariplik ve yalnızlık duygusunu hissetmezlerdi. Üç gün yedirilirler- içirilirler, giydirilirler, hayvanları tımar edilir, fakat ücret alınmazdı.
Bilhassa büyük şehirlerimizde fakirlerin öğün vakitleri uğrayıp doyuruldukları aşevleri vardı. Sokak aralarındaki çeşmelerden bal şerbeti akar, yazın sıcak günlerinde herkes kana kana içerdi. Tımar ve zeamet sistemleriyle verimli hale getirilmiş toprak insanların yüzüne gülerdi. Şifa hanelerinde gerçekten şifa vardı. Yine müesseselerin ayakta kalmasını temin maksadıyla ecdadın meydana getirdiği vakıf sistemi hiçbir millette benzeri görülmeyen müesseselerdi.
Köylerde Meydana Gelen Değişme
Köyleri iktisadi, siyasi, dini ve kültürel birer ünite halinde toplayan köy odaları, aynı zamanda bir eğitim ve öğretim yuvasıydı. Şimdi bunların hepsi, artık bu milletin bir hatırası olarak tarihteki yerini almış bulunuyor.
Her şeyden önce sağlam bir ideolojik yapıya sahiptik. İnsanlar Allah'a kul olmanın lezzetini tadıyor, yaratılmışın önünde eğilmiyordu. Bunun kültürüne sahipti. Müesseseler böyle bir dünya görüşüne dayanıyordu. Bugün daha yüzlerce müspet müessese kurabilecek kültür dünyamız unutulmaya, yıkılmaya terk edilmiş bulunuyor. Ferdi hatıralar gibi toplumumuzun müspet intibaları da artık bir sis perdesi altında tanınmaz hale geliyor.
Sözünü ettiğimiz çözülme; köyden şehre, aileden topyekûn bir millete kadar hepsini içine almaktadır. Gayri milli kültürlerle daha çok teması olan şehirler çözülmede başta geliyor, onu köyler takip ediyor.
Eskiden köyler birer kapalı havza durumundaydı. Kendi tabii toplum gelişmesinin ortaya çıkardığı problemleri vardı. Onları kendi içinde çözer, bir hal yolu bulurdu. Kendine ait müesseseleri, yardımlaşma kuruluşları vardı, düğünleri düğün bayramları bayramdı.
Köy odaları ve Cami, köyün iki büyük kültür merkezi idi. Odalar faal oldukları zamanlarda kültürel, hukuki, siyasi ve benzeri görevleri yerine getirirdi: Orası bir eğitim ve öğretim yuvası, anlaşmazlıkların halledildiği bir hukuk müessesesi, bir adliye idi. Köyün her meselesi orada konuşulur, orada bir karara bağlanırdı. Herkes birbirini tanıdığı için sosyal kontrol mekanizması tam çalışırdı. Velhasıl kendine has gelenekleri vardı, onun içinde yaşardı.
Kendi köyümde yakın bir geçmişe kadar devam eden, şimdi terkedilmiş kendine has bazı gelenekler hatırlıyorum. Mesela Kütük Atma ve Tekecik bunlardan sadece ikisidir. Yaklaşık 600 yıllık bir tarihi gelişimin ortaya çıkardığı ve geliştirdiği bir gelenekti bunlar… (Devam edecek)
Ruhi Cavlak, Dedemli, s.45-46 dan alınmıştır.
YORUMLAR