"Şakanın Osmanlıcada karşılığı: Meşakkatli Güç. O da meşakkatli bir işe soyunuyor kanımca...Lafın belini insanı için eğiyor, bileği milleti için büküyor, eli yine ülkesi için öpüyor...Kendisi için yaptığı bir şey göremedim ben...Ülkesinden geri kalan niyetlerini partisi için kullanıyor...Tek kötülüğü çizgi film kahramanlarını aramıza salması...Çünkü onlar aramızda fazla yaşayamıyor...Yüreği hep arkasından gelen biri o....Tek koruması o...Aklını da bizim önümüze katmış...Ruhlarımızın onu yakalaması dileğiyle...Oktay Vural Sizlerle... "
HÜLYA OKUR-HABERX
“SİYASET ÖNCESİ KENDİMİ YETİŞTİRDİM”
Aslen Diyarbakırlısınız ama Arınç, sizin için: "Siirt'in 'Tillo' ilçesinin resmi ismi 'Aydınlar' şeklindedir. Vural da bu ilçedendir. Kendisine 'Nerelisiniz?' diye sorsanız 'Tilloluyum' der." demişti. Oktay Vural, nereden geldi, nereye gidiyor, biraz öz gezmişe değinebilir miyiz?
Diyarbakır doğumluyum. Aslen Siirt’in Tillo köyündenim. İlkokul-ortaokul-lise öğrenimimi orada tamamladım, 1974’te ailemle Ankara’ya geldik. Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra 1980 yılında Devlet Planlama Teşkilatına girdim. 1981’de 12 Eylül olmuştu, o zaman Türkiye’nin gidişatını pek beğenmiyordum. Başbakanlık bünyesinde çalışıyordum. Sokağa çıkma yasağı olduğu gün Başbakanlığa gittik, tank vardı. Ondan sonra kendimi daha fazla yetiştirmek için ihtisas imkanı çıktı, iktisat doktorası yaptım. İzmir’de İktisat Fakültesinde Maliye Bölümünde asistanlık sınavına girdim. Üniversitede Yardımcı Doçent oldum, ondan sonra Başbakanlıkta görevlendirildim, Devlet Bakanlığında Müşavir olarak görevlendirildim, bürokrasi hayatım böylece başlamış oldu. Akademik kariyeri tamamladım ve bürokrasiye geçtim. Kendimi yetiştirmem gerekiyordu. Siyasete girmeden evvel, kendimi yetiştirmek ve sahip olduğum nitelikleri arttırmak suretiyle bir hazırlık döneminden geçtim.
“ANNEM 5 ERKEKLE MÜCADELE ETTİ”
İlkokulda müsamereye çıkmadan evvel yırtık ayakkabınızı dikmişsiniz ama ne var ki diktiğiniz ipliğin ucunu kesmemişsiniz. Ayakkabının ucundan sarkan ipli fotoğrafınız sizi hala düşündürürmüş. O çocuğa bugünden bakınca daha mı şanslı?
Allah’a hamd ediyorum. Onurlu ve şerefli bir aile tarafından yetiştirildik. Bu sıkıntıları Anadolu’nun her insanı çekti. Ailelerimiz bizi ekmeğinden, suyundan fedakarlık ederek geçindirdi. Bu anıyı nereden buldunuz bilmiyorum ama doğru, ayakkabıyı dikip çıktım, yine de şükrettik, kendi ayakkabılarımızı kendimiz tamir ediyorduk. Ailemin çok imkanları yoktu. Ama az olan imkanlarla bizi bu noktaya getirdi. 4 erkek kardeşiz, bir ağabeyim rahmetli oldu. Annem 5 erkekle mücadele ediyordu, “Ah bir Zeynep’im olsaydı” derdi.
“EŞİM, BİR DAHA DÜNYAYA GELSEM ÇOCUĞUN OLMAK İSTERDİM, DEDİ”
Erkek egemen bir aile olduğunuzdan galiba bayanlar da eşine az rastlanır olduğu için değerli… Sanıyorum hayatınızın en büyük iki acı kaybı….26 yıllık eşiniz Tuba Vural..84 yaşında kaybettiğiniz anneniz Harbiye Vural. Bu iki kadının yokluğu sizi iktidardan düşürdü mü? Onlarla daha mı güçlü hissediyordunuz kendinizi?
Bir anne…Bir eş…Annem bizimle beraber kalırdı. Hangi yaşta olursa olsun anne kaybı çok acı. Allahın emri tabi. Birlikte evde huzurlu yaşamak, mutluluğu arttıran hususlardan biri. Aile dediğiniz güven. 95 yaşındaki halam da bizimle kalıyordu. Halen de halam benimle beraber. Eşim 26 yıl evlilik yaşadık. Ölüm Allah’ın emri ama gelecek, birlikte olma planlarınız oluyor. Biz siyasetçiler için aile çok önemli çünkü siyaset ağır bir görev, ama siyasetin bu ağır görevini onlar omuzlayarak hafiflettiler. Yemeğe gelecek misin diye soruyorlar vs…Eşim ve çocuklarım bunu taşıdılar, ben de onları utandırmadım. Bizim gibi insanlar bazen dışarıyı göremiyor, onların dışarı açılan pencereleri bizim soysal ilişkilerimizi arttırıyor. Onun dışında siyasette, yürüttüğüm kampanyalarda benim her zaman destekçim oldu. Televizyon Programlarını izlerdi, arada mesaj gönderirdi, uyarırdı. Çocuklarıma eşim daha fazla zaman ayırırdı, ben hep “İyi baba” olurdum. Eşim: “Bir daha dünyaya gelsem senin çocuğun olarak dünyaya gelmek isterdim” derdi. Ben ‘Evet’ taraftarı, o ‘Hayır’ taraftarı. Bazen bundan sonra ben ‘Hayır’ tarafında olacağım, derdi. Evin yükünü o taşırdı. Bizim çabalarımız, düşüncelerimizin çoğu millete yönelik. Çocuklara kimin bakacak konusu var. Hatta son zamanlarında rahatsızlığı nedeniyle merdivenli evi bırakıp asansörlü bir eve taşındık, evin hazırlanması, taşınması işleriyle o uğraştı, bana sürpriz yapar evin son halini görmemi istemezdi, önemli bir fonksiyonu vardı. Siyasetçi olarak çokta zorunlu olmadıkça dışarı çıkan bir adam değilim. Yurtdışına çıktığımda dahi bir gün önce eve dönmek için biletimi daha erken alırım. Şimdi eve gidiyorsunuz ama sıcaklık yok. Bir eşle birlikte yürütmenin getirdiği sinerji olmuyor, bizimki de sosyal bir görev, topluma hizmete devam ediyoruz. Zaman dediğiniz şey çok nisbidir, biz inanan insanlarız, ölüm de bir takım gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor.
“ÜLKÜCÜ MÜCADELEDE FİİLEN YER ALDIM”
Siyasi hayata geçişinizi merak ediyorum zira Ortadoğu gazetesi 12 Eylül öncesi dönemde aktif olan ülkücülerden söz ederken, ‘Ateşle imtihan olmuş ülkücü’ tanımı kullanılıyordu…Siz ülkücü gelenekten gelmiyorsunuz bildiğim adarıyla…Ülkücü olmadan MHP’li olmak nasıl bir şey? Sizin MHP ile imtihanınız ne oldu?
Doğru değil. Ben lise1’den itibaren okulda Bozkurt Dergisi satardım. 73 Muhtırası dönemiydi sanıyorum, beni sorguya almıştı, “Kime satıyorsun?” diye sorduklarında “Parası olan herkese satıyorum” demiştim. Siyaset denilen düşünce mücadelesine orta son, lisede başladım. O yıllarda bir münazara vardı, toplumların ilerlemesine kadınlar mı daha fazla katkı sağlamıştır, erkekler mi? Araştırmalar yapıyorduk. Deniyordu ki, “Milyonlarca insanı öldüren Stalin, Hitler, Lenin erkek değil miydi?” O sıralarda Türkeş Bey’in Dokuz Işık’ını okuma imkanı bulmuştum. Bu vesile ile düşünce eklemiyle akıma girmiş olduk. Lise’de Eğitim Enstitüsü vardı, ondan sonra üniversiteye gittim, 1980 öncesi çatışma ortamı, o mücadelenin içinde fiilen yer aldım. Ben ülkücüyüm. Mücadelemi Diyarbakır’da sürdürmüş bir kimseyim. Fikri mahiyetteki mücadelelerde yer aldık, o zamanki ülkücü hareketin şiddetle alakası olan bir öğretisi yoktu…Boykotlar yapılıyor, okula gidemiyorsunuz, o zaman okula gitmeniz lazım, okula gidenler olarak sabahları gidip okulun önünü tutuyoruz…1980 öncesinde ülkücü işçilerde görev almıştım ama ülkücü düşünce sisteminde, mücadelesinde bir fiil bulundum. Her gün arkadaşlarımızın cenazesini kaldırıyorduk, bir çok yurtta kaldım. Bir arkadaşımla evde de kaldık, kaldığınız evin kapısına eşyaları yığıp ertesi günü çıkarttığınız bir terör ortamı içerisindeydik. Ama ben üniversite yıllarında da o mücadelenin içerisindeydim, siyasette de fikir mücadelesinin içinde her zaman vardım.
“KOLTUKLAR İNSANLARI BÜYÜTMEZ”
Ben eğer ülkeme hizmet etmek istiyorsam, tecrübemi arttırmam lazım diye düşünüyordum, akademik kariyeri bunun için yaptım, bana göre akademi siyasetin temeli. Ondan sonra da devlet yönetiminin içinde çok önemli yeri olan bürokrasi de yer aldım. Bürokraside; BOTAŞ Genel Müdür Yardımcılığı yaptım, Boru hattı kapatıldığı zaman BOTAŞ Genel Müdürüydüm, Cumhurbaşkanı Devlet Denetleme Kurulu Üyeliği yaptım, Enerji Bakanı Müşaviri, Türkiye Gübre Sanayi Genel Müdürlüğü yaptım, bürokraside önemli tecrübem oldu, artık bu görevlerden sonra ülkeye hizmete dönüşmesi gerekiyor, uygulayıcısınız ama bir de bu işin siyaseti oluşturacak bir noktaya varması gerekiyor, tecrübelerle buluşturmak lazım. Siyasette ilk deneyimim 1995 yılında oldu. Türkeş Bey ile o zaman görüşüyorduk, Keçiören’den birinci sıra Milletvekili adayı oldum, ama barajı aşamadık, tekrar bürokrasiye döndüm. TÜGSAŞ Genel Müdürü oldum, Sayın Bahçeli siyasete davet etti, Genel müdürlüğü tecrübeme katmak istedim, makama değer vermek durumundayım, bu da önemli. Koltuklar insanları büyütmez, bizim koltukları değerli kılmamız lazım. 1999 seçimlerinde Sayın Genel Başkanımla birlikte şu ana kadar olduğumuz süreçte fiilen sürdürdük.
"SİYASET HEM NİYET HEM KISMET MESELESİDİR"
MHP’de sözcülük anlamında çok önemli bir misyonunuz var…'MHP olarak siyasi iktidarla ben mücadele ederim, alternatifi de benim. Hiç kimse dışarıdan gazel okumasın.’ demiştiniz bir konuşmanızda. MHP’deki bu temsiliyet ve hakimiyet duygusu sizi Genel Başkanlığa taşır mı?
Bana genç öğrenci arkadaşlarım siyaset yapmak istediklerinde şunu söylerim: “Siyaset hem niyet hem de kısmet meselesidir” Benim önerdiğim şey daima önce kendinizi iyi yetiştirmektir, bulunduğunuz basamaktan çıkmayı değil bulunduğunuz yerdeki görevinizi iyi yapmayı amaç edinmektir. Onun ötesini düşünmekle ilgili hesap kitap yapmak, anlayışımda yok. Ben hiçbir işimi böyle yapmam. Bugün Genel Başkanımla mücadele sürdürüyorum ve bana gurup başkan vekilliği görevi verilmiş, ben bunu en iyi temsilini yapmak durumundayım, ondan sonraki süreç benim aklımdan geçen bir süreç bile değil.
“BENİM GÖREVİM KENDİMİ DEĞİL PARTİMİ İKTİDARA TAŞIMAKTIR”
Ama hedef koymaz mısınız?
Hayır hiçbir zaman hedef koymam, Cenabı Hak diyor ki, “Bugün Allah için ne yaptın diye düşün!” Ben bugün partimi temsil ya da gelişen konular konusunda bir ülkücünün veya vatandaşın ihtiyaç duyduğu mesajları verebildim mi, benim görevim bu. Tavsiyem, ben ne olacağım diye değil, attığı her adımı sağlam ve hakkıyla yapsınlar. Genel Başkanla aynı ekipte mücadele ediyoruz, bana düşen görev, benim bir yere gelmem değil, partimi iktidara getirmektir. Kendimi ön plana getirdiğim zaman o, bencillik olur. Temsil ettiğim milyonlarca insan var. Bize düşen görev, camiayı yükseltmek ve camiayı iktidara taşımaktır. Siyasetçi çok hesap-kitap yapmamalı, siyasetçinin biraz değerler ekseninde mücadele etmesi lazım. Siyasetçi kendi beklentilerini ön plana çıkartırsa, toplumun beklentilerini arka plana çıkartmaya başlar.
"HALK BENİ SAMİMİ, GÜVENLİR BULUYOR"
Milyonlarca insanı temsil ediyorum, dediniz. “Koca göbekle siyaset yapılmıyor” diyerek, 6 ayda 18 kilo verdiniz, vakit bulamıyorum diye bir süre sakallı gezdiniz. Sizce Türk halkının gözündeki imajınız ne?
Samimi ve güvenilebilecek bir insan olarak görüyorlar. Benim mücadele ettiğim insanlara haksızlık etmemem lazım. Yalan üzerine siyaset yapmamak lazım. Ben sizi kandırsam, bu kandırmanın maliyetini ben ödemez miyim? Bir insanı yanlış bir istikamete götürsem ne yaparım? Eleştireceğim konu neyse, düşüncelerim doğrultusunda “Bu doğru mudur, değil midir? “diye önce bir araştırırım, ondan sonra eleştiririm. Zaman zaman gazeteye verilen demeçlerin üzerinde durulur, o öyle söyledi diye değerlendirmem, orjinalinde ne söylemiş bulurum, tamam bunu söylemiş derim ve ondan sonra o söylem üzerine tavrımı ortaya koyarım. Benim için önemli olan, güvenilirliğim ve samimiliğim. Kim olursak olalım biz bir insanız, ister ilkokul mezunu olun, ister profesör, duygular aynıdır.
“SİYASETÇİNİN HALKLA GÜVENİ KESİLMİŞSE BİTMİŞTİR”
“DEĞERLERİME SALDIRANA HADDİNİ BİLDİRİRİM”
Yeni öğrendiğim bir şey bu benim. Siz iltifat ettiğiniz zaman aslında kendinizi anlatırmışsınız. Duyguların ortak noktada buluşuyor olması çok önemli.
Duygudaşlığı önemsiyorum. Türkiye’nin her yerinden insanlar arıyor. Şu konuda da bir konuşun derler. Kızanlar da vardır, geliyorlar, “Efendim siz aslında çok samimiymişsiniz” diyor. Sanal dünyada mücadele ettikleriniz, tuttuğu kişiyi seviyor, ben eleştirilerimi bir siyasi tavır olarak ortaya koymuyorum. Onlar da gördükçe, “Ya Başkanım bize çok vuruyorsun” Haksızlık yapıyor muyum, diyorum. “Yapmıyorsun da, içimizdekini söyleyiveriyorsun, yine de çok fazla üstüne gitme” diyorlar. Benim eleştirilerimden memnun olmayanların dahi benim samimi olduğuma ilişkin kanaate sahip olduklarını düşünüyorum. Siz birinin peşinden gitmek isteseniz niye gidersiniz? Güvendiğiniz için gidersiniz. Siyasetçinin halkla güveni kesilirse bitmiştir. Kaliteyi sağlayan o güven ilişkisidir. Benim vizyonum, tecrübem, dürüstlüğüm, heyecanım seviliyor. Mecliste hep ayakta olduğumu söylüyorlar, ayakta olduğum zaman görüyorlar, ben hep ayakta değilim. Çünkü itiraz ediyorum, bir önerge var, hemen devreye girmek gerekiyor, başka türlü olmaz ki. Bir de eliniz yandığımız zaman “Elim yandı” demezsiniz, “Uf” dersiniz. Değerlerimize bir saldırı olduğu zaman o konuda müsaade edin de tavrımızı ortaya koyalım. Değerlerimi korumasını bilirim ve bununla ilgili haddini de bildiririm.
"ESPİRİLİ SİYASET DE GEREKLİ"
Kâh; postal, cop, minyatür deve heykeli ve hâkim cüppesiyle, kâh sülüklerle, kâh kömürlerle, kâh para sayma makinesi, kâh simit… gösteri tadında yaptığınız basın toplantıları hafızalara kazındı…Son zamanlarda da sahneyi gemiler ve kardan adamlar aldı…Mizah dergilerinden değil halktan beslendiğinizi söylemiş, “Söyleyene değil söyletene bakın” şeklinde gönderme yapmıştınız. Sonradan mı bu üslubu kazandınız? Sizi bu şekilde alaylı dil kullanmaya iten siyasetin sahte yüzü mü?
Alaylı dil değil aslında. Alay etmek doğru bir şey değil. Takdir edersiniz ki insan bilgi bonbardımanına tabi tutuluyor, sürekli propaganda. Bu propagandayı nasıl aşabilirim ben? Yarım saatlik konuşmam verilmez, toplantılarda MHP’nin temsilcisi olamazsınız, o zaman vatandaşlarımızın görsel olarak hafızalarında kalacak şekilde ifade etmek zorundayız. Sanatçılarımız teşbihi şiirle yapmışlar, o derin duyguların içinden ses, saz çıkıyor. Müzik insanı alıyor götürüyor, hitabet de bir söz sanatı, mesaj iletme sanatı. Paris’te terör olmuş, sizin basın toplantınız var, kardan adam olmasa basın toplantısına kimse girmez. Benimki alay etme amacıyla değil, yapılan davranışın ne anlama geldiğini ortaya koymak amacıyla. Mesela püsküllü yalanı, püskülle göstererek anlattığınız zaman püsküllü yalan oluyor. Dolayısıyla bu tip hafıza çivileri meramınızı çok daha iyi anlatıyor. Bir tarafta Yolsuzluk-Rüşvet-Yolsuzluk düzeneği var, bir tarafta meclis aktör, diğer taraftan da emeklilere 24 lira zam yapılıyor. Bu iki çelişkiyi söylemek ayrı, göstermek apayrı bir şey. Emeklilerle yaptığımız kahvaltı, arkadan da rüşvet ve yolsuzluklarla ilgili kardam adam. Bunları nasıl buluyorum, vatandaşlardan geliyor. Oktay Vural’ın sözleri televizyonlarda 1 saat verilmiyor, 30-40 saniyede meramınızı anlatmak zorundasınız. Pinokyo burnun uzadı demek var, pinokyoyu getirip koymak var, mesajınızın daha direk, daha doğrudan yerine ulaşıyor. Diğerleriyle esprilerle siyaset yapmamız, mesaj iletmemiz gayet iyi.
“FİKRİMİZ HİÇ BİR ZAMAN İKTİDAR OLMADI”
“TÜRK-İSLAM FİKİR HAREKETİYİZ”
MHP davasında tüm sanıkların dilindeydi: ‘‘Dünyada fikirleri iktidarda, kendileri zindanda bir siyasi kadronun ilk örneğiyiz.’’sözü. MHP’nin şimdiki davası ne?
O sözler doğru değil. 12 Eylül ile ilgili fikrimiz iktidarda, kendimiz zindanda anlayışı doğru değil. Böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. Bizim fikrimiz bu şekilde değildi, bizim ülkümüz var, bu ülküye göre toplumun gelmesi gereken bir iktidar ortamı bize daha nasip olmadı. Fikrimiz hiçbir zaman iktidar olmadı. Siyaset, bir topluma, bir bireye vermek istedikleriniz ve mücadele ettiğiniz temel değerlerdir, biz bunu ülkü olarak adlandırıyoruz. Hep beraber nasıl bir Türkiye’de nasıl yaşamak istiyoruz sualini ararken, ortak paydalar ile birbirimize bağlılığımızı güçlendirecek şekilde yaşamamız gerekir. Mutlu insandan, mutlu ülke Türkiye’ye dönüşmeliyiz. Sahip olduğumuz medeniyetin kaynaklarını güçlendiren bir fikir hareketiyiz. Türk-İslam fikir hareketiyiz. Türk milletinin İslam’a yaptığı hizmet, İslam ile müşerref, İslam dediğimiz medeniyet anlayışı içinde bu düşünce ve fikirleri hem demokrasimize, hem de insanlığa sunma gayreti olan yüksek hedefleri olan bir hareketiz. Bunu sağlayabilecek bir ortama ulaşabilmiş değiliz ama ülküye her zaman ulaşabilir miyiz, ulaşılamaz. Çünkü ulaşmak istediğiniz bir başka hedef vardır. Çünkü bir hedefe ulaşırsanız, o zaman bitmişsiniz demektir. Ülkücü hareketin kademeli olarak ulaşmak istediği hedefler vardır.
“BEKA TEHLİKESİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ”
Bugünkü Türkiye’ye üzülüyorum. Bugünkü Türkiye, geçmişini tartışan, geleceği kaybettirilen, kimliği kaybettirmek istenilen bir ülkeye dönüştü. İnsanların hürriyetlerinin gasp edildiği bir ortam. Biz, milletlere istiklal, insanlara hürriyet diye bu mücadelemizi sürdürmüştük. İnsanların hürriyetinin gasp edildiği, demokrasin ortadan kaldırıldığı, egemenliğin bölündüğü, devletin bölünmez bütünlüğünün, milli kimliğimizin tartışıldığı bir ortam içerisinde biz bunları, millet ve devlet varlığına bir tehdit olarak görüyoruz. Bizim bugünkü gelişmelere karşı tavrımız, bir ülkücünün nasıl bir devlet, nasıl millet olmamız gerekeceği düşüncesini paylaşacak bir ortam sağlamıyor çünkü tehdit, bekaya yönelik. Bekaa tehlikesiyle karşı karşıyayız. Varlık mücadelemiz olmasaydı, daha tekamül edici neler yapmamız gerekirdi, onu tartışırdık biz. Varlığı görülen tehdite verilen önem ne yapılması gerektiğine dair önerilerimizin ön plana getirilmesini engeller. Ama hem beka önemli hem de ne yapacağımız önemli.
“BİZİM GİBİ ADINI TARTIŞAN BAŞKA BİR ÜLKE YOK”
Düşünün ki….şimdi sıranın geldiği soruyu siz bu cümleleri sarf etmeden hazırlamışım…"Yedi düvel, milliyetçi harekete bakıyor. MHP hiç eğilmedi, hiç bükülmedi. Evren paşalara da dimdik durduk. Şimdi de Tayyip paşasında dimdik ayakta duruyoruz" dediniz. MHP enerjisini ayakta, hayatta kalma mücadelesi için harcamıyor olsaydı, iktidar mücadelesi içine daha mı rahat girerdi?
Eğer bir milletin adı tartışıyorsa….Fransızlar, Almanlar, İngilizler ülkelerinin adların tartışıyor mu? Ben adımı tartışıyorum. Cumhuriyetin kuruluş felsefesini tartışıyorum. Türkiye’yi yönetenler, bir terör örgütü ile beraber bana gelecek biçiyor. Bizim herşeyden önce bu beka tehlikesini gidermemiz gerekiyor. Kurtuluş Savaşında çeşitli fikirler ortaya atılıyor, şöyle yapmalı, böyle yapmalı diye…“Ya önce kurtuluşu sağlayalım da, ondan sonra bunu yapmamız lazım deriz” Öncelikle bugün yapılan kötülüğü elimizle def etmemiz gerekiyor. Diyor ya, kötülüğü; önce elinizle, olmadı dilinizle, yoksa dilinizle def edin…Bu beka tehlikesini, tehlike olmaktan çıkartmak lazım. Ondan sonra da partiler arası rekabetimizi, daha iyi bir Türkiye, daha eğitimli bir Türkiye, daha refaha götüren bir Türkiye’de neler yapmamız gerektiğine taşıyacağız. Elbette bizim ekonomi, sağlık, eğitim politikasında düşüncelerimiz var. Milliyetçi düşünce sisteminin içinde bir bakış açımız var. Beka tehlikesine yönelik olarak, ortaya koyduğumuz tepki olmakla birlikte; hukuk devleti olması, demokrasi olması, insan hak ve hürriyetlerinin olması, mili toplum yapılarına bağlılığın güçlendirilmesi, bireysel olarak kişilerin yeteneklerinin güçlendirilmesi konularıyla ilgili görüş ve düşüncelerimiz var. Bunları da iletiyoruz. Beka tehlikesine yönelik mesajlarımız ön plana çıkıyor.
“BİR ŞEYİN PARALELİ KENDİSİ İLE AYNIDIR”
Mutlaka bizim de projelerimiz var ama bekamızı kurtarmamız lazım diyorsunuz ya… İlhan Selçuk: "Aslan MHP! Dincilere savaş açtı! Sadece milliyetçilik yapıyor, hem de helalinden" demişti. Dışarıdan bakılınca dincilerin dincilere savaş açtığı bu ortamda siz nerede duruyorsunuz?
Biz dinli bir partiyiz. Dini, siyaset ve ticaretin bir aracı olarak değil, dinimizin getirdiği yüksek değerlerle mücehhez bir toplum, bir insan oluşturmak istiyoruz. Bizim amacımız budur. Din maskesini kullanarak, dinimize aykırı adımlar atılmasını istemiyoruz, mücadelemiz bu anlayışa yöneliktir. Cemaatle Ak Parti. Ben bir siyasi partiyim, siyasi parti olarak muhatabım siyasi partilerdir, Türkiye’yi yöneten iktidardır, iktidarın sorumluluk alanında olan bir şeyin sorumlusu iktidardır. Türkiye’de bir çok cemaat var…Sosyal sermaye vardır…Çevreciler vardır…Vakıflar vardır…Eğitim Kurumları vardır…Bütün bunların sadece politik boyutu yok ki… Batı dünyasının üzerinde durduğu şey, bu güven toplumunu nasıl oluşturacakları. İnsanlar güvendiği bir toplum içerisinde olduğu zaman mutluluk kat sayısı artar. Bizim için, insanların şu cemaatte bu cemaatte olması problem değil. Milli toplum yapılarıyla entegre olmuş sivil toplum demokrasiye katkı sağlar. Bizim için asıl sorun Türkiye’nin nereye götürülmek istendiği ve kimin nereye götürmek istediğidir. Milletimizin çeşitli organizasyonunda yer alarak mutlu olması kendi tercihidir. Muhatabımız siyasetçidir. Kendi sorumluluğunda olan bir şeyi, paralelliğe indirgemekle sorumluluktan kurtulamaz. Paralelse, benim paralelim değil, onun paralelidir. Bir şeyin paraleli de kendisi ile aynıdır zaten. Aynada gördüğü şeyi paralel olarak suçluyorsa, aslında aynadaki görüntü ile kendi görüntüsü aynıdır, böyle bir şey varsa kendisi yapmıştır. Bir parti devleti anlayışı içerisinde kesimlerin tamamını suçlayan ve tehdit eden toptancı yaklaşımları kabul etmeyiz. Mesela Ergenekon, Balyoz olaylarında da tavrımız buydu. Darbe oluyor gibi şeylerle muhalif olan herkesi susturmak, medyayı susturmak doğru şeyler değil. Bugün de hukuka aykırı şeyler yapanın peşinden gidilsin. Ama bu eksende eğitimde, hayırlı işlerde bulunmuş herkesi suçlu gibi göstermek kabul edilir bir şey değil.
“CEMAATLERİ, VAKFLARI, STK’LARI SOSYAL SERMAYE GİBİ DÜŞÜNMEK LAZIM”
“BİR FRANKENSTEİN YARATTILAR, FRANKENSTEİN KENDİ ÇOCUKLARINI YEDİ”
2013’te geçirdiği rahatsızlıktan sonra Teşekkür metni yayınlayan Fethullah Gülen’in MHP’ten tek arayan olarak listesindeydiniz…Gülen sizin için ne ifade ediyor, dün ile bugün onun hakkında bir görüş farklılığı yaşıyor musunuz?
Yok benim bir irtibatım da yok. Bir medeniyet düşüncesini bir ülkü olarak, dünyaya yeni bir medeniyet hamlesini sunmak istiyorum. Benim birçok sivil faktöre ihtiyacım var, nüanslar farklı olabilir ama aynı kaynaktan beslenen insanlar. Fethullah Gülen cemaatini bir sosyal sermaye olarak düşünmek lazım. Benim karşıtım değil. Taksim’de ağaçları korumak için hareket edenleri de ziyaret ettim, onların ilgi alanı bu, o ilgi alanı benim de ilgi alanıma giriyor, cemaatin ne yapmak istediğini kendi networkleri içinde değerlendirmek lazım, ben Türkiye’yi yöneten insanların beni nereye götürdüğü ilgileniyorum. Şimdi bir otobüstesiniz, yanlış istikamette olduğunu görüyorsunuz, yolcu ile mi tartışırsınız, şoförle mi? Yanlış bir istikamet varsa şoförle tartışırsınız. 12 yıl boyunca kendilerine ait basın organlarında” Herşey güzel gidiyor” diyenler de kendileriydi. Ben şunu söyledim: “Bir Frankenstein yarattınız, Frankenstein kendi çocuklarını yedi” Hani darbe kendi çocuklarını yiyor ya, böyle bir durum oldu. O zaman bu sosyal sermayenin de kendisini gözden geçirmesi lazım. O süre içinde bizim için haksızca yayınlar yapıldı. Benim için önemli olan gücün etkisine girmiş olanlar değil. Vatandaş oy veriyor, ben vatandaşı mı sorumlu kılacağım, aldığı oyu yanlış kullananı mı sorumlu kılacağım? Aldığı oyu yanlış kullananı sorumlu kılacağım. Vatandaş tercihini yapmıştır ama yapılanların yanlış olduğunu söylüyorum. Nitekim bizim dediğimiz doğru çıktı.
“BUGÜNKÜ GİDİŞTEN GAYRİ MEMNUN OLANLAR VAR”
“AKP’Yİ DEĞİL, TÜRKİYE’Yİ YÖNETİMİNİ ELEŞTİRİYORUZ”
Yapılanların yanlış olduğunu söyleme noktasında Cemil Barlas’ın bir önerisi var, “Herkes kendi tuttuğu partiye akıl verse her şey çok daha iyi olurdu.. sanki iyiliğini istermiş gibi öbür partiye ukalalık ortalığı geriyor” Mesela kardan adam mizanseli konusunda bir twitter takipçisi de sizin için kardan adam yapacağına, kendi partisini adam etse yazmış. Elinizden gelse bunu yapar mısınız?
Bu tweeti kim yazdıysa şu var, “Kendi partisini adam yapsın” diyen bugünkü gidişten gayri memnun. Sorunu kendisinde değil başkasında bulan ifadesine gelince. Biz parti olarak AKP’yi eleştirmiyoruz ki…AKP, Türkiye’yi, beni yönetiyor, beni götürdüğü istikameti eleştiriyorum. Cemil Barlas, “Herkes kendi partisine akıl versin” demiş, adam bizi götürsün, arabayı uçurumdan aşağı götürsün, biz yolcu olarak sesimizi çıkartmayalım, ben nasıl istikameti değiştireceğim? Muhalefet Partilerinin görevi, Türkiye’yi yönetenin yaptığı yanlışlardan dönmesini temin ederek “denge” oluşturmaktır. Demokrasi böyle olur. Dengesiz demokrasi olmaz, kontrolsüz güç demokraside bizi yutar, demokrasinin dengeleri de; yasama, yürütme, yargı, medya. AKP’nin parti yönetimini değil, Türkiye’yi yönetimini eleştiriyoruz. İktidar Partisi, “Türkiye’de muhalefet yok, yeni muhalefet gerek” derken “Kendine bak!” demek lazım o zaman. Muhalefetin yeterli olmadığına yönelik bir kanaat oluşturmaya çalışıyorlar. Bu kanaat, AKP’nin tekelci yaklaşımı. Mecbursun buraya. Gayri memnunlar gitmesin diye muhalefet yetersiz. Alternatifin olmadığını söylemeleri, psikolojik bir algı operasyonudur.
“MHP OLARAK, TOPLUMLA İLİŞKİMİZİ GÖZDEN GEÇİRMELİYİZ”
Elbette bizim partimizin de neler yapması gerektiğini kendi iç dinamiklerinde çözmesi lazım. İğneyi kendimize batırıyoruz, iletişim stratejimizi, toplumla ilişkimizi gözden geçirmemiz lazım, ana hatlarıyla ortaya koyduğumuz mesajda bir problem yok ama bu mesajı topluma iletmemizde problemlerimiz var, bu problemleri çözecek olan biziz. Medyanın işgal edildiği açık, ya havuz medyası var, ya TMSF var, ya merkezde sopayla kontrol edilenler var, Türkiye’de sağlıklı işleyen bir demokrasi yapısı da yok. Elbette bizim iletişim stratejimizi, pazarlama stratejimizi gözden geçirmemiz lazım ama medyanın da medya olması lazım.
“MHP OLARAK ENTEGRASYONUN YANINDAYIZ”
Ana hatlarıyla mesajlarımız doğru dediniz ama….En büyük tehlikenin, milli kimliğin ayrıştırılması olduğunu belirterek, ''Bu, çok tehlikeli. Bir yerde insanların dilleri, okulları, camileri ayrılırsa huzur olmaz'' demiştiniz. MHP’yi yeniden dizayn etme şansınız olsa ülkülerin hangisinden başlardınız?
Ortam çok eleştirisel ama bunun yanında MHP olarak bizim nasıl bir Türkiye oluşturacağımızı pozitif bir algıyla iletmemiz gerekiyor. Mesele sadece eleştirmek değil. Beka meselesi mesele olunca olanlara tepki duyuyorsun. Ama beka meselesi, bugün yapılanların, statükonun devam etmesin anlamını taşımıyor. Terörle mücadelede geldiğimiz bu noktayı eleştiriyoruz ama bundan önce yapılanları da eleştiriyorduk, rahmetli Başbuğumuzun ortaya koyduğu gibi; “Terörü 6 ayda bitiririm ama bu mesele sosyolojik, ekonomik boyutlarıyla güçlendirilmesi lazım” 2002 yılında terör oldu ama toplumların entegrasyonunu sağlayacak, bireyleri milli toplum yapısına bağlayacak, beraber ortak geleceği sağlayacak bir zemin ortadan kayboluyor. MHP olarak biz, entegrasyonun yanındayız. Almanya’daki Türklere, “Almanya’da entegre olun” derken, biz neden burada entegrasyonu sağlamıyoruz. Kürt kökenli vatandaşlarımızı; dil olarak, bölge olarak ayırmak çözüm müdür değildir.
“AKP, ABD’NİN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN TAŞERONUDUR”
“AKP BİR PROJE PARTİSİDİR”
Ak Partiye gelelim…28 Şubat’ın uluslararası bir projenin Türkiye ayağı olduğunu savunarak, “Aslında bugün AKP’nin doğum günüdür” demiştiniz. Yani Ak Parti ülkede 28 Şubat benzeri ortamlar olmazsa varlığını sürdüremez mi?
28 Şubat’ta yaşananların aynısı yaşanmıyor mu, paraleller diyoruz da, daha önce suçlananlara yapılanlar da paraleller değil miydi? Çevik Bir, 21 Şubat’ta Washington’da CIA ile toplantı yaptığı zaman, “Erbakan’dan sonra kim gelebilir?” dediği zaman, “Recep Tayyip Erdoğan gelebilir” demesi tesadüf müdür? Ben AKP’nin bir proje partisini olduğunu, ılımlı İslam adı altında politik İslam ile ilgili talepleri iktidara getirmek suretiyle, bu coğrafyada kendi istek ve arzularını yerine getirmek için hazırlanmış bir proje olduğunu düşünüyorum. En büyük destekçisi, ABD’nin verdiği büyük Ortadoğu projesinin eş başkanı olmasıdır. Bu projenin amacı ve hedefi, Ortadoğu millet ve devlet yapısının yeniden tanımlanmasıdır. Etnik ve mezheplere dayalı küçültme operasyonudur. Ve bu küçültme operasyonunun en önemli taşeronu AKP’dir. AKP muhafazakar, demokrat olmasına rağmen, toplumda muhafazakar değerlerde çok büyük bir yozlaşma olduğunu görüyorum. Çalışıyorlar ama çalıyorlar, çalıyorlar ama çalışıyorlar…şeklinde bunları mübah gören bir anlayış.
“DEVLET KURUMLARIYLA, MİLLET MİLLİ KİMLİĞİ İLE ÇÖKERTİLİYOR”
AKP’nin uygulamaları, sahip olduğumuz temel değerlerden uzaklaşmamızı sağlıyor. Ve bu yönüyle milli kimliğimizi tartışmaya sokmak suretiyle bekamızı tartışmaya açıyor. Bunu kim yapabilir, bu milletin içindeymiş gibi görünen bir zihniyet yapabilir. Devletin kurumları çökmüştür. Polisin yapısına, yargıya, TSK’ye güven kalmadı. Aileme geldiğim zaman huzur duyuyorum demiştim. İnsan olarak da millet ailesi içinde huzurlu olmalısınız. Kendimizi güvende hissedemiyoruz, kurumlara güven yok. Devlet kurumlarıyla, Millet milli kimliği ile çökertiliyor. AKP bir Truva atıdır. Milleti ve devleti yüz yıl önce önümüze getirilen Sevr istikametinde dövüştürmek istenen bir yaklaşım tarzıdır. Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” kitabı var diyor ki: “Türkiye en bölünük ülkedir ama bu bölünük ülke, muhtedi hale dönüştürülemez, kendi isteğiyle muhtedi dönmesi gerekiyor” AKP, bizim sahip olduğumuz medeniyeti, tek bir medeniyete bağlamak için bir projedir.
"BEN ERDOĞAN'IN KULLANDIĞI SÖZLERİ KULLANIYORUM"
AK Parti için bir proje diyorsunuz ama Erdoğan sizin için bir çok sıfata haiz oldu. ‘Kandil'in vuvuzelası’, ‘Porselen dükkanına girmiş fil’, ‘Siyasi soyka’, ‘Dunning Kruger sendromlu’ (Cahil cesareti) gibi benzetmeleriniz nedeniyle Erdoğan çok defa manevi tazminat davası açtı. Erdoğan ile neden bu kadar uğraşıyorsunuz? Onu sevmediğinizi ilk ne zaman anladınız? Erdoğan siyasi bir figür olmasaydı da yine sevmez miydiniz?
Benim kişisel bir problemim yok. Eğer Kandil ile beraber Türkiye’nin geleceği üzerine bize yabancı bir proje peşinde koşuyorsa bir kere bana yabancıdır, vuvuzela bana yabancıdır, vızıltı olarak görürüm. Bunlar, Erdoğan’ın kullandığı sözler üzerine benim verdiğim cevaplardı. Mesela bir dava konusu da şu oldu. “PKK ile görüşen şer…dir alçaktır” demişti. Sonra PKK ile görüştüler. Ben de dedim ki: “PKK ile görüşen alçaktır demiştiniz, bunlar sizin kartvizitinize yapıştı” dava açtı. Bu söz benim değil, kendisi söylemiş. Yargının siyalaşması budur.
“BEDEN(ERDOĞAN)-RUH(MİLLET) UYUŞMAZLIĞI VAR”
"ERDOĞAN FİGÜRÜ MAKYAJ"
"ERDOĞAN'IN ONA OY VEREN İNSANLARIN DEĞERLERİYLE İLGİSİ YOK"
Peki Erdoğan şahsi olarak nasıl, lider profiline uygun mu?
İnsanlar oy vermiş, oy verdiklerine göre onda buldukları bir şey var demektir. Aslında oluşturulmuş bu figürün makyaj olduğunu düşünüyorum. Ona oy veren insanların değerleriyle ilgisi olmadığını, güvenilmez birisi olduğunu düşünüyorum. Onun için bunları dile getiriyorum. Bir taraftan İsrail’e atıp tutacaksın, diğer taraftan da İsrail’in istediği dış politikayı yapacaksın. Ben bu çelişkileri ortaya koyuyorum. Çünkü İsrail’e atıp tuttuğu, “one minute” dediği için bunlar oy veriyor, one minute’den yarım saat sonra özür diledi, OECD üyeliği kazandırdı. Suriye’de İsrail adına bir vekaleten savaş ortamı oluşturuldu. Vatandaşlar, her halde oy vermeye mecburiyetten, zorla gitmiyorlardır. Ama oy veren toplumun değerleriyle, Recep Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı politikalar arasında derin bir uçurum olduğunu düşünüyorum. Beden ve ruh farklı, beden ve ruh uyuşmazlığını ifade etmek için bu ifadeleri kullanıyorum. Beden o, ruh milletin ruhu ama o beden bu ruhu taşımıyor. Böyle göstermesinler. 12 yıl boyunca her yaptığı doğru diye birlikte olanlar, bugün onun karşısında paralel çete olarak nitelendiriliyor. Bu bizim ne kadar haklı olduğumuzu da ortaya koyuyor.
Erdoğan sizi dava ettiği gibi siz de kendisini ettiniz… “Anayasa değişikliği için 12 Eylül'de yapılan halk oylamasında “hayır” diyenleri “darbeci” olarak nitelendirdiği iddiasıyla aleyhinde 25 bin liralık manevi tazminat davası açtınız fakat bu dava reddedildi…
Bana “Darbeci” diyor…Sevsinler sizin gibi Yargıçları, Savcıları. Savcı NTV’de yaptığı konuşma ile diyor ki: “Başbakan görevini yapmıştır” Yani bana ‘Darbeci’ demek Başbakanın görevi mi?
“ERDOĞAN DARBE YAPIYOR”
“17-25 ARALIK DARBEDİR”
Darbeci olmak sizin zorunuza gitti, aslında darbe bu kadar kolay ifade edilmemeli belki de…? Askeri darbe, sivil darbe, yargıya darbe…”Hükümet, gücüne güç katmaya çalışıyor. İnsanların kendi statüleri ile ilgili mahkemeye gitme hakkı bile elinden alınıyor. Bu ancak darbe yönetimlerinin tezahürüdür. 12 Eylül, 28 Şubat ne yapıyorsa aynısını Recep Tayyip Erdoğan yapıyor.” Erdoğan da mı darbe yapıyor?
Evet. Erdoğan da darbe yapıyor. Erdoğan da güç sahibi olarak, hukukun ön görmediği adımları atıyor, benim özgürlüklerimi kısıtlıyor, beni suçlu ilan ediyor, hepimizi makul şüpheli ilan edecek noktaya geliyor. Kendisini korumak için kanunlar çıkartıyor. Evren geçici 15 ile Milli Güvenlik Konseyinin yaptığı iş ve eylemlerden sorgu yapılamaz diyor, kendisi de MİT yasasına Başbakanın belli görevleri verenlere dokunulmazlık zırhı getiriyor. Bunlar aynı zihniyetin tezahürü. Fişlemeler yapıyor. 12 Eylül’de de fişlemeler oldu, burada da oluyor. Darbe dediğimiz şey, bir kişinin kendisini kimseye karşı sorumlu görmeyip, hukuka karşı da sorumlu görmeyip gücün tek kaynağının kendisi olduğunun düşünülmesidir. Evren de öyle. 17-25 Aralık’a ‘Darbe’ diyenler kendi hukunu oluşturuyor. Bizim hukukumuza göre “Rüşvet ve Yolsuzluk” kendi hukukuna göre “Darbe” Aslında ben de 17-25 Aralık’ın darbe olduğu kanaatindeyim. Çünkü bugüne kadarki siyasete baktığımız zaman, AKP’nin günah işleme özgürlüğü, küçük küçük hırsızlıkları büyütmüşler ifadeleri, çalıyorlar ama çalışıyorlar ifadelerine bakılırsa….Rüşvet ve yolsuzluğu kendi görev alanlarında görüyorlar. Rüşvet ve yolsuzluğun ortaya çıkartılmasını bir darbe olarak görüyorlar. “Rüşvet ve yolsuzluğu yapmamı nasıl engellersin, sen benim görevimi yapmamı engelliyorsun” diyor ve bana göre bu zihniyet, rüşvet ve yolsuzluk konusunda kendisine darbe yapıldığını kabul ediyor.
“DARBENİN ÖZÜ, GÜÇ MEDENİYETİDİR”
Meclise darbelerin araştırılması konusunda önerge verdiğinizde…Darbelere karşı ortak tavır oluşturulması gerektiğini, bunun için 'iyi darbe-kötü darbe' ayrımına karşı çıkmanın zorunluluk olduğunu vurgulamıştınız...Öyle ya da böyle darbe Türkiye’nin yönetim biçimi haline geldi sanki… Adli kolluk yönetmeliğinde yapılan değişikli için Fiili olarak bir darbedir” dediniz. Yüce Divan oylamasının yapılacağı gün Sivil Dayanışma Platformu’nun gazetelere verdiği ilan için, "Bunlar postalsız darbeci" dediniz. Darbe kadar ağır bir mevhumu çok sulandırdığınızı her yerde kullandığınızı düşünüyor musunuz?
Darbe nedir, hukuk düzeni dışında kendi istekleriyle yeni bir düzen oluşturmak. Adam kalkıyor diyor ki: “Siyasi ikballerini sağlam iradenin gölgesine borçlu olanlar, Yüce Divan sürecinde darbe yapmak istiyorlar” TBMM’de bir meclis soruşturması var…Milleti temsil eden yegane makam. Bu Evren Paşa zihniyeti değil mi, darbeci zihniyet. Darbe dediğim şey, gücü elinde tutanların kendi hukuklarını oluşturması. Darbenin askerle yapılması önemli değil. Hukuku istediği gibi değiştirir, insan hak ve hürriyeti düşüncesine müdahale eder, hukuk düzeni dışında sorumlu olmadığı bir yapı oluşturur. Darbenin özü, güç medeniyetidir, ben güçlüyüm, o zaman haklıyım der. Biz ise Başbuğumuzun dediği gibi şunu diyoruz: “Hak, haklınındır, güçlünün değil”
"DEVLET DİNLENİYOR, DEVLET BİZİ DİNLİYOR"
Bir diğer gündemimiz tapeler…dinlemeler…Sizin Ulaştırma Bakanı olduğunuz dönemin de konusu… Turkcell, Telsim, Aria üzerinden telefon dinlemeleri….Dönemin ANAP İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, telekulak skandalını soru önergesiyle Meclis'e taşımıştı. Ve siz epeyi bu konuların muhatabı oldunuz. Bir devlet dinleniyorsa bundan; dinleyen mi, dinleten mi daha sorumlu?
Ben muhatap olmadım. Devlet kendisini dinletmesin. Devleti biz bilgi güvenliğimizi sağlasın diye kurduk. Bilgi güvenliğimizi sağlamazsa, devletin gizli belgelerini başkaları istediği gibi alırsa, o zaman adama sen ne biçim devlet yöneticisisin diye sorarlar. Bir devlet önce kendisinin dinlenmemesi için tedbir alması lazım. Suriye konusunda dinlendiği için feryat ettiler ama siz oranın güvenliğini sağlamak için ne tedbir aldınız, hangi güvenlik açığınız var, bunun sorumlusu siz değil misiniz? Kozmik odaya, suikast bahanesiyle girdiler, kozmik odaya girildiği zaman “Safraları atıyoruz bütün her şey ortaya çıkacak!” dediler. Bülent Arınç: “Kozmik odalara girmek için beni kullanmışlar” diyor. 2009 yılında suikast olayı olduğu zaman ben Bülent Arınç’a demiştim ki: “Kozmik odaya girmek için Bülent Arınç’ı levye olarak kullandılar” 6 yıl sonra Arınç diyor, benim söylediğini. Hem devlet dinleniyor, hem de devlet bizi dinliyor. MİT, Emniyet önleyici istihbarat faaliyeti içinde hepimizi dinliyor, izliyor, fişliyor. Buna hakkı yok.
"AKP, MARMARAYI RÜYASINDA GÖRÜRDÜ"
2002’de sizin gündeminizde yer alan ‘Marmaray'ın görüşmeleri sırasında üçüncü Boğaz Köprüsü'nün yapımı askıya alınmıştı, 2015 yılı dikkate alınarak yapılan projeksiyonlara göre üçüncü köprüye ihtiyaç olmadığını söylüyordunuz. Ak Partinin hizmetlerindeki payınız nedir? Bugün baktığınızda Ak Partinin cesaretle atladığı projelere sizin çekimser kalmanız bir başarısızlık olarak yorumlanabilir mi?
Değil. Marmaray’ın ihalesine çıkan, kredisini bulan benim. Bunlar ancak rüyasında görürlerdi. Hani bir ara demişti, ben ecdadımı raflardan indirdim…diye. Ecdadın projesi dediğinini biz indirdik, ihalesini yapan benim. Fakat o zaman “Marmaray yapılmasın, köprü yapılsın” tartışması vardı. Ben de önceliğimize göre hareket ettim. Çünkü bu, 12 tane karayolu köprüsüne eş değer. Benden sonra da Abdülkadir Akça’nın Bayındırlık Bakanlığı döneminde 3.köprü ile ilgili fizibiliteler yapılmıştı. Marmaray yapılmasın derken bizim önceliğimiz toplu taşımaydı. Köprü ihalesi Marmarayı ötelememeli, dedim. Türkiye’nin ihtiyaçları ikisini de gerektirebilir.
“DEMİRYOLU, BÖLÜNMÜŞ YOL VE SAĞLIK AK PARTİNİN DOĞRU POLİTİKALARIDIR"
Ama şimdi hepsi birden yapılıyor…
Ama Marmarayda 7 yıl gecikme vardı. 3.köprü bizim zamanımızda vardı, hatta körfez geçişi ihalesini Koray Aydın zamanında yaptık. Ama Ermeni meselesi çıkınca, Fransa ihaleye girdiği için, tepki olarak biz tepki olarak o ihaleyi iptal etmiştik. Bugün AKP’ye bakıp da 3.Köprüye ihtiyaç yoktur dememiz mümkün değil ama önceliğimiz toplu taşımdır. O Bayındırlık Bakanlığına bağlıydı, Marmaray da bana bağlıydı. Tabi ben, Marmarayın yapılmasının önceliğimiz olduğunu düşünüyorum. Bugün hizmetlerine baktığımız zaman, barajlar kralı Süleyman değil mi, yollar Menderes zamanında olmadı mı, Ak Parti de bölünmüş yolları yaptı. Bölünmüş yollara ağırlık vermesi doğru bir politikadır ama bölünmüş yolları kalitesiz yapması vatandaşın parasını heder etmektir. Bölünmüş yolları biz başlattık zaten. Doğru gördüğüm şeylerden biri de Demiryolu ağlarına ağırlık verilmesi. Bu doğru bir politikadır ama İzmir-Ankara-İstanbul demiryolu ihalesine ben çıktım, İzmir-Ankara projesinin fizibilitesini ben çıktım, bu politikalar doğrudur, onun dışında sağlık sistemini tek çatı altında topladı. Bu da bizim projelerimiz dendi. Ama bugün geldiğimiz noktada, vatandaşın cepten ödemeleri arttı. Biz bunları eleştirdik.
"HAVAALANI YAPMIŞLAR UÇUŞ YOK"
Ak Parti döneminde üst üste havaalanları açılırken, sizin döneminizde bazı etkenler dolayısıyla Uşak, Sinop, Tokat, Balıkesir merkez, Zonguldak Çaycuma havalimanlarından zarar edildiği gerekçesiyle kapatılması söz konusu oldu…Kapatılmayıp statüsü değiştirilenler de oldu Isparta Süleyman Demirel Havalimanı gibi. Bunlar taktir noktasına getiriyor mu sizi?
Kapatma yok, atıl havaalanları vardı. O zaman dışarıdan borçlanıyorduk, kamunun tasarruf yapması gerekiyordu. Bir yere havaalanı yapmışlar, uçuş yok. Uçuş yok ama orada insanları istihdam ediyorsunuz. Türkjet diye bir proje hazırladım, iç hat hava yollarının genişletilmesi, çapraz uçuşların yapılarak atıl havaalanlarının harekete geçirilmesi projesi idi. Bugün iç hatlardaki havaalanlarının kullanılması için daha ucuz işletmecilik yapılacak projeyi ben gündeme getirdim. Maksat havaalanı yapmak değil, maksat havaalanının işletilmesini sağlamaktır. Havaalanını çalıştırmak için uçak çalışacak, uçak çalışması içinde inşatları cesaretlendirmek lazım. Hatta 11 Eylül olmuştu, THY’da Antalya’da toplantı yaptık, THY küçülelim diyordu, ben: “Hayır arkadaş bu fırsattır, büyümenin yolunu bulmamız lazım” dedim. O zamanki temel vizyonumuz buydu. Atıl personeli bir yerden bir yere getirmekti amaç, havaalanı kapatmak diye bir şey olmaz. Kaldı ki biz o zaman Antalya havaalanı pistlerini açtık, yeni bir pist için ihale çıktık, Kars’ta havaalanı açtık, bir şeyi kapatmakla olmaz ama yaptığınız şeyi de verimli kullanmanız lazım.
“BİZ TERÖR DE, TÜRKİYE DE BİTMESİN DİYORUZ”
Apo’yu Kurtarma Partisi….PKK değil TSK çekiliyor… Sürecin sonu özerklik, Öcalan’a af…Ahmet Hakan sürecin en lerini sıralarken sizi “En Muhalifi” kategorisine koydu. Size göre çözüm süreci nasıl olmalı? Ak Parti nasıl projeyle size gelirse çözüm sürecine desteğiniz tam olur?
Neyi çözüyorlar? Önerdikleri çözüm nedir? Terör sorunu nasıl biter? Terör yapanlar silahı bırakır biter. Silahı bırakma karşılığında, KCK örgütlenmesini, eyaleti, özerkliği kabul etmek zorunda mıyız? Zorundaysanız bu çözülmedir. PKK’nın siyasal amaçlarını silahlı yerine getiremedi, silah bırakma karşılığında yerine getirelim demektir bu…. Apo’yu Kurtarma Partisi demişim, doğru değil mi, bugün zaten terörist başının ev hapsi konuşuluyor. Biz terör değil, Türkiye bitmesin diyoruz. Terör de bitsin Türkiye’de bitmesin. Gasp eden birisinin amacı yok mudur, parası yoktur, paylaşalım der. Terör meşru bir araç değildir, Terör örgütü muhatap alınamaz, Terör örgütünü marjinalize edeceksiniz, silahı tehdit olarak kullanmasını engelleyeceksiniz ve ondan sonra toplumun içindeki sorunlarla çözüme gideceksiniz. Ben bunu terörü bitirmek olarak görmüyorum, siyasal bir çözümdür. Siyasal çözüm de, devletin, milletin yeniden tanımlanmasıdır, özerklik verilmesi, anadilde eğitimle milletin dilini bölmektir, devletin üniter yapısını çözmektir, önerdikleri çözüm bu. Ben bu çözüme karşıyım. O zaman sevri niye yırttık, sevre çözüm olarak da da Kürdistan önermişlerdi, Kürdistan özerk bölgesi vardı, soruyorum: servi niye yırtıp attık?
“AKP, MHP’YE SALDIRIP, PKK’YI KOLLUYOR”
“Biz PKK’ya vuruyoruz ses AKP’den geliyor” dediniz. PKK’nın samimiyetine, geri çekilme sözüne inanmıyorsunuz ama PKK’ya mı, Ak Partiye mi bu konuda daha çok güveniyorsunuz?
AKP’nin PKK Terör örgütünü güven duymasını yadırgıyorum. Bir milletin egemenliğini kullananların silahın egemenliğini Marksist, Leninist bir örgüte güvenmesini kabul edemiyorum. Meselenin özü budur. Bakıyorsunuz MHP’ye saldırıp, PKK’yı kolluyorlar.
Yolsuzluk iddiaları sebebiyle istifa etmek zorunda kalan bakanların fezlekeleri 45 günün ardından savcılığa iade edilirken, Bahçeli hakkındaki 23 Mart 2013’te düzenlenen Bursa mitinginde partililerin “Vur de vuralım, öl de ölelim” şeklinde sloganlarına, “Onun da zamanı gelecek.” sözleri hakkındaki fezleke Meclis’e geldi. Bahçeli’nin sözü fezlekeye konu olacak nitelikte mi sizce?
Bence bu fezleke bir tehdittir. Korkutma, sindirme amaçlı. Türkiye’de bölünme süreci yaşandığı zaman ne yapacağız? Beklenecek mi? Cumhuriyetin, bekasına yönelik bir saldırı olduğu zaman elimiz, kolumuz bağlı mı kalacak? Bu bir irade beyanıdır. Millet olarak yaşamamızı önleyecek her türlü tuzağı bütün imkanları kullanarak ber taraf ederiz, Allah bizi o noktaya getirmesin.
Ankara 11.İdare Mahkemesi, "TBMM Başkanlığı'nın dört eski bakanla ilgili fezlekelerin milletvekillerinin tetkikine açılması" yönündeki başvurunuzu kabul etmemesi üzerine açtığınız davayı, "incelemeksizin" reddetti. Sizin bireysel çabanız kadar yolsuzluk konusunun üzerine gidildi mi sizce partiler tarafından?
Mahkeme TBMM’nin savunmasını aldı. Yani davayı önce kabul etti. Sonra kararla red etti. Bu konuda partilerin önemli ölçüde mücadele gösterdiğine inanıyorum, yolsuzluk konusu siyasete güveni zedeleyen en önemli husustur, bu mesele sadece AKP ile ilgili değildir. Bu meselede kendimi de ortaya koyuyorum. Yolsuzluk siyasetin üzerinde gölgedir, ben sokaktaki vatandaşlarımın siyaseti, rüşvet ve yolsuzluk şeklinde algılaması beni de o kategoriye koyması siyasete yönelik bir tehlikedir, o bakımdan mücadele topyekun yapılmalıdır.
"Soruşturma komisyonu bir çamaşır makinesi olarak kullanılmıştır” dediniz.
Öyle oldu, aklama-paklama yeri…Ama Türkiye’deki deterjanlarla makinelerle aklamaya yetmez.
"GEZİ, DERİN AKP'NİN TUZAĞIDIR"
Sokağa çıkan topluluklara seslenip; “Sokakta değil sandıkta hesap sorun” demiştiniz. Sizce sokağın gürültüsü sandıkta neden yankı bulmuyor? Bu kadar politize olmuş bir gençlik, geleceği inşa etmekte neden zorlanıyor dersiniz?
İnsanların demokratik hakkı kullanmasına bir diyeceğimiz yok ama bu işi sokağa götürüp, karanlığa taşıdığınız zaman olmuyor. Biz 1980 öncesini yaşadık, sokaklar karanlıktı, taşeronlar, tetikçiler devreye sokuldu, toplumsal muhalefetin demokratik hakkını kullanması, tepkisini ortaya koyması önemli ama bu muhalefeti sokağa götürerek, toplumsal muhalefeti marjinalleştirmek Türkiye’yi yönetenlerin oyunudur. Gezi ile bu dönem içinde İmralıya ziyaret izni verildi, İmralı Geziye selam gönderdi, niye devlet izin verdi, niye Gezi Parkı olaylarına olumlu tepki verdi, çünkü marjinal unsurları dahil etmek suretiyle AKP üzerindeki toplumsal muhalefeti marjinalleştirmek çabası vardı. Bu bir tuzaktır. Derin AKP’nin tuzağıdır. Gezinin marjinalleşmesi, sokağa taşınması derin AKP’nin tuzağıdır. Tepkili gençliğin ömrünün hepsi AKP döneminde geçti. Zannederim değişimi en fazla onlar isteyecektir. Bu nesli iyi anlamak lazım. Bizim 80 öncesinde yaşadığımız olaylarla anne babamızı yanımıza getirdik. Ben inanıyorum ki, bugünkü gençler ailelerini taşımaya başlayacaklar. Bu önemli bir demokratik değişimi gerçekleştirecek, buna da inanıyorum.
“TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ AKP DEĞİL, PKK BELİRLİYOR”
AK Partinin yeni seçim döneminde vaadinin misyonerlik olduğuna, kilise açma sözleri üzerine dikkat çektiniz. MHP’nin yeni seçim dönemine dair vaatleri neler? “2015 seçimleri gerçekten yeni bir iktidarın, yeni bir anlayışın iktidara gelişine vesile olacaktır” dediniz. Yani Ak Parti dönemi kapanıyor mu?
Kilise açma taahhütü, ihtiyaçtan mı siyasi ihtiyaçtan mı yapıldı bilmiyorum ama ben Ak Parti döneminin kapanması gerektiğini düşünüyorum. Türk siyasetinin daha dengeli olması lazım. MHP’nin yükselmesi, AKP’nin inmesi gücün dengeye gelmesi gerekir. Güç, milli güçle dengeye gelir. Milliyetçi güçle, bu güç dengeye geldiği zaman toplum daha dingin bir noktaya gider. Bugün ucu açık bir karanlık sürece götürüyorlar. Çözüm süreci adı altında pazarlıklar AKP’nin boğazını sıkmış durumda. Bu durumda neye evet, neye hayır diyeceğini ortaya koyan bir siyasi iktidar olması lazım. 2015 seçimini tarihi bir süreçte gerçekleştiriyoruz. Hem yolsuzlukluk karşısında hesap veremeyen bir parti, hem çözüm sürecinin Türkiye’nin geleceğini AKP’nin değil PKK’nın belirlemesi durumu. Milletin belirleyeceği bir ortam demek. Yeni bir anlayışa ihtiyaç var, demokrasiye, hukuka önem veren, entegrasyonu güçlendirecek, Kürt vs diye ayırt eden değil aksine bir aile olduğumuz duygusunu veren yeni bir siyaset anlayışına ihtiyaç var, onun da MHP olacağını düşünüyorum.
YORUMLAR