2.Dünya Savaşının sonuçları, savaşan ülkeler için oldukça vahimdir.
Kazananı kaybedeni belli olmayan, her türlü insanlık dışı işkence ve zulmün uygulandığı, insanların fırınlarda yakıldığı, sürgünler ve toplu katliamlarla sonuçlanan bir savaş...
Ülkemizin savaşa dahil olmayışı, tarafsızlığını koruması, genç Cumhuriyetin o günü ve geleceği için büyük bir önem arzeder. Savaş nedeniyle alınan sosyolojik ve ekonomik tedbirlere bir de o yıllarda eklenen kuraklık, milletimizi açlıkla mücadeleye sevk edecektir.
Temel gıda maddelerinin karneye bağlanması, kuyruklar ve artan vergiler ülke siyasetinde yıllarca tartışılacak, zor günlerin izleri zihinlerden silinmeyecektir.
Sonuçlar sorgulanırken ; en son durumu ana sorun olarak görmek, insanın yaratılış özellikleri arasında olsa gerek... Nedenler, niçinler unutulur !.. Son durum, daha önemli ve can yakıcıdır.
Karlar yağar düşünceye, geçmişin kör ve karanlık noktalarını örten, karlar...
Ve, insan, o an ki açlığını gideremeyişinin öfkesini yaşar... Kin tutar, talihsiz yaşanmış yıllara...
Savaş sonrası, yeni ekonomi politikaları arayışı sürecektir. Yaralar sarılırken, artık Dünya ülkeleri birbirinden çok da bağımsız değildir. Bilindiği gibi, 1947 yılında ABD tarafından, savaş sonrası, ekonomisi kötüye giden Avrupa ülkelerini kalkındırmaya yönelik bir yardım plânı önerilecektir.
Marshal Plânı 16 ülkeyi içine alacak şekilde plânlamış olup; savaş mağduru ülkelerin Sovyet- Rusya etkisi altına girmesine de, engel olmayı hedefler.
Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerin , ABD' nin pazarı konumunda olduğunu düşündüğümüzde, söz konusu ülkelerin kalkınması ABD ticareti için oldukça önemlidir...
Ülkemiz de 16 ülke arasında değerlendirilip, Marshall Plânına dahil edilmiştir...
Marshall Plânı ülkelerin ekonomisi ve kalkınması ile ilgili gibi görülse de, zaman içerisinde eğitimde, kültürde, yatırım plânlamasında, istihtam alanlarında düzenleyici gizli bir el olduğu da görülecektir...
Plân, Avrupayı sanayi alanında kalkınmaya teşvik ederken, Türkiye'yi bir tarım ülkesi ilân ediyor, tarımda makinalaşma ve modernizasyonunu öneriyordu...
Türkiye 'nin Avrupa ülkelerine tarım ürünleri temin eden bir ülke olacağı plânlanıyor, sanayileşme ve bağımsız karar alma yeteneğine de ilk darbe vuruluyordu !...
Tarım alanında da istenilen seviyede ilerleme sağlayamaması da, daha sonra ki yıllarda tartışılır olacaktır...
Bu plân çerçevesinde gelişen sosyoekonomik politikalarla bir kez daha, İzmir- 1.İktısat kongresi kararlarından taviz veriliyor ve uzaklaşılıyordu...
Ekonomimizin girdiği çıkmaz sokak, ülke siyasetinde yeni tartışmaları gündeme getiriyor ve 7.ocak 1946 tarihinde Demokrat Partinin kuruluşu ile çok partili sisteme geçiliyordu...
Yaşanan zor yılların etkisi altında, yeni bir umut ışığı olarak görülen siyasi ortam, tartışmaları ile siyaset tarihinde yeni bir sayfa açacaktır.
Bir seçim kampanyasında, muhalefet tarafından yönlendirilen bir kız çocuğu, İsmet İNÖNÜ'ye şöyle seslenecektir :
- SEN BİZİ AÇ BIRAKTIN , NEDEN ?...
İsmet İNÖNÜ ' nün verdiği cevap, bugün bile üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir cevaptır.
"EVLÂT, BEN SENİ AÇ BIRAKTIM AMA, BABASIZ BIRAKMADIM !..."
İsmet İNÖNÜ uygulamak zorunda kaldığı tedbir politikaları ile siyasi yaşamında kan kaybedeceğini bilmiyormuydu ?...
Elbette biliyordu.
Ama, O, savaş ortamında yapılması gerekeni yaptı !...
Önemli olan atlatılan badireden sonra geliştirilmesi gereken politikalar ve öz'e sadık kalabilmekti.
Siyasî yapı izleyeceği politikaları; şahıslar üzerinden değil, toplumlara acı iz bırakan olayların yarattığı sonuçlar üzerinden belirlerse, kalıcı çözümler üretebilecektir...
1950- 1960 Yılları arası Demokrat Parti döneminde, görülen ekonomik gelişmeler ; Marshall yardımı, ABD desteği , dış borçlanma ve büyük yatırımlar etkisi ile büyüme kaydetmiş olsa da 1957 tarihinde ekonomik krizle sonuçlanacaktır...
Zira, ülkemiz liberal ekonomiye hazırlıksız , alt yapısı olmadan yakalanmış ve serbest ekonominin test edildiği bir dönemi yaşamıştır...
1.İktısat Kongresinde benimsenen,
"Milli görüşün iktisat politikalarında temel kabül edilmesi" prensibinden uzaklaşma söz konusudur...
Ekonomik kriz, 1940 - 1942 yıllarında savaş ortamında yürürlüğe giren yasaları yeniden gündeme getirecektir... Daralma, tedbir, alım gücünün düşmesi ,vergilerin artırılması sonucunda oluşan istikrarsız ortam ve askeri müdâhale...
Aynı senaryo, 1980 yılında tekrarlanacaktır.
Dünya emperyalist ülkeleri; küreselleşen dünyayı hayal ederken ,
diğer gelişmekte olan ülkeleri baskı altında tutmayı, kültürünü bozmayı, eğitimde kalite arayışına engel olmayı, töresini yok etmeyi, anarşi ortamı yaratmayı ve teröre destek vermeyi hiç ihmâl etmemiştir.
Ulus Devleti olmanın,
Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve prensiplerine sahip çıkmanın,
üretime dayalı ekonomi politikaları geliştirmenin,
adil bir gelir dağılımı gerçekleştirmenin ,
akılcı ve bilimsel düşünmenin her geçen gün daha da önem arzettiği bilinmelidir.
Kendi milli politikalarını üretmek, geçmişden - geleceğe köprü kurmak,
Dünya piyasalarında ki rekâbette, üretime dayalı arz- talep dengesini yakalayabilmek, bugünün temel sorunu olmaya devam ediyor...
Ünlü ekonomist ve yazar,
Ludwing von Mises'in görüşü günümüzü anlamada önemli,
der ki;
" Ekonomi somut maddelerin konusu değildir. Ekonominin konusu, insanlar ve insanların anlamları ile hareketleri üzerinedir..."
M.Kemâl ATATÜRK;
" Ekonomi Her Şey Demektir " derken,
döneminin ve bugünün bilim adamlarından daha kapsamlı bir ekonomi tanımı yapıyordu...
O'nu anlamak ve düşüncelerine sahip çıkmak yolumuzu aydınlatacaktır...
Saygılarımla...
YORUMLAR