"Tarih bilmeyen diplomat, pusuladan anlamayan kaptana benzer. Her ikisinde de karaya oturma tehlikesi, kaçınılmaz sonuçtur !..."
Cevdet Paşa
Bir insan düşünün; hayatına yön verecek, akıl ve basiretten yoksun... Kendisine pusula gibi yön gösterecek, yaşam kalitesini yükseltecek, uzun vadede onu başarıdan başarıya taşıyacak, rehber ve danışman gibi, ışık tutanlara kör ve sağır olan, bir insan.
Hırçın dalgalı bir denizde , rüzgârın önünde sürüklenen yelkenli gibi , yönünü tayin edemeyen bir insan...
Yön: Bir amaç uğruna , yüzünüzü ve aklınızı çevirdiğiniz taraftır. Amaca ulaşmak için de, nitelikli bir devinim ve takip edilmesi gereken bir yol vardır, önünüzde.
Kişi takip edeceği bu yolda ; karşısına çıkabilecek her türlü engel ve zorluklarla mücadele etme gücünü, mevcut konumu, donanımı, umudu ve berâber yürüdüğü yol arkadaşlarından alır.
Her sonsuzluk yolcusunun, Evren ' de konaklama yeri olan , Dünya'da ki kısa misafirliğinde ; eş, anne- baba, kardeş, dost, arkadaş, danışman gibi, adına ne derseniz deyin , bir rehbere ihtiyacı vardır...
Yolcunun, hayat denilen deryâda tek başına, rüzgârın estiği yöne göre savrulma lüksü yoktur...
Hangi konumda ve yaşta olursa olsun, insanın, bulunduğu çevre ve Yüce Allah'a karşı sorumluluk bilincinde yaşama zorunluluğu vardır.
"Ben yaptım oldu !" Diyemez...
Bunun içindir ki ; İnsan sonsuzluk yolculuğunda, doğru yönü gösteren bir pusula seçmelidir, kendisine...
Yanlış seçilen rehber, kişiyi, milletleri, kurum ve kuruluşları yanıltır ve yönünü kaybettirir !...
Bugün, yönsüzlüğün kurbanı olan insanlar ; dünya insanlığına, cehennem azabı yaşatmaya devam ediyor... Teknoloji çağı dedik, uzay çağına yöneliyoruz dedik, bütün yönetim sistemlerini deneyerek; insanlığı en güzel yönetim biçimiyle , çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmaktan söz ettik...
Ancak; insana, insanca yaşamayı öğretemedik!...
Dünya insanlığının liderliğine soyunanlar, Evreni keşfederken, İnsanı unuttular...
Yalnızlaşan, teknolojinin kölesi olan insanın ; nasıl medeniyetten uzaklaşabileceğini, nasıl barbar bir varlığâ dönüşebileceğini, hiç düşünmediler !... Ve bu yığınların, nasıl bir tehlike oluşturabileceğini hesaba katmadılar...
Dünya ulusları; tarih bilincinden yoksun, millet bilincinden yoksun, üzerinde yaşadığı coğrafya ve vatanını koruma bilincinden yoksun bireyler yetiştirmeye devam ettiği sürece; insanlık , her esen rüzgârın önünde kuru bir yaprak gibi, savrulmaya devam edecektir.
Ülkemiz, jeo-politik konumuyla insanlığın ilgi odağı konumunda.
Savaş mağduru olanların, ülkesinde ki yönetim biçiminden memnun olmayanların, maddi imkânsızlık ve işsizlik yaşayanların, eğitim ve sağlık imkânları yetersiz olanların ve Avrupa ülkelerinde daha güzel bir hayatı hayal edip de, geçiş yapmak isteyenlerin konaklama yerine döndü.
Biz hancı, onlar yolcu; geldikleri gibi gider de, diyemiyoruz... Gelen gitmiyor, gidemiyor !...
Yaşadığı ülkenin kültürüne, ekonomik ve siyasi yapısına uyum sağlayamayan bu insan yığınları; kim, nasıl bir özelliğe sahip, amacı ne bilmiyoruz !...
Özellikle son on yılda, kaçak ve düzensiz göç yoluyla gelen bu mültecilerin , Ülkemizde nüfus artışlarının hızla devam etmesi de , ayrı bir sorun.
Vatanı ve Milleti için fedâkârlık yapamayan, bağımsızlığı uğruna ölümü göze alamayan, bu insanların; kime, ne faydası dokunacağı zihinleri meşgul eden bir soru !...
Ayrıca geldikleri Ülkenin, kültürel dokusuna, siyasi ve sosyal yapısına uyum sağlamak yerine; kendi bildiğince , kural ve yasaları görmemezlikten gelerek, sergiledikleri yaşam biçimi, kanayan yaramız oldu...
Sınırlarımıza dayanmaya devam eden bu kaçak ve düzensiz göçün, kontrol altına alınması zorunludur...
Kendi vatandaşının yaşam standardını ; arzu edilen bir seviyeye çıkaramamış bir ülke; mültecilere, nasıl bir yaşam
garantisi verebilir ?...
Böyle bir sorumluluğu var mı ?...
Bozulan demoğrafik yapımız ve daralan maddi imkânlarımız , bizi cevapsız sorularla, bunaltmaya devam ediyor...
Proğramsız ve yasal olmayan bu göçlerin, halkımız üzerinde oluşturduğu baskı görmemezlikten gelinemez.
Kendi yurdumuzda, yabancılaşma ve öz kültürümüzden uzaklaşma tehlikesi ile yüz- yüzeyiz...
Mülteciler; belirli mahalle, sokak ve caddeleri kendi mekânları haline getirip, kendi kuralları ile bir yaşam alanı belirleyip; Anadolulu Türk Halkı üzerinde baskı oluşturarak huzur vermiyorsa, evinden mahallesinden çıkarıyorsa, iş istihtâm alanlarını daraltıyorsa,
konu ile ilgili ciddi tedbirler alınması gerekmiyor mu ?...
Asırlar boyu kültürümüz, yabancı baskısı ile bozulup- yozlaştırıldı...
13.Yüz Yılda başlayan Moğol istilâsı ile akın akın gelen insan yığınları , Büyük Selçuklu Devletinin sonunu hazırladı... Üç kıtaya hükmeden Osmanlı Devletinin ; azınlık ve yabancılara gösterdiği hoşgörü, devletin değişik birimlerinde verdiği görevler, çöküşün başlangıcı değil mi?
Bugün, savaş mağduru diyoruz, insanlık, kardeşlik diyoruz, kucak açıyor ve merhamet gösteriyoruz..
Güzel de... Biz böyle düşünürken, diğer Dünya Ulusları ne yapıyor ?
Nasıl bir politika izleyerek, ülkelerini ve milletini koruyor ?
Görmek zorundayız !..
Tarihten ders almayı unutmayalım...
Saygılarımla...
YORUMLAR