İslâm’ın temel prensiplerinden biri emanettir. Kur’an ayetlerinde ve Peygamber Efendimizin uygulamalarında, emir ve tavsiyelerinde emanet konusu üzerinde hassasiyetle durulmuştur.
Yüce Allah, Kur'an'da çeşitli ayetlerde mü'minlerin vasıflarını sayarken;
"Mü'minler, emânetlerini ve verdikleri sözü yerine getirirler." (Mü’minun 8)
“Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir. Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir.” (Mearic 32-33) buyurmaktadır.
Yüce Allah, “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa 58) buyurmaktadır.
Taberî’ye göre ayet, özellikle devlet adamlarının hem emanet hem de adalet ehli olmalarını gerekli kılmıştır. Emanet ehli olmaları, ülke imkânlarını halka haksızlık yapmadan paylaştırmalarıyla, adalet ehli olmaları da bütün kararlarında hukuka riayet etmeleriyle gerçekleşir. Mekke’nin fethi günü Peygamber Efendimizin bir uygulaması ehliyet ve liyakata verilen önemi gözler önüne sermektedir.
Mekke’nin fethi günü, Hz. Peygamber, ordusunun başında muzaffer bir lider olarak Kâbe’ye gelmiş ve kapının açılmasını istemiştir. Cahiliyye döneminde de kutsal bilinen ve hizmetinde olmak için insanların yarıştığı Kâbe’nin anahtarı Osman b. Talha adlı birindedir. Bu yıllardan beri babadan oğula geçerek devam eden bir görevdir. Henüz atalarının dini üzere olan Osman b. Talha anahtarı getirerek kendi elleriyle Hz. Peygamber’e teslim eder. O anda bu şerefli görevin kendilerine geçmesini isteyen birçok Müslüman vardır ve bunlar arasında Hz. Peygamber’in en yakınları da bulunmaktadır.
Fakat Hz. Peygamber Kâbe’yi açtırıp içindeki putları temizletip şükür için iki rekat namaz kıldıktan sonra henüz Allah’a teslimiyetini dahi açıklamamış, Müslüman olmamış olan eski sahibine anahtarı uzatır. Bu, orada bulunan birçoklarının arzusunu kursağında bırakmış olsa da başta Osman b. Talha olmak üzere birçok Kureyşli’nin, Hz. Peygamber’in, görev dağılımında “yakın” olmayı değil “ehliyet” ve “liyakati” esas aldığını görmelerini sağlar.
Ayeti Kerime ve Rasulullah (SAV) in uygulamaları emanet ve adalet konusunda her zaman rehberimiz olmalıdır. Toplumumuzda huzur ve barışın sağlanması için emanetlerin ehline verilmesi ve adalet prensibinin uygulanması şarttır. İslam coğrafyasında yaşanan sıkıntılar; ehil olmayanların iş başına getirilmeleri, adalet mekanizmasının keyfi uygulamalarla yürütülüyor olmasından kaynaklanmaktadır. Kur’an ilkeleri rehberimiz olursa ferdi ve ictimai yaşantımızda sağlanan huzur ortamı ile birlik, beraberlik, kardeşlik duyguları içinde tüm insanlığa örnek oluruz.
Ünlü vezir İshak Paşa'nın ehil olmayan bir kişiyi önemli bir göreve atadığını tespit eden Fatih Sultan Mehmet Han, ona: "Paşa¸ bu hatayı ikinci kez işlersen sadece vezirliği değil¸ başını da alırım! Devlet-i Âl-i Osmânî ancak dürüst¸ liyâkatli ve bilgili kişilerin omuzlarında yükselebilir." demiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), “Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle!” buyurur. “Emânet nasıl zâyi olur?” diye sorulduğunda, Rasûlullah (s.a.v.), “İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle!” şeklinde cevap verir.
Emaneti ehline vermek için illa kıyameti mi beklemeliyiz?
YORUMLAR