İslam dünyasının içinde bulunduğu durum ve İslam’ı temsil eden müslümanların hayata bakışları ve yaşayış şekilleri dinimiz İslam ile ne kadar uyumlu?
Allah Rasulü (sav): “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” Bazı rivayetlerde de “elinden ve dilinden insanların salim kaldığı kimse” buyurduğu halde Müslümanların bu tanıma uyduğunu rahatlıkla söyleyebiliyor muyuz?
İslam, barış ve kardeşliği ifade etmesine rağmen ona inananlar, teslim olanlar ve kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar bu kardeşliği niçin sağlayamıyorlar?
İnanmayan bir kişi günümüz Müslümanlarının yaşantısına bakarak İslam’ı din olarak seçebilir mi?
İslam; Rabbimizin din olarak seçtiği ve elçileri vasıtasıyla insanların inanç, ibadet ve muamelat konularında riayet edecekleri hususları bildirdiği dinin adıdır. Müslümanlık ise bu dini benimseyen ve bu dine uygun olarak yaşamaya çalışan insanlara verilen isimdir. Dinde bir yanlışlık olmaz ama bu dine inandığını söyleyen insanların anlayış ve yaşayışlarında sorun olabilir. Müslümanların yaptığı bir hatayı direk İslam’a bağlamak bu dine yapılacak en büyük iftira olur.
Allah rasulü (sav) kendisine vahiy geldiği andan itibaren verilen tebliğ ve irşad görevini tüm engellemelere, beşeri ve ekonomik tüm ambargolara, boykotlara rağmen devam ettirmiştir. İnanç ve yaşantısında hiçbir zaman taviz vermemiştir. Davasından vaz geçmesi karşılığı teklif edilen; ekonomik zenginlik ve siyasi liderlikleri bir elime ayı diğer elime de güneşi verseniz bu davadan vaz geçmem diyerek kabul etmemiş kararlılıkla davasında devam etmiştir.
Söz ve davranışları ile örnek bir hayat yaşayan Peygamber efendimiz ve arkadaşları cahiliye toplumunun içinde büyük bir inkılap gerçekleştirerek tarihin seyrini değiştiren medeniyetlerin temelini atmışlardır.
Mekke’de başlayan İslami tebliğ Medine’de devlet haline gelmiş, Mekke’nin fethi sonrası ise insanlar akın akın İslam’a girmişlerdir. Sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen ilk Müslümanlarla başlayan mücadele bu inancı benimseyenlerin fedakâr çalışmaları sonucunda kısa zaman içerisinde geniş bir coğrafi alanda kabul görmüştür.
İlk müslümanların ekonomik ve sosyal durumlarını analiz ettiğimiz zaman; ekonomik bakımdan zayıf, sosyal statü olarak Mekke aristokratlarından uzak, Mekke’nin ileri gelenlerinden olmadıklarını görürüz. Tek güçlü oldukları nokta imanları, Allah’a ve resulüne olan bağlılıkları idi. Bu teslimiyet ve inançtaki samimiyet müşriklerin tüm engelleme çalışmalarını boşa çıkarmıştır. İlk Müslümanlarla günümüz Müslümanlarını kıyasladığımız zaman ekonomik yönden onlarda olmayan büyük zenginliklere sahibiz. 60’a yakın İslam ülkesi ve bunların siyasi liderleri var. Bu ülkelerde binlerce radyo, televizyon, basın ve sosyal medya platformlarında İslam anlatılıyor. Kitaplar neşrediliyor. İlk müslümanların bire bir yaptıkları tebliğ faaliyetleri dünyanın her tarafına aynı anda ulaştırılabiliyor. İmkan ve vasıtalarımız ilk dönem ile kıyaslanamayacak kadar fazla. Bu imkanları yeterince kullanabildiğimizi söyleyebiliyor muyuz? Müslümanların kendi aralarındaki dağınıklığı, parçalanmışlığı, birbirlerine karşı düşmanlığı dinimiz İslam ile uyumlu diyebiliyor muyuz?
Nicelik olarak dünyanın dörtte bir nüfusuna sahip olan Müslümanlar etkili olamıyorlarsa burada bir yanlışlık vardır. Demek ki önemli olan nicelik değil niteliktir. Basın -yayın ve eğitim faaliyetleri ile Müslümanlar İslam’ı öğrenmişlerdir. İman esaslarını, ibadetlerin eda ediliş tarzlarını bilmişlerdir. Bunlarla ilgili sualleri kime sorsanız cevabını alırsınız. Önemli olan bilmek değil yaşamaktır. İblis de Allah’ın varlığını biliyordu. Rabbim diyordu ama bilgisini iman ve teslimiyet noktasında değil isyan noktasında kullandığından bu bilgisi ona bir fayda sağlamamıştır. Bilginin teorikten pratiğe geçmesi hayata uygulanması gerekiyor. Vahyin ve nebevi öğretilerin özünün anlaşılması gerekiyor. İlk kaynaktan günümüze geçen zaman içerisinde kaynak arı duru bir şeklide gelmemiş, kaynak bulandırılmaya çalışılmıştır. Tevhid inancında, ibadetlerde, İslam’ın fert ve toplum hayatı ile ilgili yaşam tarzlarında meydana gelen yanlışlıkları düzeltmek tashih etmek doğru bir İslam anlayışını Müslümanlara ve insanlığa takdim etmek gerekir. Bunun için İslam Rönesans’ını gerçekleştirecek çalışmalara, organizasyonlara ihtiyaç vardır. İmanımızı gözden geçirip yeniden Müslümanlığımız ile yüzleşerek yeniden Müslüman olmaya ihtiyaç vardır.
Rabbimiz iman edenleri yeniden iman etmeye çağırarak şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisâ, 4/136) (Devam edecek)
YORUMLAR