Peygamber Efendimizin İslam’ı tebliği ile başlayan süreçte Sahabe-i Kiram ilk kaynaktan ve ilk ağızdan vahyi ve vahyin uygulamalarını görüyorlar, karşılaştıkları problemleri Allah Resulüne götürerek çözüyorlardı. Asr-ı Saadet döneminde Müslümanlar arasında akaid sahasında herhangi bir ihtilaf görülmemiştir. Allah Resul’ünün ahirete irtihali sonrasında başlayan saltanat kavgaları, siyasi iç çekişmeler ilk kaynaktan uzaklaşıldıkça farklı düşüncelerin müslümanlar arasında yaygınlaşmaya başlamasına sebep olmuştur.
İlk fikir çatışması, Peygamber Efendimizin defin işlemlerinin yapıldığı esnada halife seçimi meselesinde başlamıştır. Cemel Vak’ası ve Sıffin Savaşı sonrasında ortaya çıkan farklı görüşler, akaid problemlerini ortaya çıkarmıştır. Kader meselesi, Allah’ın sıfatları, büyük günah işleyenlerin durumu, ahiret konularında Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye, Havaric, Şia, Mutezile vb. gibi mezhep ve fırkaların ortaya attıkları görüşler, Müslümanlar üzerinde etkili olmuştur. Bu fırkalara karşı Ehli Sünnet olarak değerlendirilen Selefiyye, Maturidi ve Eş’ari itikadi mezheplerinin İslam inancını müdafaa eden çalışmaları, akaid ve kelam ilminin oluşumunu sağlamıştır.
Ehli Sünnet ekolünün yaptıkları çalışmalar, bidat ehlinin Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkisini kırmasında önemli katkıları olmuştur. Bu gruplardan büyük kısmı tarihin akışında yok olarak günümüze kadar gelememiş; Havaric, Mutezile ve Şia ise etkilerini günümüzde kısmi olarak da olsa devam ettirebilmişlerdir.
İslam tefekkür tarihinde selef akidesinin fazla muhafazakâr olduğu telakki edilmiş, buna mukabil Mu’tezile metodunun ise naslardan fazla uzaklaştığı tespit edilmiştir. Her ikisinin ortası, mu'tedil olan ehli sünnet kelamcılarının yoludur. Bu mukayeseyi bir misal ile açıklamaya çalışalım:
Kur'ân-ı Kerimin muhtelif ayetlerinde «vezn»in hak olduğu, yani ahirette sevap ve günahların tartılacağı haber verilmiştir. Bunu teyit eden hadisler de mevcuttur. Mu'tezile, kendi devirlerindeki fizik bilgilerine dayanarak ve ahiret alemini dünya kanunlarıyla ölçerek dediler ki: "Ameller (sevap ve günah) kemiyet değil, birer keyfiyettir, binaenaleyh ağırlığı olamaz ve tartılamaz; bununla ilgili ayetler te'vîl edilmelidir». Buna mukabil Selefiyyeden bazıları, işi tamamıyla maddileştirmişler, «vezn ve mîzan» (tartma ve terazi) denilince devirlerindeki tartı işlemini ve teraziyi hatırlayarak şöyle demişlerdir: “Ahirette teraziler kurulur, defterler açılır, amel sahifeleri sağa-sola uçar gibi çevrilir... Terazi, iki gözü ve dili olan bir alettir ki amellerin tartılmasına yarar» diyerek ‘vezn’i yorumlamışlardır. Ehli sünnet kelamcılarına gelince, onlar veznin ve mizanın hak olduğunu kabul etmişler, bu değerlendirmenin ahiret âleminde nasıl vuku bulacağını kat'i olarak kestirmenin mümkün olamayacağını beyan etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği ‘vezn’ konusunda bir grup, aklına güvenerek nastan uzaklaşmış diğer bir grup ise dönemlerindeki tartı aletleri ile teşbihte bulunarak ayeti yorumlamışlardır. Ehli sünnet kelamcılarına gelince, onlar da veznin ve mizanın hak olduğunu kabul ederek nasıl gerçekleşeceğinin bilinemeyeceğini, ahiret dediğimiz öbür âlemin imkân ve şartlarını bu dünyadakilere benzetmeye hakkımız yoktur, demişlerdir.
Zihinlerdeki kafa karışıklığını gidermek amacı ile Müslümanın amentüsü diyeceğimiz İslam inancının temellerini oluşturan Akaid konularını Kur’an ve Sünnet ışığında öğrenmek gerekmektedir.
YORUMLAR