Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubesi'nin Konya İl Halk Kütüphanesi'nde düzenlenen kültürel etkinliklerinin bu haftaki misafiri TRT İstanbul Bölge Müdürü Doç. Dr. Abdülhamit Avşar 'dı. Avşar, Van Gölü Havzasında Selçuklu İzleri'ni anlattı. TYB Yönetim Kurulu Üyesi Sadık Gökce tarafından hazırlanan programı TYB Konya Şube Başkanı M. Ali Köseoğlu'nun yanı sıra Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Demirci, BYEGM İl Müdürü Cemil Paslı, Konya İl Halk Kütüphanesi Müdürü Hasan Coşar, akademisyenler, yazarlar ve öğrenciler ilgiyle takip etti. Konuşmasına "Selçuklu'yu anlamadan Osmanlı'yı anlamanın mümkün olmadığını, Selçuklu medeniyetinin Osmanlı Devleti'nin teorisini oluşturduğunu ifade ederek başlayan Doç. Dr. Abdülhamit Avşar "Selçuklu öyle gelir-geçer bir topluluk değil, medeniyet inşa eden bir topluluktu. Selçuklu Orta Asya'dan orta doğuya tüm Türk-İslam coğrafyasını ihata eden ve tek bir bayrak altında toplayan, bütün bu medeniyetleri kendi anlayışı içinde eriterek yeniden bir medeniyet inşa eden bir devletti. Bugün bir çok devletin yer aldığı İslam coğrafyası ilk defa günümüz sınırlarına yakın bir şekilde Selçuklular zamanında bir araya toplanmıştı" dedi.
OSMANLI'NIN DEVLET GELENEĞİ SELÇUKLU'DAN
Selçuklunun medeniyet ve devlet felsefesini anlamadan Osmanlı'yı anlamanın mümkün olmayacağını, Osmanlı'nın Selçuklu Devlet geleneği ve temelleri üzerinde inşa edildiğini ve gelişen süreç içerisinde bir Cihan İmparatorluğu haline geldiğini söyleyen Doç. Dr. Abdülhamit Avşar, Selçuklunun tarih sahnesine çıkması ile birlikte Büveyhoğulları ve Fatimiler arasında sıkışıp kalan Sünni İslam anlayışının rahat bir nefes alma fırsatı bulduğunu söyledi. Türklerin İslam'ı kabul etmesinin kılıç zoru ile değil gönüllü ve inanarak gerçekleştiğini belirten Doç. Dr. Avşar sözlerini şöyle sürdürdü: "Osman Turan bey Türklerin İslamiyet'i kabul edişindeki temel faktörleri anlatırken iki hususun altını çizer. Birincisi İslamiyet'in temsil ettiği yüksek medeniyet ve ahlak anlayışı. İkincisi ise İslamiyet'in sahip olduğu nizam-ı âlem, fütuhat fikrinin kendi medeniyetlerinde ve kültürlerinde görmüş ve anlamış olmalarıdır. Hakikaten öyle. Kızıl elma ile nizam-ı âlem aynı şeyi ifade ediyor. Türkler İslamiyet'i kabul ettikten sonra bu iki ana öğeden ayrılmamış, ahlak ve medeniyet anlayışları ile temaruz ettikleri gibi hiç bir zaman da kutlu davalarından vazgeçmemişlerdir."
ANIT MEZAR GELENEĞİ TÜRKLERDE VAR
İslam Aleminde, Türk Dünyası dışında anıt mezar geleneğine fazla rastlanmadığın belirten Doç. Dr. Abdülhamit Avşar, bu geleneğin Orta Asya'dan ve hatta İslam öncesinden taşındığını belirterek, "Selçuklular Anadolu'ya gelince Orta Asya'daki özelliklerini de beraberlerinde getirdiler. Türkler Orta Asya'da devlet büyüklerine anıt mezarlar yaptılar. Mesela Göktürklerde Kültiğin anıt mezarı önce bir oda olarak yapıldı, daha sonra yanına bir oda daha ilave edildi. Üzeri örtülerek kurgan adı verilen binalar yapıldı. Doğu Türkistan'da bunlara "sutupa" adı verildi ve üzeri kubbemsi bir çatı ile örtüldü. Orta Asya'da yaptıkları kurganları Anadolu'ya geldikleri zaman, İslam kültürüyle harmanlayarak "kümbet olarak geliştirdiler ve anıt mezarlar yaptılar. Orhun ve Selenga ırmaklarında gördüğümüz devasa taşlar birer anıt mezardır. Kültügin anıtı, Bilgekağan ve Tonyukuk anıtı üzeri yazılı mezar taşları bir medeniyetin, bir kültürün ifadesidir. Türk kağanları bu anıtlarla kendinden sonra gelecek olan hanlara "Çinin ipeğine, kadınını yumuşak sözlerine aldanmayın" diye nasihat vermektedir" dedi.
OSMANLI'NIN TEORİSİ SELÇUKLU'DAN
Doç. Dr. Abdülhamit Avşar konuşmasını şöyle sürdürdü: "Selçuklu Osmanlı'nın teorisini oluşturdu demiştik. Hakikaten Selçukluların gayrimüslimlere tanıdığı serbestiyet, kendi dillerinde okuyup yazmaları ve inançlarını istedikleri gibi yaşamaları, mal mülk edinme ve ticarette serbestçe dolaşmaları büyük bir medeniyettir. Bu geleneği, barış anlayışını da Osmanlılar aynen almışlar, uygulamışlardır. Mimaride kümbetler üzeri kubbe ile örtülü türbelere anıt mezarlara dönüşmüştür. Türklerin anıt mezar yapmalarının bir nedeni de inançlarından dolayıdır. İslamiyet öncesinde de Türkler ölümü bir yok oluş olarak görmüyordu. Bu dünyanın geçici olduğunu, asıl hayatın ahret olduğunu kabul etmişlerdir. Onun için bu dünyadan ayrılırken mezarları devasa büyüklükte yapmışlardır, çünkü asıl yurt olarak öbür dünyayı görmüşlerdir. Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra da İslam inancıyla harmanlayarak kendilerine özgü orijinal eserler vücuda getirmişleridir. İslam'ın cihat mefkuresini, kendi idealinde olan cihan hakimiyeti mefkuresiyle birleştirerek atalarından aldığı bayrağı daha ileriye taşımışlardır. Yeryüzünde Allah'ın adaletini temin etmek ve yaymak fikrini Selçuklulardan devralan Osmanlılar Viyana kapılarına kadar gitmiştir. Şimdi neden bunları anlatıyoruz. Çünkü bu mezar taşları bir milletin tapu sicilleridir. Bu yörede kadim zamandan beri var olduğunu gösterir. Kimse siz buraya sonradan geldiniz, işgal ettiniz diyemez. Ya da sizden önce burada biz vardık diyemez..." Programın sonunda TYB Konya Şubesi adına Prof. Dr. Mustafa Demirci tarafından Doç. Dr. Abdülhamit Avşar'a günün hatırasına 'Katılım Belgesi' takdim edildi.
YORUMLAR