Küfrünü açıkça ilan etmeyenlere Müslüman muamelesi
Hüseyin TOPTAŞ

Hüseyin TOPTAŞ

Küfrünü açıkça ilan etmeyenlere Müslüman muamelesi

13 Aralık 2024 - 11:12

“Peygamber Efendimiz küfrünü açıkça ilan etmeyenlere hep Müslüman muamelesi yapmıştır. Kur’an’da münafıklar hakkında kullanılan üslûba göre Resûl-i Ekrem’in onlara müslüman muamelesi yapması ve münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenaze namazını kıldırmasıdır. Münafıkların kimlikleri kendisi tarafından bilinmesine rağmen onlara sen münafıksın, sen samimi değilsin gibi bir tavır sergileyerek onları toplumdan dışlamamıştır. Peygamber Efendimizin bu tutumu ashaba da örnek teşkil etmiş, ashab arasında vuku bulan nifak hareketleri küfür olarak değil günah şeklinde değerlendirilmiştir. Bu tavır aynı zamanda İslâmlaştırma siyasetinin de bir sonucudur. 

Hz. Ebû Bekir’in zekât vermek istemeyenlere karşı savaş açmasının sebebi, İslâm’ın şartlarından olan bir esasın iptal edilmek istenmesi ve bunun devlete karşı bir ayaklanma niteliği taşımasıydı. Hz. Ali’nin, Cemel ve Sıffîn savaşlarına katılan muhaliflerine kâfir diyen taraftarlarına kâfir değil isyan eden kardeşleri olduğunu söylemesi de bu konuda bir kanıt teşkil etmektedir.”  

Tekfir hususunda farklı mezheplere mensup âlimlerin belirlediği temel şartlar şöylece özetlenebilir: 

1. Allah’tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna ve O’ndan vahiy getirdiğine kesinlik derecesinde inanan bir kimsenin küfre nisbet edilebilmesi için onun bu inancını terk etmesi veya ona aykırı inançları benimsemesi gerekir. İster inanca ister davranışa ilişkin olsun zarûrât-ı dîniyye içinde yer alan bir esası inkâr eden kişi dinden çıkar ve kâfir muamelesi görür; bütün İslâm âlimleri bu hususta ittifak etmiştir. 

2. Ehl-i kıble tekfir edilemez. Zira ehl-i kıblenin dinden sayıldığı kesinlikle bilinen bütün ilkelere inandığı kabul edilir. 

3. Âlimler arasındaki ihtilâflı meseleler tekfire konu teşkil etmez. Çünkü âlimlerin bir meselede farklı görüşler ortaya koyması onun İslâm dinine ait kesin bir ilke durumunda bulunmadığı anlamına gelir. 

4. İlzâmî (dolaylı) yöntemle insanlar tekfir edilemez. Zira kişinin, benimsediğini açıkça belirtmediği halde bazı münasebetlerle beyan ettiği görüşlerinden hareketle üretilen düşünceler o kişiye değil onları üretene aittir.

5. Tekfir şartlarını belirlemekle yetinip insanları tekfir etmekten kaçınmak gerekir. Çünkü kişiyi tekfir edebilmek için onun kalbindeki inancı bilme zarureti vardır. Bu sebeple âlimler bir kâfiri müslüman kabul etme hususundaki yanılmayı bir müslümanı kâfir kabul etmekteki yanılgıdan daha hafif bulmuştur. 100 ihtimalden 99’u kişinin kâfirliğine, biri de Müslümanlığına imkân tanıyorsa onun müslüman olduğuna hükmedilmelidir. 

6. Bilmeden bazı yanlış inançları benimseyen kimse tekfir edilemez, zira bilgisizlik mazeret kabul edilmiştir. Bundan dolayı müslümanın öncelikle insanı küfre düşüren inanç ve davranışları öğrenmesi dinî bir görev sayılmıştır.

Allah’a ve resulüne iman edip onları seven bir müslümanın, İslâm’ın inanca ve davranışlara ilişkin ilkelerinin ayrıntıları konusunda yoruma bağlı şekilde farklı hükümleri benimsediği gerekçesiyle tekfir edilmesi, önemli dünyevî sonuçlar doğuran yanlış bir tutumdur. Tekfirde asıl kabul edilen şey, Hz. Peygamber’i Allah’tan getirdiği kesinlikle bilinen vahiy konusunda açıkça yalanlamaktır. Vahyin doğru biçimde anlaşılması, İslâm’ın ana ilkelerine dair yöntem bilgisine ve nasları yorumlama birikimine sahip bulunmayı gerektirir. Bu da bir müslümanı tekfir etmenin kolay bir iş olmadığını kanıtlar. Tarihte ve günümüzde görüldüğü gibi bir müslümanı din anlayışında veya nasları yorumlamasındaki yanlışlarından dolayı tekfir etmek yerine İmam Şâfiî’nin belirttiği üzere hata ettiğini söylemek daha doğru bir yöntemdir. Zira küfür belli bir mezhebin görüşlerine muhalefet etmekle değil zarûrât-ı dîniyyeye inanmamakla vuku bulur.”  

Rabbimiz (cc);

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat 49/10) buyurarak müminlerin kardeş olduğunu hatırlatmaktadır. Asr suresinde de insanın hüsran içerisinde olduğunu, hüsrandan kurtulmak için imanın yalnız başına yeterli olmadığını salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye ile imanın desteklenmesi gerektiğini bildirmektedir. Tekfircilik İslâm düşmanlarının arzu ettiği bir şeydir. 

Amellerimiz ve eylemlerimizde Kur’an’ı ve Allah Resulünün uygulamalarını kendimize rehber olarak alırsak İslâm düşmanlarının oyunlarına gelmemiş oluruz.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar