Cumhuriyetimizin kurucusu, M.KemalATATÜRK diyordu ki ;
"Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekâyı eğitmektir !... "
11 Mart 2020 tarihinde, Sağlık Bakanımız, tarihe geçecek bir açıklama yapıyordu. Ölümcül sonuçları ile Dünyayı saran Covid- 19, ülkemizde de görülüyor ve ilk ölüm haberi de, 15 Mart 2020 tarihinde veriliyordu.
Daha sonra alına tedbirler, çoğu dünya ülkelerinde olduğu gibi, Milletimizi de sorunlu ve belirsiz bir zaman yolculuğuna sürüklüyor du.
2022 yılına da sarkan bu salgın süreci, artarak, can almaya devam ediyor. Acı kayıplar, daralan ekonomi hizmet sektörünün yavaşlaması, üretimin gerilemesi, yaşayan kişiler arasında yüz- yüze iletişimin kesilmesi, komşu ve akraba bağlarının zayıflaması, eğitim ve öğretimin aksaması, sağlık hizmetlerinden yeterli ölçüde faydalanamama, özel sektörde yaşanan iflaslar ve istihtam alanlarının daralması, işsizlik ve alım gücünün düşmesi, insanlar üzerinde büyük bir kaygı ve baskı oluşturmaya devam ediyor...
Gelişen bu durum bazı alanlar da büyüme , yeni iş ve ticaret imkânı sunmuş olsa da, halkın hissettiği sosyo-ekonomik değişim, anî kültür değişimlerini de açığa çıkarıyor.
Yeme- içme, giyinme, seyahat etme, sosyal aktivitelere ayrılan zaman ve bütçe , yatırım yapma, eşya alımı, yardım etme imkânları, hatta evlilik yaşına gelen evlâdına yardım etmede güçlük çekme gibi, konularda yaşanan sıkıntılar ve kısıtlamalar; zorunlu bir kültür değişimini dayatıyor!...
İnsanımız başka türlü davranmaya , farklı düşünmeye, güvensizliğe, kaygı ve içe dönük bir yaşama zorlanıyor.
Yaşanan bu süreç; sosyolojik, psikolojik ve bilimsel yanları ile incelenmesi gereken, olağanüstü ve hızlı bir değişim sürecidir !...
Sosyal yapı içerisinde varlığını sürdürmeye alışık olan bir insanın; bir anda, tüm uyarıcı ve yaşamına anlam katan unsurlardan yoksun kalması, birey ve toplum açısından ciddi bir sorundur.
Sürekli yapmaya alıştığı iş ve eylemlerden mahrum kalmak, tüketmeye alıştığı ürünlere ulaşamamak, almış olduğu hizmetlerin kısıtlanması, taşıdığı sorumlulukları yerine getirmede yaşadığı zorluklar, kişi üzerinde ruhsal bir değişim ve bunalımı tetikleyecektir.
Çalışan, üreten, ürettiği mal ve hizmet karşılığında ücretini alan insanın davranışı ile diğer insan davranışı arasında oluşan fark, toplumsal bir farklılaşmayı da beraberinde getirecektir.
Zengin- yoksul ayrımını açığa çıkaran bu durum, kapitalist ekonomi politikalarının en acımasız yanıdır. Yaşanan ekonomik sistemin sonuçlarına bağlı farklılıklar, kültür farkını da belirginleştirecektir. Zengin kesim daha konforlu, daha seçkin bir hayat sürerken; çok daha bilgili, görgülü ve aksiyoner görülebilecektir.
Kısıtlı imkânlarla yaşıyan toplum kesimi ise; daha gelenekçi, pasif ve içe dönük bir hayata razı olmak durumunda kalacaktır.
Böyle bir sonucun nedenleri üzerinde düşündüğümüzde ;
gelişmiş ülkelerde, son yüz yılda, gelecek yüz yılın ilk çeyreğinin plânlandığını, alt yapısının oluşturulduğunu, senaryolarının kurgulandığını ve zamanı gelince de bunların hayata geçirildiğini gözleriz.
Ülkemiz de ise; yeni bir değişim sürecine girildiğini/ gireleceğini farzedenler, yanıldıklarını, sonuçlar üzerinde düşünmeye başladıklarında anlayacaklardır.
Bilindiği gibi, serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci 1983 yılından itibaren ülke gündemine girmiştir. Siyasi ve ekonomik değişim süreci toplumsal yapıda etkilerini gösterirken, insan zekâsı, iş yapma yeteği, bilimsel düşünce ve bilimsel araştırmaların da rekâbet ortamında gerekliliği savunuluyor ve teşvik ediliyordu.
Böyle bir ortamda biriken kültür, geçmiş- gelecek bağını kurma, yardımlaşma, birlik ve beraberliği yaşatma duygularını da üstün bir değer olarak savunmaya devam ediyordu.
Bugün yaşadığımız sonuçlara göre, diyorum ki; bir eylemi , proje ve plânı düşünmek, dile getirmek , savunmak başka bir şey, uygulamak ve verim elde etmek ise , özel bir yetenek !...
Serbest ekonomi piyasası kendi kurallarını uygularken, kendi kültürünü de milletimize dayatma yoluyla kabul ettiriyordu. Zorunlu uluslararası ilişkilerde öz kültürü ile varlık gösteren bir ülkeden , Dünya diğer uluslarının, kültürünü de benimseyen bir yapıya evriliyorduk.
Bireyselliği öne çıkaran, tüketimi özendiren , az emek verip - çok kazanç elde etmeyi benimseyen bir anlayış ve kavrayışa doğru sürükleniliyordu...
Sonuç: Tüketim toplumu !... Milli ve manevî değerleri dilinden düşürmeyen, ama pratik hayatında yaşayamayan bir toplum.
Anlama ve sorgulama ; gözleme dayalı fikir geliştirmek ve olayların şeffaf bir şekilde sergilenmesi ile ilgili olsa da, söylemlerle de yakından ilgilidir. Toplumun ilgili olduğu, milli ve manevî değerlerine bağlılığı göz önüne alınarak ; din, ahlâk, gelenek, töre, milliyetçilik, sanat ve tarihi konuları ön plânda tutan bir politika, günün sorunlarını arka plâna itecektir. Ve, toplum gerçek değişimi anlamada yetersiz kalacaktır.
Toplum olağanüstü bir durumla karşılaştığı zaman; (savaş, salgın hastalık, terör ve ekonomik kriz gibi.) gerçekler tüm varlığı ile gün yüzüne çıkacak, insan değişen kültürün kendisini dönüştürüp, başkalaştırdığını anladığında, vakit çok geçmiş olacaktır...
Bugün, her ne kadar duygusal ve vicdanı bir sorumlulukla geçmiş öz kültürümüze vefalı olmaya çalışsak da, her birey kendi gerçeği ile yüz- yüze... Yük ağır, dizlerde derman yok !
Sebeb- sonuç ilişkisi içerisinde ; birey ve millet sorunlarının ele alınması ve çözüm üretilmesi gereken günleri yaşıyoruz...
Allah Yardımcımız Olsun.
Esen kalınız...
YORUMLAR