İman edenleri tekfir ile suçlamak İslam’ın anlaşılmamasındandır (2)
Mu’tezile’nin önde gelen isimlerinden biri olan Vâsıl b. Ata, arkadaşları ile çıktığı bir yolculukta Hâricîlerden bir gurup ile karşılaştı. Aralarında şöyle bir konuşma geçti: Hâricîlerin; “Siz kimlersiniz?” sorusuna Vâsıl; “Allah kelamını dinlemek ve İslam’ı öğrenmek isteyen müşrikleriz. Bize dininizi anlatın” şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Hâricîler, kendilerinin ahkamını onlara tebliğ ettiler. Vâsıl da “Ben ve arkadaşlarım söylediklerinizi kabul ettik” dedi. Bunun üzerine Hâricîler, Vâsıl ve arkadaşlarına kendileri ile birlikte yürümelerini, artık bundan böyle arkadaşları olduklarını söylediler. Vasıl ise onlara; “Buna hakkınız yoktur, çünkü Allahu Teâlâ kitabında; “Eğer müşriklerden biri sana sığınacak olursa, Allah’ın sözünü dinleyinceye kadar onu koru. Sonra da onu güvenilir bir yere gönder.” buyuruyor. Siz bizi, emin olacağımız yere götürmeye mecbursunuz” dedi. Bunun üzerine Hâricîler birbirlerine bakındılar ve buna mecbur olduklarına karar verdiler. Kalkarak Vâsıl ve arkadaşlarını gidecekleri yere kadar götürdüler.
Bu olaydan sonra; Müslümanlıklarını saklayarak müşrik olduklarını söyleyenler, dinimizi saklayarak canımızı kurtardık derken diğerleri de müşrik olan bir grubun Müslüman olmasını sağladık diye sevinmişlerdir. Müşrik olduklarını söyleyenlere gösterilen ilgi ve toleransın Müslüman olan birisinden esirgenmesi, verdiği cevapların kendi düşüncelerinden farklı olmasından dolayı eşi ile birlikte öldürülmesini İslam’ın hangi anlayışı ile bağdaştırabiliriz? Maalesef aynı zihniyet aynı anlayış günümüze kadar da gelmiştir. İslam düşmanları Müslümanlar arasındaki bu düşünce farklılıklarından istifade ederek fitne ateşini devamlı körüklemektedirler. İslam’ın yanlış yorumlanmasından kaynaklanan düşünce ekollerine verdikleri desteklerle Müslümanlar birbirlerini tekfir ederek düşman haline getirilmekte ve silahlı mücadelelerle de güya İslam adına cihad adı altında birbirlerine savaş açabilmektedirler.
Harici düşüncesine sahip olarak İslam adına hareket ettiklerini söyleyenler dün olduğu gibi bugün de Müslüman olmayanlardan ziyade hep Müslümanları hedef almışlardır. İslam'ın ilk yüzyıllarına baktığımız zaman da Harici toplulukların devamlı Müslümanlarla uğraştıklarını, gayrimüslimlere karşı savaşmadıklarını, fetih hareketlerine genellikle katılmadıklarını görmekteyiz. Bu grup "bizler ve ötekiler" ayrımı yaparak Müslümanları parçalamışlar ve bu uğurda en önemli silah olarak da tekfir suçlamasını kullanmışlardır. İslam’ı tam kavrayamamış olanlar da imanlarını muhafaza edebilmek için maalesef bunların propagandalarının etkisi altında kalmışlardır.
İslam’ın hak din olduğunu kabul etmeyenler kâfirdir
İslâm âlimleri yapılan davetin ardından İslâm’ın hak din olduğuna inanmayan ateist, müşrik, yahudi, hıristiyan, mürted gibi değişik inanç ve telakkileri benimseyen bütün grupların kâfir sayıldığını söylerler.
Kur’an-ı Kerim Müslümanlığı kabul ettikten sonra küfür kelimesini söyleyenlerin kâfir olduğunu;
“(Ey Muhammed! O sözleri) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular.” (Tevbe 9/74) ayeti ile bildirmiş, Müslüman iken dininden dönen kişinin de küfre girdiği ayetlerle belirtilmiştir;
“Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara 2/217)
Selam verene "Sen mümin değilsin" demeyin
Selam vermenin mümin olma işareti olarak kabul edilmesinden dolayı ayetlerde selâm veren birine, “Sen mümin değilsin” şeklinde karşılık verilmemesi emredilmiştir. “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin; çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır. “(Nisâ 4/94)
“Söz konusu ayet konumuzla alakalı çok önemli açılımlar yapmaktadır. Öncelikle Müslümanlığın zahiri bir alameti olan Allah'ın selamını veren kişinin bir mü’min olduğunu, ona "sen mü’min değil kafirsin" demenin kimsenin hakkı olmadığını bildirmektedir. İkinci olarak tekfirin yani birisini dinden çıkartmanın sıradan bir şey olmadığına işaret etmektedir. İki defa geçen "araştırın" emr-i ilahisi, basit istidlallerle ve bugün yapıldığı gibi umumi bir şekilde tekfir mekanizmasını işletmenin mümkün olmadığını, sağlam bir tahkikatın lazım geldiğini ve bu araştırmanın o kişiye mahsus yapılacağını belirtmektedir. Üçüncü olarak ayet, tekfirin arkasındaki günümüzde de çoğu kez karşımıza çıkan temel bir saiki gündeme getirmektedir ki bu da geçici dünyevi menfaatlerdir. Bugün bu, daha çok siyasal hesaplar ve husumetler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayet dördüncü bir husus olarak Kur'an'ın muhatabı o günkü Müslümanlara, "siz de önceden Müslüman değildiniz" hatırlatmasını yapmaktadır. Bu hatırlatma, bir "insaflı olun" uyarısıdır. Muhatabınız hakikaten İslam'la ilgisini kesmiş dahi olabilir, ama tövbe kapısı açıktır, hatadan dönmek mümkündür ve kolaydır. Allah'ın lütfu geniştir, dilediğine hidayet verir. O halde tekfirde aceleci ve ısrarlı olmanın makul bir tarafı yoktur. Ayet, "Allah'ın her yapılandan haberdar olduğunu" söyleyerek nihayete ermektedir. Yani Rabbimiz "ey tekfirciler, siz niyet okuyarak insanları tekfir ediyorsunuz, ama ben de sizin niyetinizi okuyorum, içinizdekini biliyorum, asıl maksadınızdan haberdarım" mesajını vermektedir.
YORUMLAR