Bilgi kaynakları duyular, akıl ve doğru haberden oluşur.
Duyular:
İnsanın ilk bilgi vasıtası sahip olduğu duyu organlarıdır. Kâinat ve hayatı bunlarla bilebiliriz. Duyular vasıtasıyla elde edilen bilgi, her türlü bilginin esası ve en açık olanıdır. Her duyu, kendisi için belirlenen fonksiyonu icra eder. Ancak duyu organlarının duyarlılık ve algı dereceleri sınırlı olduğundan, bu araçlar vasıtasıyla alınacak bilgiler sınırlıdır.
Duyu organları, belirli şekillerde uyarılmalar sonucu çevreden gelen bilgileri elektrik impulslarına dönüştüren organlardır. Bu bilgiler, sinirler aracılığıyla beyne iletilir, fakat algılama süreçleri sınırlı olup, dış dünyayı tam anlamıyla kavramamıza yetmeyebilir. Örneğin gözümüz sadece bazı ışın dalgalarını görebilir, kulağımız sadece belli aralıktaki ses frekanslarını işitebilir. Kur’an-ı Kerim’de, duyuların insanı yanıltabileceğine, bu nedenle duyularla edinilen bilginin vahyin ve aklın denetiminden geçmesi gerektiğine işaret edilir: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” (İsrâ 17/36)
Bilgi sahibi olmak için duyulara işaret eden ayetlerden biri Nahl sûresinde geçmektedir. Söz konusu ayette Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken Allah sizi analarınızın karnından dışarı çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, kalpler verdi.” (Nahl 16/78)
Ayete göre insan bilgi sahibi olarak doğmamış, ancak bunun yerine ona bilgiyi elde etmesini sağlayacak duyular verilmiştir.
Duyu vasıtalarımızın duyarlılığı, kâinatta normal yaşamımızı temin edecek şekilde ayarlanmıştır.
Akıl
Akıl, Allah-ü Teâlâ’yı, din ve dünya problemlerini anlamak için bir araç olarak kabul edilir. İslâm düşüncesinde akıl, dinin temeli ve yaratılış hikmetinin aslı olarak görülür. Dinin emir ve yasakları akla hitap etmektedir; bu nedenle akıl olmadan dinin hükümleri anlaşılamaz.
“Kur'ân-ı Kerîm, akletmenin önemi üzerinde sık sık durmaktadır. Her insan akıl sahibidir; ancak Kur'ân-ı Kerim akıl sahibi olma hususuna değil aklı kullanma konusuna vurgu yapar.
Aklın işleyişini ifade eden âyetlerde insan, gözlem ve düşünce yoluyla bilgi sahibi olmaya teşvik edilir. Kur'ân'a göre akıldan beklenen en büyük eylem Allah'ın varlığını ve birliğini kabul ederek iman etmektir. Allah (c.c) akla, ilâhî hakikatleri anlama, sezme, onun üzerinde düşünüp yorum yapma yetkisi vermiştir. Aklın fonksiyonu hak ile bâtılı birbirinden ayırarak insanı diğer varlıklardan üstün kılmaktır.88 Asıl görev kâinattan hareketle Allah'ı bilmektir. Nitekim Allah Teâlâ, kâinatta vuku bulan bazı tabiat hadiselerini zikrettikten sonra "...Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette ibretler vardır." (Rûm, 30/24) buyurmaktadır.
Akıl ile ilgili âyetler incelendiğinde iman etmemiş olanların aklını doğru bir şekilde kullanmadıkları anlaşılmaktadır. Bu noktada iman ile akıl arasında sıkı bir ilişki olduğu söylenebilir.”
İdeolojik yapımız, duyularımız ve aklımızla sınırlı kalırsa yanlış inançlardan kurtulamayız. Çünkü ideolojik yapının en önemli unsuru olan iman, kâinat ve hayatın tam açıklamasıdır. Eğer kâinat ve hayatı sadece duyularımız ve akıl ile izah edersek, batıl ideolojilerin tesiri altında ideolojik sapmaların olması kaçınılmaz olacaktır.
Doğru Haber
Doğru bilgiye sadece duyular ve akıl yürütme ile ulaşılamayabilir; bu iki bilgi kaynağı yanında doğru haber de en önemli unsurdur. Mütevâtir ve Resul’ün Haberi olmak üzere iki türlü doğru haber vardır.
Mütevatir Haber, yalan üzerine ittifak edilmeyen bir toplumun naklettiği haberi ifade eder. Mütevatir Haber’in şartları üçtür:
a. Sağlam bir hisse dayanmak: Haberi nakledenler, bu haberi beş duyudan biri vasıtasıyla kavramış olmalıdırlar. Bir efsanenin nakli/aktarılması mütevâtir haber sayılmaz.
b. Nakledenler arasında ittifak/beraberlik bulunmak.
c. Kesin naslar/Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmamak.
Peygamber’in verdiği haber de kendi içinde mütevâtir ve âhâd kısımlarına ayrılır. Onun mütevâtir statüsünde olan haberleri dinen bağlayıcı ve kesin bilgi ifade eder; âhâd haberler ise zan ifade eder, kabul edilmesi ve bağlayıcı olması belirlenen şartlara bağlıdır. Kur’an’a, mütevâtir sünnete ve aklî bilgilere aykırı olmaması ile güvenilir râvilerce müteselsilen nakledilmesi bu şartların başında gelmektedir.
İslâm’a göre ilham, bir şeyin sıhhatini bilme sebeplerinden değildir
“İlham, nazar ve istidlale başvurmadan kalbe gelen bilgidir. Bu bilgi Allah’ın rahmetinden lütfünden olduğu gibi şeytanın vesvesesi ve nefsin hevâsından kaynaklanabilir. Nitekim Şems Suresi 8. ayette insana gelen ilhamın “fücûr” da takva da olabileceği açıkça beyan edilmektedir. Bu sebeple ilham yolu ile elde edilen bilgi doğru da olabilir, yanlış ta olabilir. Ayrıca kalbe gelen bilginin rahmânî mi şeytânî mi olduğunu kesin olarak bilmek de mümkün değildir. Bundan dolayı Mâturîdî âlimlere göre ilham, zan ifade eder ve bilgi elde etmenin yollarından kabul edilmez. İmam Mâturîdî, Ebü’l-Yüsr Pezdevî, Ebu’l-Muîn Nesefî, Ömer Nesefî ve Alauddin Semerkandi gibi Hanefî âlimler ise naklin yanı sıra akla, istidlâle ve ilme büyük önem vererek, ilhamı kesinlikle bilgiye ulaşmanın yolu kabul etmemişlerdir. Ayrıca ilhamın kötüye kullanılmasına engel olmaya çalışmışlar ve Müslümanları bu konuda uyarmışlardır.”
YORUMLAR