İman- amel ilişkisi
Hüseyin TOPTAŞ

Hüseyin TOPTAŞ

İman- amel ilişkisi

29 Kasım 2024 - 13:46

İman konusundaki tartışmaların ve fikri ayrılıkların temelinde amel imandan bir cüz müdür değil midir konusunda yaşanmaktadır. Ameli imanın rüknü kabul edenler ameli terk edenleri küfür ile itham ederlerken ehli sünnet alimleri ise ameli imanın aslî rüknü olarak görmemekle beraber kâmil iman için şart olarak kabul etmişlerdir. Amel, imanı kuvvetlendirir, besler ve korur. Gayri İslâmi, gayri ahlaki ve gayri insani düşüncelerden etkilenmemek ve imanımızı muhafaza etmek için emredilen/nehyedilen amelleri önemseyerek yerine getirmek mümin olmanın gereklerindendir. Kur’an’da; yasakları çiğneyen, küçük veya büyük günah işleyen mü’minlerin hemen tövbeye çağrıldığı dikkate alınırsa amellerin iman için önemi daha iyi anlaşılmış olmaktadır.

Ebu Hanife bu konuda şöyle der: Amel imandan, iman da amelden başka şeylerdir. Bazen müminden amel kalkar, fakat amel kalktığında iman da yok olur demek caiz değildir. Mesela hayızlı iken bir kadından namazın hükmü kalkar. Fakat böyle kimseden iman da kalkar diyemeyiz. Bu durumdaki birine “orucu tutma kaza et” denildiği halde, imanı bırak kaza et denilmez. Çünkü imanı bırakmak küfürdür. Yine fakirin zekâtı yok denildiği halde, imanı yok denilmez. O halde iman ve amel ayrı şeylerdir.

Kur’an-ı Kerîm’de iman kavramı 800’den fazla yerde geçer.

“Kur’an’da Allah’a, peygamberlerine ve âhiret gününe inananların, sâlih amel işleyenlerin kurtuluşa ereceği (el-Bakara 2/2-5) anlatılır. İman kalbe atfedilen bir eylem olmakla birlikte (el-Hucurât 49/14; el-Mücâdile 58/22) cennet ehlini iman ve sâlih amel sahiplerinin teşkil edeceği belirtilerek (el-Bakara 2/82) imanla ilâhî emirlere uymak arasında sıkı bir ilişki bulunduğuna dikkat çekilir. Yine Kur’an’da müminlerin Allah’tan başka bir tanrıya tapmamak, O’nun haram kıldığı cana kıymamak ve zina etmemek gibi yasaklara uydukları (el-Furkān 25/68), oruç tutmak, namaz kılmak, iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek gibi buyrukları yerine getirdikleri (et-Tevbe 9/112) belirtilir; böylece iradeye dayalı imanın ilâhî rızâya uygun amellerle tamamlanmasının gerekliliğine işaret edilir. Gerçek müminler Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, âyetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız rablerine güvenen, namazlarını kılan ve servetlerinden Allah yolunda harcayan kimseler olarak nitelendirilir (el-Enfâl 8/2-4).

İslâm âlimleri arasında dinî hayatın bütünlüğü açısından imanla amel arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunda ihtilâf yoktur. Bazı fırkalar ve kelam ekolleri ameli imandan bir cüz olarak kabul ettiklerinden büyük günah işleyen ve ilâhî emirlerden birini terk edenin kâfir olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ehli Sünnet alimlerine göre Kur’an-ı Kerîm’de “iman edenler ve sâlih amel işleyenler” diye sıkça tekrarlanan âyetler, imanla amel arasında sıkı bir ilişkinin mevcudiyetini hissettirmekle birlikte bu ilişkinin atıf edatıyla kurulması ve gramer açısından atıf terkibinde yer alan iki tarafın birbirinden ayrı şeyler olması kuralı çerçevesinde amel olmaksızın imanın teşekkül etmesi mümkündür. Mâtürîdî, “ey iman edenler” hitabıyla başlayan bazı âyetlerde (en-Nisâ 4/59; et-Tevbe 9/38; el-Hadîd 57/28) amel bakımından eksiklik içinde olan müminlerin uyarıldığına ve amellerinin eksikliğine rağmen onlardan mümin diye bahsedildiğine dikkat çeker (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 379). 

İslâm dini imanın hayata yansımasını ister. İmanın amele tesir ederek onu kemiyet ve keyfiyet yönünden daha iyi bir konuma getirdiği, amelin de imanı kuvvetlendirdiği, bu açıdan aralarında olumlu ve olumsuz etkileşimlerin bulunduğu bilinen bir gerçektir. Sünnî âlimlerin fikirlerini, ameli gereksiz bulan ve sadece tasdikten ibaret sayan bir iman anlayışı olarak görmek doğru olmaz. Bu anlayışı, amel eksikliğinden dolayı kişinin mümin vasfını kaybedeceğini ileri süren Hâricî ve Mu‘tezilî görüşe karşı, kalbî tasdikten ibaret bir imanın varlığı devam ettiği sürece ferdin mümin kaldığını kabul eden kucaklayıcı bir tavır olarak değerlendirmek gerekir.

Bir insanın mümin olması kelime-i şehâdetin muhtevasına inanmasıyla gerçekleşir. Kişi bununla Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği iman esaslarını da kabul etmiş olur. Kur’an’da sabit olup sahih hadislerle de açıklanan iman esasları sadece yaygınlık kazanan altı unsurdan ibaret değildir. Dinden olduğu kesin biçimde kanıtlanan itikadî, amelî ve ahlâkî bütün hükümlere inanmak, bunların farz, helâl veya haram olduğunu tasdik etmek de mümin olmanın şartıdır.” 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar