Özden: Anayasa Milli İradenin üstündedir

Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Hülya Okur'a konuştu. İşte röportajdan bazı çarpıcı başlıklar: "Cemaatin paraleli AKP...CHP halkın partisi olamadı...Erdoğan Atatürk'ün köşküne layık değil...Haşim Kılıç az bile konuştu...Feyzioğlu'nda cumhurbaşkanlığı pozu görmedim...28 Şubat'tan haberimiz yoktu...Gülen kapıma sandık gönderdi...Eski bir Fethullahçı İzmir'de 5 kasa Gülen'in çekleriyle dolu, dedi.

Nizam intizam temini için ruhi, ahlaki ve zihni talim ve terbiyeye ihtiyaç vardır...Hasta yatağında röportaj sözünü yerine getirmesi bu manaya geliyordu demek ki...Ruhunda Atatürk'ün resmi asılı, yüreğinde aşkın resmi kayıtlı, aklında mesleğinin resmi imzası...Ona yaklaştıkça bulutlarda hissediyor insan kendini...Ama zirvedeki yeriyle değil yumuşak huyuyla tabi...Bir tek an aşağı baktırmadı röportaj boyunca...Çünkü yer-gök gözlerindeydi...Yekta Güngör Özden sizlerle..."

 

HÜLYA OKUR

 

“ATATÜRK’Ü TOPRAĞA VEREN 10 KİŞİDEN BİRİYİM”

“EĞİTİM HAYATIMDA 3 YIL KAYBIM OLDU”

5 Haziran 1932’de Tokat doğumlusunuz, Yekta Güngör Özden, bir gün bu ülkenin ileri gelenleri arasında olacağını çocukluğunda hissettirmiş mi?

Ben 5 Haziran 1932’de Niksar’da bir öğretmen ile bir ev hanımının çocuğu olarak dünyaya gelmişim. 4 Yaşından sonra Niksar’dan ayrıldık, babam Artova’ya atanınca ilkokul 3’e kadar oradaydık, 4.sınıfta yeniden Niksar’daydık, yaşamımda ilk düş kırıklığını da Niksar’da yaşadım. İlkokulu bitirdim, bana sınavda istiklal marşını sordular, 9 kıtayı okudum, 10. Kıtası aklıma gelmedi, öğretmenler çıkarttı beni, babam da yedek subaydı o zaman, yeniden aldılar, 10 kıtayı tamamladım, diplomayı hak kazandım, babam askerden döndü dedi ki, “Benim gelirim seni Niksar dışında okutmaya el verişli değil” Niksar’da da ortaokul yok, burada kalacaksın, dedi. Annemin büyükbabası belediye başkanı idi, annemin babası ve amcası varlıklı insanlardı ama destek verdiler, ben ağlaya ağlaya ilkokul 5.sınıfı bir daha okudum. Arkadaşlarım Tokat’a ortaokula gittiler. Babamın etkisiyle 5 yaşında kayıt olmuştum, bana zaten bir sene erken başladın, diye beni avutmaya çalıştılar. Ertesi yıl yine ortaokul açılmayınca Tokat’ta okudum 1.sınıfı. Niksar’da ortaokul açılınca döndük. Lise için Samsun’a gittim.  Lise 2.sınıfta bir matematik öğretmenimiz vardı, maden mühendisiydi, özel liseydi, orada aramızda tartışma çıktı, 15 kişilik yurtta temsili mümessildim, hoca koyu bir komünizm savunucusuydu, ben o zamandan beri Atatürkçüydüm. İftiharla geçtiğim lisede, matematik ve geometride beni ikmale bıraktı. Liseyi terk ettim, ikinci kaybım oldu, Sivas’a geçtim, Sivas’ta liseyi bitirdim, Ankara Hukuk Fakültesine girdim, tıbbıyeye girmek istiyordum, yıllar sonra oğlum doktor olunca o özlemim karşılanmış oldu. Hukuk Fakültesinde önemli iki olay geçirdim. Üçüncü yıl kaybım. Dediler ki, “Fransa’da öğrenci kongresi var, Fransa’ya gideceksin” ben İstanbul bile görmemişim, Yeşilköy Havaalanında: “Fransa Dış işleri bakanı Ankara’ya geldi, heyetin gitmesi gerek ama dönün” dediler, 1 senem de öyle gitti. 1956’da diplomama başladım. Staj sürecinde Ankara Barosu yayın komisyonunda çalışmıştım, öğrenciliğimde de Türkiye mili talebe yayın kurulu başkanı idim, federasyona kademe kademe geçtim, 4 Kasım 1953’te dış işleri bakanlığından bir yazı geldi, “Atatürk’ün kabrinin nakilden önce Etnografya Müzesinden tabutundan çıkartılmasında Türk gençliğini temsil edecek birisini istiyoruz” dediler, beni verdiler, 4 Kasım’da orada bulundum, 10 Kasım’da da, Atatürk’ü toprağa veren 10 kişi; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik, Ankara Valisi Kemal Aygün, Ankara Belediye Başkanı Atıf Benderlioğlu, Atatürk’ün son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan, Atatürk’ün manevi evladı Abdürrahim Tuncak ve 10’ncu bendim. Şimdi hepsi öldü, Atatürk’ü toprağa veren 10 kişiden hayatta kalan benim. İnönü bile dışarıdaydı. 

“ATATÜRKÇÜLÜĞÜN SÖMÜRÜSÜNDE DEĞİLİM”

Kendinizi; “İnsanım, şerefli ve namusluyum. Türk'üm, Türkçü değilim. Milliyetçiyim, ırkçı değilim. Müslüman’ım, İslamcı değilim. Dindarım, dinci değilim. “diye tarif etmiştiniz. Atatürk’ü severim ama Atatürkçü değilim, diyemiyorsunuz. O söz konusu olunca neden bu –çilik ilkesi ortadan kalkıyor?

Atatürkçülüğün sömürüsünde değilim. Sözde Atatürkçülükte değilim. Bazıları  içtenlikle Atatürkçü değil. İşine geldiği zaman Atatürk’ün sıfatından yararlananlardan değilim. Ama kendimi bildim bileli Atatürkçüyüm, Atatürkçülük benim için yürek, beyin, kan damarı, akıl, dygu, düşünce olmuştur…

“ATATÜRK BENİM İÇİN BİR KİŞİ DEĞİLDİR”

Peki Atatürkçülük sizden sonraki nesiller için ne ifade ediyor? “Bir ışık çağlayanı ikinci güneşimiz” marşını da siz yazdınız. Bir ışık çağlayanı ikinci güneşimiz, Atatürk'ün evrende yankılanan sesiyiz...İlkeleri yaşamın yadsınmaz gerçeğidir…Atatürk gençliği azalıyor mu ne dersiniz? Sizdeki coşkunun küçük bedenlerdeki tezahürü ne? 

Ben Atatürkçülüğü bir insana tapınma gibi algılayanlardan değilim. Bana göre Atatürk Türkiye’mizin ulusal değerleriyle, yaşamsal ilkeleriyle bütünleşerek kurumlaşmış bir ilkeler anıtıdır, Atatürk benim için bir kişi değildir. O bakımdan Atatürk’e anlam olarak değer vermek gerekiyor. Atatürk’ün düşünceleri, ortaya getirdiği ilkeler, bizim için çizdiği yol ve gösterdiği yönü kavrayamamış insanların Atatürkçü olması düşünülemez. Atatürkçülük, yarınları da aydınlatan bir güneştir. Hatta ben Atatürk için “Hiç batmayan güneş” sözünü kullanmıştım. Osmanlı imparatorluğu tarihini bilmeyenler yarınlara çıkamazlar. Bütünbu gerekleri, yarararlı edinimleri kazanmak için Atatürk’ü iyi anlamak lazımdır, Atatürk; bağımsızlıktan, adaletten, özgürlükten, hukuktan, uygarlıktan yana. Şu dünyaya bakalım, Atatürk’ün gösterdiği başarıyı kim gösterebilirdi, 38 yaşında bir Başkomutan, 42 yaşında bir Cumhurbaşkanı. Başka ülkelerin 15 asırda yapamadıklarını 15 yılda yapmış bir adam. Asya’nın en kuzeyinden Afrika’ya kadar Atatürk’ün eşine rastlayamazsınız. Ben bunu Atatürk’ü övmek için söylemiyorum, ama dünyanın bütün asker ve sivil diplomatları Atatürk’ü övüyorlar. Onu örnek alırsak, yarınlarımızın daha aydınlık olduğunu benimseriz. 

“TAM ATATÜRKÇÜ DEĞİLİM”

“ÖVÜNMEYİ SEVMEM ÖRNEK OLMAYI SEVERİM”

“TÜRBAN KARARINI TEK BAŞINA YAZDIM”

Atatürk Bayrağı isimli kitabınızın tanıtım yazısında, “Türk Solu gazetesi, İleri dergisi ve Sözcü'deki köşesinde Özden, AKP iktidarına karşı bir Atatürkçünün vermesi gereken mücadelenin örneklerini sergilemiştir” yazıyor. Bu mücadelede tek misiniz, neden mücadeleniz sonuç vermiyor?

Kitabı hiç kuruş almadan geçlere bağışladım, takdim yazılarını ben yazmadım, kendileri yazdılar. 1983’ün Temmuz ayında Cumhuriyet’te “Aydınların Karanlığı” diye bir yazı yazmıştım. Aydınlar ilgisiz, aydınlar tepkisiz. Demokratım diyen tam demokrat değil, ilericiyim diyen tam ilerici değil. Atatürkçüyüm diyen Atatürkçü değil. Ben bile tam Atatürkçü değilim ama bunları yapay olarak yaşayanların gerçek gibi göstermeleri yalanına karşıyım. Anayasa Mahkemesi Başkanlığına geldim, ondan evvel Ankara Barosu Başkanıydım, ondan evvel Türk hukukçular birliği genel başkanı idim.  Yüksek mahkeme üyelerinin, savcıların, yargıçların, avukatların olduğu kuruluştur bu. İnsanı durduk yere oralara getirmezler. Ben öğüt vermeyi, öğünmeyi sevmem, örnek olmayı severim. Ben Anayasa Mahkemesinin görevine giren konularda hiçbir görüş açıklamadım. Ön yargılı olmadım ama usul konusunda sordular söyledim. Anayasanın 4.maddesine göre ilk üç maddesi değiştirilmesi önerilemez. Benim onları savunmamın kime ne zararı var? Niye siyaset olsun, niye ön yargı olsun. Laikliği, hukuk devletini savunuyorsam, demokrasiyi, sosyal devletini, istiklal marşını, Atatürk ilkelerini, Ankara’nın başkent olduğunu savunuyorsam, Anayasayı savunmak benim görevim değil mi? bunu eleştirdiler. Anayasa Mahkemesinin türban hakkında verdiği 89/1 nolu kararı tek başına yazdım. Heyet okudu, heyet benimsedi, mahkeme kararı olarak yayınlandı. O kararı okuyun, AİHM’den de geçti. Oradaki özenimizi bazı profesörler “hamasi karar” diye yorumladı. Biz olayın içindeyiz, insan kapısını kimler çalarsa onlarla konuşur, tanışır, onlar kendi kürsülerinde, üniversitelerindeki odalarında toplumla ilişkisi kesilmiş insanlar, bizim yazdığımız kararların toplumun duyarlılıklarını yansıtan özelliğini bilmiyorlar, zannediyorlar ki, biz oturup havadan nutuk atıyoruz. Kullananlar dini inancımız gereği kullanıyoruz, diyorlar. Yükseköğretimde dinsel inanç gereği örtüler kullanılırsa, ayrımcılık başlar, barış ortamında olması gereken eğitim-öğretim olmaz, diyoruz. Bütün bunları özgürlük adına savunuyorlar. Bugün başımıza bu olaylar geldi. O bakımdan ben, yıllardır uğraş verdiğimiz konularda, ülkenin geleceğinin hangi olası tehlikeler altında olduğunu gözeterek konuştum, yaşadım, yazdım. 

2’nci türban davasında, hakkınızda reddi hâkim isteminde bulunulmuştu. Yüksek Mahkeme, bu isteği oybirliği ile geri çevirmişti. Ancak, buna rağmen siz bu davaya girmediniz. 

Çünkü adalet kuşku taşımaz. “Anayasa Mahkemesi bizim reddi hakim talebimizi reddetti ama buna rağmen Yekta bey heyete girdi, onu reddeden arkadaşları onu kırmamak için onunla beraber düşündü” demesinler veya Yekta bey heyeti etkiledi gibi bir eleştiriye kapılmasınlar diye ben heyete girmedim ve mahkemede yorumlu red kararı verdi, “Birinci iptal kararımızdaki gerekçeler karşısında türban takmaya elverişli olmayan madde için yeni karar vermeye gerek görmüyoruz” dedi, türban yasağını korumuş oldu. 

“ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI BİR TEK KELEBEKLERİ BAĞLAMIYOR”

O gün korumuş oldu doğru ama sizdeki bu kararlığın tersi tecelli etti şimdi. Atatürk’ün ümmete millet diyebilen ender yöneticilerden biri olduğunu, bundan 102 yıl önce yaptığı konuşmada; ‘kadınları tesettürden kurtarmak lazım’ sözlerine rağmen bugün beyinleri tesettürlü insanların TBMM’yi doldurduğunu söylediniz. 

Vicdan hükmünden, yurtseverlik duygusuna kadar sorumluların yargılanmaları gerekiyor. Ben size daha açık bir şey söyleyeyim. Anayasa Mahkemesinin türban ile ilgili kararı AİHM’nde uygun bulundu, demiştim. Peki Anayasa Mahkemesinin kararları, yasama, yürütme ve yargı organları, gerçek ve tüzel kişileri, tüm idare makamları bağladığına göre nasıl üniversitede türban kullanılıyor? YÖK Başkanının genelgesi ile olacak iş mi bu? Nerede ülkenin savcıları. Pekünlü diye bir profesörü türbanlı öğrenciyi sınıfa almadı diye mahkum ettiler. Anayasa Mahkemesi kararı yürürlükte, herkesi bağlıyor, bir tek kelebekleri bağlamıyor. 

“BAŞÖRTÜSÜZ AKPLİ HANIMLAR DİNSİZ Mİ?”

“ULUSAL İLKE, KİŞİSEL EĞİLİMLERİN ÜZERİNDEDİR”

Başörtüsü konusunda Türkiye’nin çağ atlaması, özgürlükler arasında sayılması sizin açınızdan neden zor?

Şundan zor. Bir kere inançlar, inandığı ile inanan arasındaki ışıklı bir bağdır. Bize yurtdışından da öğrenciler geliyor, herkes inancına göre giyinirse, derse girerse nasıl birliktelik olur. Aynı konuyu dinlemek konusunda nasıl birleşeceksiniz? Hepiniz ayrı ayrı düşünüyorsunuz, ayrı ayrı yaşıyorsunuz, anlamı kalır mı bunun? Sen benim gibi düşün, sen benim gibi düşünmüyorsan benim karşımdasın diye çatışmalar başlar. Şimdi bir üniversitede karşıt guruplar birbirleriyle çarpışmıyor mu? Şimdi başını örten kız ben dindarım diyor, başı açığa dinsiz diye bakıyorlar. İnanç bir tek sıkma başla mı sağlanır. 3 tane AKP’li hanım meclise baş örtüsü ile girdiler. Dicle Üniversitesi rektörü de başörtüsü ile girdi. Başörtüsü kullanmayan diğer AKP’li hanımlar dinsiz mi? niye o örtüyor, özgürlük bu değildir. Öyle olsaydı, subayların da, belediye zabıtalarının da hanımlarının başını örtmesi gerekiyordu. Demek ki bulunduğunuz yere uygun giyinmek zorundasınız. Bu devlet ilkesidir. Ulusal ilke, sizin kişisel eğilimlerinizin üzerindedir. Siz Müslüman olabilirsiniz ama mahkemeye hakim olarak gelmişseniz, onu orada çıkartacaksınız. 

“EN ESKİ CHP’LİLERDENİM”

Kurumsal ilk deyince aklıma şu geldi…. Amasya Genelgesini baz alarak 22 Haziran 2002’de Cumhuriyetçi Demokrasi Partisini kurdunuz. Parti CHP’nin bölünmesi anlamına geldiğinden başlarda çok eleştiriye maruz kalmıştı. Fakat ilk icraatı ilginçtir, parti Tayyip Erdoğan'ın özellikle öğrenim durumu ve mezun olduğu okullar hakkında bir araştırma yapmak istedi. Sizin için aslolan akademik mi, kişilik mi, kurumsal kimliği miydi? 

Ben bilimsel ağırlığı her zaman yeğlerim, kişilik birlikte yürür. Ben CHP’ne 1951 yılında girdim. 1953 yılında CHP’nin ilk gençlik kolları genel yönetim kurulu oluştu, 15 kişiden oluştu bu. Bülent Ecevit 3 ay sonra aramıza katıldı. Bu 15 kurucu üyeden biri de bendim. Altan Öymen, ben ve Bilkent üniversitesi hukuk fakültesi dekanı Osman Gürzumar’ın annesi Erden Gürzumar dışındaki 12 arkadaşımızı ebediyete gönderdik. Ben askerlikten geldim, CHP’nin, Ulus Gazetesinin, İnönü’nün, Ecevit’in avukatı oldum. Daha sonra CHP’nin baş hukuk müşaviri oldum, yanımda 10 kişi çalışıyordu. 5 kişi yüksek danışma kurulu üyesiydik, parti meclisine giriyorduk, konuşma hakkımız vardı, oy hakkımız yoktu, ben Anayasa Mahkemesine 11 Ocak 1979’da seçildim. Görevime de 1 hafta sonra başladım. 18 Ocak’ta CHP’den dilekçe ile istifa ettim. Anayasa Mahkemesinden emekli oldum. Bir partiye girmem konusunda arkadaşlar konuşmuşlar, Deniz Baykal demiş ki: “Bırakın onu, gitsin bir ilçeye müracaat etsin” bana bunu dedikleri zaman 3000 kişiyi merkez kararıyla genel kurula üye yapmışlar. Onlardan daha eski bir CHP’liye böyle denince ben de kırıldım. İlişkimi kestim, Türk Hukuk Kurumu başkanı oldum. Ondan önce de Atatürkçü derneği genel başkanı idim. Atatürkçü derneği genel başkanı iken 1999’un 24 Şubat’ında Deniz Baykal beni aradı, benimle konuşma imkanı tanımadım, ondan sonra yalan söylediler, dediler ki, “Yekta beye biz adaylık teklif edecektik kabul etmedi” hayır, adaylık teklif edemediler ki, benim kabul etmemem söz konusu olsun. Böyle bir tavır koydum onlara, nitekim 1999’da meclis dışında kaldılar.

“DENİZ BAYKAL İÇİN ‘MUSİBET’ DEDİ”

“AMACIMIZ CHP’Yİ BÖLMEK DEĞİLDİ”

2000 yılında Hukuk Kuruma Başkan olduğumda General Osman Özbek ve Vural Savaş beni ziyarete geldiler, Deniz Baykal’a gideceklerini, siyasete girmek istediklerini söyleyeceklerini ilettiler, ben de, sakın ha benden söz etmeyin, dedim. Bir gün sonra geldiler ve Deniz Baykal için birisi “Musibet” dedi. O arada kalp krizi geçirdim, Vural Savaş “Ben bu işte yokum” dedi, “Vuralcığım nasıl olur, Atatürkçüler sözünde duramadı, korktular denilecek” dedim, ben biraz daha ısrar edince “Ben gidiyorum” dedi ve gitti. Gidince iş bana kaldı. Bizim amacımız Mümtaz Soysal ile anlaşıp, CHP’de birleşmekti. Mümtaz Soysal  7 kere evime geldi. Saadettein Tantan geldi, kendisi birleşmeyi istiyor partisi istemiyor gibi bir izlenim edindim ben. Aralarında tartışmalar geldi ben aralarına girdim, Mümtaz bana dedi ki:”Yektacığım sen partiyi kur, kapıyı da bize açık bırak” dedim ki, “Sana pencereler bile açık” Biz Çarşamba partiyi kurduk, Mümtaz Cuma günü kurdu. Mümtazın gurupları ile bizim gurup toplantı yaptılar. Oy birliği ile anlaştılar, metin bana geldi, ben baktım beğenmedim, birleştiler, parti kapatılması için 60 kişilik genel kurul üyesi şarttı, 57 kişi topladık, 3 kişiyi içeri sokmadılar, oybirliği ile partilerimizi birleştirelim diyen insanlar yaptı bunu. Ben de yeterli çoğunluk sağlanmayınca, kürsüye çıktım, hem partiden hem genel başkanlıktan istifa ettim. İmkan vermediler, herkes kendine bir şey bekledi. Ben kendime bir şey beklemediğim için Mümtaz beyin partisinde birleşecektik, Mümtaz beyin partisi CHP’ye gidecekti. Mümtaz bey ile ortak mektup yazdık Deniz Baykal’a…”geliyoruz” dedik. Öyle kaldı, bizim amacımız CHP’yi bölmek değildi. Bizi dinlemeyen, neler olduğunu sormayanlar tavır aldılar. 

“SİYASETİ SAYIYORUM, SEVMİYORUM”

Atatürkçü Düşünce Derneği'nin 6'ıncı Genel Kurulu’nda şu sözleri sarf etmiştiniz… ‘‘Mürteci ve bölücülürle kavga yaparım, Atatürkçülerle değil’’ CHP Atatürkçü bir parti mi, onlarla kavga eder misiniz?  

Ben şimdi siyasetle ilgilenmiyorum, siyaseti sayıyorum ama sevmiyorum. Hiçbir siyasal amacım ve ilişkim yok. 

“CHP’NİN GÜVEN SARSAN TUTUMLARI VAR”

CHP’yi yıllar önce eleştirmiştiniz, "İktidar olmak ve iktidarda kalmak için siyasi partiler kendi ilkelerinden ödün veriyorlar. Bu yanlış." diye. CHP’nin iktidara aday olması için ilk yapması gereken şey ne?

Ben hala bütün partiler bir yurttaş olarak eleştiriyorum. CHP’nin kendi ilkelerine yeterince sahip çıkmadığını, kendi ilkelerini benimseyip halka yansıtmak yerine ters düşünmeye neden olacak insanları arasına alıp milletvekili yapmasını beğenmediğimi söylüyorum. Bazen ödün sayılacak zayıflıkları var, bazen de aşırı sayılacak girişleri var bazen de güven sarsan tutumları var.  

Buna Kılıçdaroğlu mu sebep oluyor?

Partinin genel görünümü olarak söylüyorum. Tabi partinin kendi ağzı, dili, kulağı yok. Yöneticileri, sözcüleri, üyeleri… vs hepsinin ortaya koyduğu tablo budur. Yani bugün CHP, ismiyle Atatürk’ün, İnönü’nün, Ecevit’in partisidir ama onların yapıtlarına, onların özeniyle sahip çıkacak, onları unutturmayacak çabalarla ortaya koyacak eylemlerde, söylemlerde bulunamıyorlar. 

“CHP BİZE DANIŞMIYOR”

“UNUTMAK VE UNUTTURMAK CHP’NİN KOLAYINA GELİYOR”

Bunun için yol gösterici lazım belki de….Baykal ile münasebetinizi biliyoruz ama Kılıçdaroğlu ile nasıl?

Herkes kendisinin en iyisini bildiğini zannediyor. Ben şurada yurttaşım. Bana bir şey sormaya gelenler oluyor. Sözcü’de yazıyorum ama ne sahiplerini tanırım, ne yöneticilerini. Genel Müdürleri ile bir kere el sıkıştım, bugün görsem tanımam. Ne de bir kuruş alıyorum, özveriyle çalışıyorum. Ben Anayasa Mahkemesinde 20 yıl kaldığıma göre, iki dönem başkanlık yaptığıma göre, herhalde bir şeyler biliyorumdur. CHP’de değerli hukuk profesörleri de var ama insanlar bir araya gelse konuşsa daha iyi olmaz mı, niye üst üste Anayasa Mahkemesinden ret cevabı aldılar. Bir bardak su bile istemiyoruz. Bizi çağırdılar da gitmedik mi? Bırakın onu ben eski baş hukuk müşaviriyim, hepsinden daha eski CHP’liyim. Bir kere hastalandığımda ameliyatımda beni sordular mı, bir kere toplantılarına çağırdılar mı, insan okşanmak için de bunu beklemiyor, onlara hizmetimiz olsun, anlatalım da onlar daha iyilerini yapsınlar diye. İnsanları unutmak ve unutturmak daha kolaylarına geliyor. 

“CHP, HALKIN PARTİSİ OLAMADI”

“CHP, HALKA İNEMEDİ”

“ATATÜRK’ÜN DEĞERİNİ BİLMEYEN İNSANLARDAN HAYIR GELMEZ”

“İKİNCİ DÜNYA SAVAŞININ ZORLUKLARINI BİLMEYEN İNSANLAR NASIL OY KULLANSIN”

CHP iyi bir vefa örneği olamadığından mı iktidara gelemiyor, iktidara taşıyamayan şey ne?

CHP, halkın partisi olamadı. CHP, halka inemedi. Nutuklarla, Recep Tayyip’e söz yetiştirmek amacıyla bazen onun gibi, bazen onu aşan sertliklerle bu iş olmuyor. Halkın nabzını iyi tutmak gerekiyor, halka güven vermek gerekiyor, halka Türkiye’nin kuruluş felsefesinin önemini anlatmak gerekiyor. İkinci dünya savaşının önemini, cumhuriyetin dünya savaşından sonra olduğunu, kuruluşunun hangi koşullarda gerçekleştiğini anlatamazsanız, herkese bugünkü yaşamın yumuşaklığı arasında kolay gelir. Ben ikinci dünya savaşından geldiğim için biliyorum. Pencerelerin battaniyelerle kapatıldığı, ekmeğin vesika ile alındığı dönem …Benim eşi doktor olan bir kız kardeşim var, okulda saçlarımız bitlenmesin diye kesilmişti, içlik şeklindeki Amerikan bezi fanilalar giyerdik, ekmeği bir gün ben bir gün kız kardeşim alıyordu, kız kardeşim kalabalığın arasında ekmek sırasında beklerken korkusundan dili tutuldu, bir hafta konuşamadı. Ne günler geçirdik. Millet bunları çekmeyince, İnönü’nün savaştan bizi nasıl kurtardığını bilmeyince, o çabaların değerini anlamayınca nasıl oy kullansın. Halk Partisini dinsiz olarak tanıtıyorlar, camileri ahır yaptı diyorlar. Bütün palavraları Atatürk’ üzerine. Bazen de korkup, utanıp İnönü üzerinden Atatürk’e gidiyorlar. Dünyada Atatürk ve İnönü eşi bulunmaz insanlardır. Biz onların değerini bilemedik. Atatürk’ün değerini bilmeyen insanlardan hayır gelir mi?

"O ERMENİ VATANDAŞ SADECE DEVLET ADAMLIĞINI DEĞİL, ADAMLIĞIN NE OLDUĞUNU BİLMİYOR"

Türkiye'de yaşayan Ermeni işadamı Leon Armanlı, Başbakan Erdoğan'ın Ermeniler için yayımladığı taziye mesajına karşılık Hürriyet gazetesine bir teşekkür ilanı verdi ve Erdoğan için, “Atatürk'ten  sonra gelmiş geçmiş büyük devlet adamısınız.” dedi. 

O Ermeni vatandaşı yalnız devlet adamlığını değil adamlığın da ne olduğunu bilmiyor. Atatürk’e böyle yaklaşan bir insana bu söz az bile ama ben terbiyemi bozmak istemiyorum. 

“AKP’NİN HAKKINI TESLİM EDECEĞİM BİR İCRAATI YOK”

“TÜRK YARGISI, AKP DÖNEMİNDE ÇÖKMÜŞTÜR”

“CEMAATİN PARALELİ AKP”

Peki ama 12 yıllık, darbe gördükçe yükselen, güçlenen iktidarın hakkını teslim edeceğiniz hiçbir yanı yok mu?

Hiçbir şey görmüyorum. 60 yıldır hukukun içindeyim. Anayasa Mahkemesi üyeliği ve iki dönem başkanlık….iyi kötü bir şeyden anlıyoruz. Bugün yürürlükte olan avukatlık yasasını bile çıkartmış olan benim. Türk yargısı, AKP döneminde çökmüştür. Yargı en büyük güven kapısıdır. TSK’dan önce gelen en büyük güvencedir. Bunu kimse söyleyebiliyor mu? Kendileri yargılamalara kumpas demediler mi, o delillerin sahte olduğu ortaya çıktı, neden yeniden yargılama yolu açılmıyor?  Bekir Bozdağ, “Gitmiyoruz çünkü cemaatçi çoğunluk var” dedi. Cemaatçi olarak suçladıkları eski ortakları değil miydi? Kendi aleyhlerinde tutumlar ortaya çıkınca, kendilerinin sebep oldukları sorumlulukları cemaate yüklemeye çalıştılar. Paralellik varsa, bir tane cemaat mi olur. Cemaat paralelse, cemaatin paraleli kim? AKP.  Cumhuriyetin o güç koşullarda, 30’lu yıllara karşın, kimseden borç almadan gerçekleştirdiği kazanımları özelleştirme adına satmadılar mı, imar yasalarında yapılanmalar yok mu, yandaşlarının kayrıldığı dedikoduları gazete sayfalarından taşmıyor mu? Biz bunların zamanında mı Müslüman olduk? Bunlardan önce Türkiye’de camiler yok muydu, ezan, kuran okunmuyor muydu? Ne kazandırdılar?

“AKP NE KAZANDIRDI BİRİ BANA SÖYLESİN”

“NE KADAR ÇOK HUKUK FAKÜLTESİ OLURSA, O KADAR ÇOK KÖTÜ HUKUKÇU YETİŞİR”

Sağlıktaki reformlar, ulaşım hizmetleri, kentsel dönüşüm…

Sağlıkta herkes şikayetçi. Kim kimi kandırıyor. Ucuz paralarla yurt dışından doktor çağıranlar bunlar değil mi? Devlet ve üniversite hastanelerine 10 para yardımları yok. Hep özel hastanelere yardımlar yapıyorlar. Özel hastanelerin kadrosunu bile sağlık bakanlığına bağladılar. Özel hastane işletiyorsam istediğimi alırım, istediğim doktora istediğim parayı veririm. Herkes kendi çıkarlarına uygun çabalar içinde. Duble yollar dediler, çoğu arızalı çıktı. Türkiye’nin nüfusu kurtuluş savaşı sonrası 11 milyondu, bugün 76 milyon. Hiç mi bir şey olmayacak? Doğal gelişmelerin sahibi, tanrıya bağladıkları durumların sahibi yöneticilerin kendisi mi olacak? elbet devlet bir şey yapacak. Bu kadar hazineye para geliyor, 1955’te mi kalacağız. Elbette bir şeyler yapacaklar, yol, bina yapacaklar ama eski devletlerin varlıkları kadar varlık var mı bugün? Bugün doktorlar polislerden daha az para alıyorlar. Hep polis ordusu yetiştiriyorlar. Başbakan bundan 3-4 sene 1 Mayıs’ta  toplantıyı Taksim’de yapın diyen Başbakan niye bu sene engelliyor? Ne ileri gitti? İnsanın düşüncesinde özgürlük, yaşamında renklilik, ekonomik durumunda güçlülük, hukuksal yaşamında asaletlilik olursa, dış güvenliğini de sağlarsa insan daha ne bekler?  Dışarıda dostumuz kalmadı, NATO’da ortağız, Yunanistan bizim düşmanımız gibi davranıyor, Avrupa Birliğine girmek istiyoruz, Avrupa Birliği yeni koşullar getiriyor, İran, Irak, Ürdün, Suriye, Mısır karşımızda…ne kazandık biz? Bilimde ne kazandık, 110 tane hukuk fakültesi olduğunu söylüyorlar, adliyelerin hali ortada. Ne kadar çok hukuk fakültesi olursa, o kadar çok kötü hukukçu yetişir. 

Bu düşünceler ekseninde yetiştirdiğiniz çok insan var…Akif Beki sizi tanımlarken, “92’li yılların resmi ideologu, haşarı siyasetin çatık kaşlı sınıf hocası” demişti. Hocası olduğunuzu varsaydığımız siyasette elinizde olsa kimleri sınıfta bırakırdınız?

Bugün iktidarı oluşturan kişilerin içinden ikisi dışında….

“AKP’DE BİR İKİ KİŞİYİ BEĞENİYORUM”

“AKP’DE İKİ KİŞİ DIŞINDA HİÇ KİMSEYE GEÇER NOT VERMEM”

Kim onlar?

Söylemem. Bu iktidarın içinde ortaokulda okuttuğum talebelerim var. Bu iktidarın tepelerinde, bakan düzeyinde ben Baro Başkanı iken yanımda staj yapanlar var, aralarında Baro Başkanlığımda staj yapmış Komisyon Başkanları var ama bir iki kişi dediğim bu tanıdıklarım değil. Genelde AKP içinde tutumlarındaki ciddiyet, çalışmaları ve tabi benim çok önem verdiğim ilkeler bağlamında kötü davranışlarını henüz saptamadığım o bir iki kişi dışında hiçbirisine geçer not vermem. 

“AKP’DEN İKİ KİŞİYİ ADAY OLURSA DESTEKLERİM”

O ismini vermediğiniz kişiler Ak Partiye Cumhurbaşkanı adayı olsalar, destekler misiniz?

O iki kişiyi kendi çalışmalarıyla, bugüne tespit edemediğim karşıtlıklarıyla, dinamizmleriyle, iyi niyetleriyle, çalışkanlıklarıyla aday olursa desteklerim. Çünkü benim için falan partiden olması şart değil, Türkiye’nin kuruluş felsefesine bağlı, Atatürk ilkelerini benimsemiş, hukuk devletinden yana, yargının bağımsızlığından yana, ahlaklı, hırsızlık ve rüşvet olayını adı karışmayan, yolsuzluklarla adı gölgelenmeyen bir isim olsun, vatandaş olarak alkışlarım ama hangi partiden olursa olsun. Ben magazin yazarı değilim, fıkra yazarı değilim ama ben makaleleri fıkra biçiminde yayınlamak zorunda kalanlardanım. 

“ERDOĞAN ATATÜRK’ÜN KÖŞKÜNE LAYIK DEĞİL”

2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi için Toplantı yeter sayısı için 367 yerine 184’ün yeterli olacağını söylemiş, “Herkes hukuka saygılı olmalı. Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olabilir. Ancak Atatürk'ün köşkünde oturmak da kolay değildir” demiştiniz. Erdoğan o köşke layık mı?

Erdoğan o köşke layık değil. Atatürk’ün sözünü hatırlayın, “Her şey olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız” Abdullah Gül oldu, Recep Tayyip Erdoğan da olabilir. Yakışır demiyorum, bir başkası da olabilir, hiç ummadığımız biri de çıkabilir. Ama Atatürk’ün köşküne çıkmak için, Türkiye’nin adına, ulusunun adına, ulusunun geleceğine yürekten bağlı, Atatürk ilkelerini özümsemiş, hukukun üstünlüğüne inanmış, yargı bağımsızlığını savunan ve inanç sömürüsüne asla tenezzül etmeyen, çalışkan, genç, dinamik bir adam gerekir. 

“ANAYASANIN 104.MADDESİNDEKİ GÖREVLERİ YERİNE GETİRECEK BİRİ CUMHURBAŞKANI OLMALI”

Bu tarife uyan biri yok mu dersiniz?

Bulunur, içinden Mustafa Kemal’i çıkaran bu millet, yine bulur. Köşede kalan, politikacıların kendi çevrelerini çok daralttıkları için yaklaşamayan nice insanlar var, bilim adamları var vs…ama ismi geçenlerden çoğunu, sırf isimleri çok geçiyor diye öneriyorlar, o da yanlış. İsmi çok geçtiği için, birisine yakın olduğu için insanlar cumhurbaşkanlığına aday gösterilmez.  Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104.maddesindeki görevleri yerine getirecek düzeyde bir insan olması gerekir. 

“ERDOĞAN, DEĞİL CUMHURBAŞKANLIĞI KOLTUĞUNA, TABURESİNE BİLE OTURAMAZ”

Tayyip Erdoğan’ı köşke layık görmeme nedeniniz nedir?

Onu layık görmüyorum çünkü Tayyip Erdoğan bana göre, Türk ulusunun adını, Atatürk’ün adını söyleyemiyor. Atatürk dönemini, cumhuriyet dönemini sık sık İnönü üzerinden eleştiren, laiklik gibi yaşamsal bir ilkenin, asla inanç karşıtlığı olmayan, tersine inançları özgür tutan bir ilkenin karşısında olan bir adam o koltuğa oturamaz. Kaldı ki, o tapelerde o konuşmaları yapan, çocuklarıyla ilişkileri ortada olan bir insan ve bir de Silivri, Ergenekon, Balyoz, Oda Tv davalarıyla, Poyrazköy davalarında savcılığa soyunan bir insan, değil cumhurbaşkanlığı koltuğuna, oranın taburesine bile oturamaz.  

“CUMHURBAŞKANLIĞI SARIK BAĞLAYIP OTURACAK YER DEĞİL”

Cumhurbaşkanı adayınız var mı? mesela siz olamaz mısınız?

Hiç düşünmedim, Ahmet Necdet Sezer’den önce, Erdal bey ile benim adımdan da söz etmişlerdi. Ben haddini bilen bir adamım. 83 Yaşındayım. İnsanın adından beklenilen, kendi geçmişine bağlanan özelliklerini doğrulayan bir yaşam deringenliği içinde olması gerekir. Ben eskiden merdivenleri ikişer ikişer çıkardım. Bir anımı anlatayım. Anayasa Mahkemesine seçildim.  Ben dedim ki, bu adliyenin haline bir bakayım. O zaman 15 günde göreve başlama zorunluluğu yoktu. Bir hafta daha avukatlığa devam ettim. Bağıran, poz yapan savcılara, hakimlere bakıyım dedim, inanın ben Anayasa üyesi oldum diye bazıları öyle değiştiler ki, tiksinti duydum, bir haftadan fazla kalamadım, geldim Anayasa Mahkemesine. Kapıcılara Anayasa Mahkemesinin yeni üyesi olduğumu söyledim, içeri buyur ettiler, asansörün kapısını açtılar, asansöre binmem dedim, ikişer ikişer çıkarken arkamdan gülüyorlar, “Zıppırın biri geldi” diye herhalde!....Ama şimdi merdivenleri bir bir zor çıkıyorum. Nasıl yapacağım o Cumhurbaşkanlığını? Orası sarık bağlayıp oturulacak yer değil ki, hakkını vereceksiniz, çalışacaksınız. Ben halkın adamıyım, halkın içindeyim, korumalı adamlara sırtımı dayamam. 

“AHMET NECDET SEZER’İN BAŞINA DEVLET KUŞU KONDU”

Arınç, Anayasa Mahkemesini siyasallaştıran veya Anayasa Mahkemesinin gücüyle cumhurbaşkanı olmaya kalkanların akibetinden bahsetti birkaç gün önce….Sizin adınızı da geçirdiği örneklere bakacak olursak, Anayasa Mahkemesinden iktidar olmaz mı?

Ya Arınç ya da Yalçın Akdoğan, “Haşim Kılıç, Yekta Güngör Özdenleşti” demiş, hasta olduğum için ilgilenemedim. Ahmet Necdet Sezer Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğu için geldi ama Anayasa Mahkemesi Başkanlığı gücünü kullanmadı ki. Zaten kullanamadı, Ahmet Necdet Sezer 98’in Ocak ayı içinde seçildi, 2000 yılında bir konuşma yaptı, o konuşmadan yararlanarak onu oraya getirdiler. Yoksa Ahmet Necdet Sezer de zorlamadı, zorlayacak gücü de yoktu. Beşir Atalay söylemiş, Generallikten, Yüksek Mahkeme üyeliğinden, Anayasa Mahkemesi Başkanlığından Cumhurbaşkanı olmaz, demiş.  Oraya kimse beni atayın demedi, isteyerek gelmedi, siyasette uygun görüp getirdiler. Ahmet Necdet Sezer’in aklından bile geçmedi, başına devlet kuşu kondu. Kimseyi bulamadılar, o sırada uyum sağladılar, Anayasa Mahkemesi Başkanıdır, ses çıkartmaz diye onu getirdiler. Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı olmasının ne günahı var, kimse güç kullanarak gelmedi. Faruk Güller’i de askerler getiremediler, İnönü karşı çıktı, Cevdet Sunay’ın ikinci kez Cumhurbaşkanlığına. Bunlar kendilerini haklı çıkartmak için başkalarını haksız gösterme hastalığına tutulmuş insanlardır. 

“ANAYASA, MİLLİ İRADENİN ÜSTÜNDEDİR”

Hukukun üstünlüğünü ilkesini, hukuksuz devletin olamayacağını anlayamıyorlar.  Devletin çağdaş niteliğinin kaynağının ve dayanağının hukuk olduğunu gösterir. Eski Sanayi Bakanı Nihat Ergün: “Yargı ve Yürütme Yasama önünde önünü iliklemelidir” dedi. Yok öyle şey. Yürütme milli irade ile seçilir. Milli irade, değişme koşuluyla, belli bir süre için getirilmiş insanların topluluğudur. Bunlar Yargıda, yargıçlar anayasaya göre, ulus adına karar veriyorlar. Kaynağını Anayasadan alıyor. Milli İrade ise belli seçmenlerden alıyor. Hukuk devletinde en önemli olgu, yargının bağımsızlığıdır. Yargıçlar, Anayasaya göre ulus adına yetkili organların görevlileridir. Ama milli irade, seçimden seçime değişmek koşuluyla belli süre için görevlendirilmiş seçmen çoğunluğunun belirlediği insanlardır. Niye ben yasama organı mili irade ile geldi diye önümü ilikleyeceğim? Mili İrade Anayasanın üstünde değildir. Onun için yargı, yasamanın önünde önünü iliklemez. Ayrıca yasamayı denetler. İçlerindeki hukukçuların eğitimleri de ortada. Avukatlık yaptım diyenlerin adını duymadım. Hukukçu, hukukun izinden ayrılmayan adamdır, hukukta taraf yoktur, barış-adalet vardır. 

“ANAYASAYA GÖRE KARAR VERDİK, KAFAMIZA GÖRE DEĞİL”

Anayasa Mahkemesi, hiçbir zaman kendisini Yasamanın ve Yürütmenin üstünde görmemiştir. Anayasa Mahkemesi görevini yapmaya çalışmıştır. Bizi suçladılar ama biz Anayasaya göre karar verdik, kafamıza göre değil. Bana dediler ki: “Sen Atatürkçü bir adamsın, nasıl oluyor da burada kaldın?” Dedim ki: “Yürürlükteki kurallar benim görev yapmamı engelleyecek içerikte değil, öyle bir kural gelirse bırakır giderim, avukatlıkta daha çok para var” Biz 12 Eylül’den sonra Anayasa Mahkemesinde toplandık, durumu gözden geçirdik, bir arkadaşımız(Bülent Okçay) üzüntüsünden ertesi günü öldü. Dedik ki, “Biz burayı bırakır gidersek, asker-sivil buraya gelecek çok insan var, şerefimizle turalım, 3 pencereyi 13 pencere yapalım, halkımızın haklarını koruyalım” Yoksa avukatlığa geçerdim, özveride bulunduk. 

“BAŞKANLAR MAHKEMEYİ YÖNETİR, YÖNLENDİRMEZ”

“HAŞİM KILIÇ’IN GÖRÜŞLERİYLE UYUŞMAM SÖZ KONUSU DEĞİL”

“ESKİDEN HAŞİM KILIÇCI OLANLAR, ALEYHİNE DÖNDÜLER”

Haşim Kılıç’ı şimdiye kadar eleştirenler vardı, ben Haşim Kılıç’ın; dürüst, ahlaklı bir adam olduğunu hukukçu olmamasına karşın çalışkan bir adam olarak bir çok hukukçuyla yarışacak duruma geldiğini gördüm ama Haşim Kılıç’ın düşünceleriyle, benim görüşlerimin uyuşması söz konusu olamaz. O nedenle son 3 yazımda Haşim Kılıç’a yönelik eleştirilerin doğru olmadığını söyledim. Adam görevini yaptı. Hülya Hanım bilmiyorlar. Başkanlar mahkemeyi yönetir, yönlendirmez. Ben bir oydan kaldığım zamanı hatırlıyorum. Ama yine mahkeme kararını savundum. Kendi kararımı yazarım fakat uyulması gereken karar çoğunluğun kararıdır. Haşim Kılıç’ın tek başına aldığı kararlar değil ki bunlar. Haşim Kılıç, Mahkemeyi temsil ettiği için adı geçiyor. Bu kararları mahkeme almasaydı, mahkeme kendisini inkar etmiş olurdu. Almak zorundaydılar. Alınca da eskiden Haşim Kılıçcı olanlar, aleyhine döndüler. Eskiden Haşim Kılıçcı olmayanlar, şimdi Haşim Kılıç’tan yana oldular. Hemen böyle bir konuşma yaptı diye cumhurbaşkanlığına aday mı gösterilir, biz her şeyin ucuzundan, kısa yoldan gidiyoruz. Onun için hemen karar değiştiriyoruz. 

“HAŞİM KILIÇ HER İSTEDİĞİNİ YAZAMAZ”

“ANAYASA MAHKEMESİ BAKKAL DÜKKANI DEĞİL Kİ!”

Adalet Bakanı Danışmanı Adnan Boynukara,” Kafaları kurcalayan soru; başkan bu konuşmayı tek başına mı, AYM üyeleriyle birlikte mi veya üyelerin dışında birleriyle birlikte mi yazdı?” diye sordu. Başkan bu konuşmayı şahsi fikri olarak yapabilir mi? Açıklamaları kurumu bağlar mı?

Başkanın açıklamaları kurumsal değildir. Ama kurumsal görevidir. Kendi görüşleridir, ona katılmayanlar olabilir. Ben kendi konuşmalarımı da hiç kimseye danışmadan yaptım. Bir kere, “Sizin de bir diyeceğiniz?” var mı dedim, ama Başkan kurumun karşı çıkmayacağı şekilde konuşur. Her istediğini yazamaz, orada bir uyum var, orada bir arkadaşlık var, orada bir görev birlikteliği var, onları göz ardı edemez Başkan. Anayasa Mahkemesi bakkal dükkanı değil ki!. Ama başkaları görüşlerinden yararlanmış mıdır, başkaları katkıda bulunmuş mudur, başkalarından alıntıları var mıdır, bunları bilmiyorum. Daha önceki yıllarda alıntı yapan Başkanları biliyorum. Haşim Kılıç’ın böyle bir şey yapıp yapmadığını bilmiyorum. 

“HAŞİM KILIÇ’IN KONUŞMASI SİYASİ DEĞİL”

“HAŞİM KILIÇ O KONUŞMAYI YAPMASA MAHKEMEYİ İNKAR ETMİŞ OLACAKTI”

Haşim Kılıç’ın yaptığı konuşma hukuki miydi, siyasi miydi?

Bana göre siyasi değildi. Üslup bakımından siyasi, hukuki konuşmalar tabi. O konuşmayı yapmasa, o kararları vermese mahkemeyi inkar etmiş olacak, mahkemesini savundu. Mahkemeyi savunması niye siyasi olsun? Hatta ben eleştiriyorum. Anayasa Mahkemesi türban kararına aykırı uygulamalara karşı çıkmalıydı. İşte o tavıra siyasi diyebilirler. Başkalarını gücendirmemek için çıkmadı. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın üstünlüğünü ve egemenliğini sağlamakla görevli tek kurum. Onun aslı görevi o. Bunu yapmadığı zaman da siyasi davranmış olur. Türban kararını savunamadı, üniversitelerde türban kararına aykırı uygulamalar sürüyor….Meclis anayasa mahkemesi  kararını kaldıramıyor da, YÖK nasıl anayasa mahkemesi kararını kaldırdı, niye hiçbir savcının sesi çıkmıyor, böyle hukuk devleti mi olur?

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 'Demokratik hukuk devletlerinde mahkeme başkanları niyet okumaz, niyet okunmasına da izin vermezler' dedi. 

O niyet değil ki, olgular, olaylar üzerindeki görüşlerini bal gibi açıklar, aslında iyi ilaç acıdır. Bunun kıymetini bilsinler. Yanlışlıkların uyarılıp söylenmesi, yanlış yapanları sorumluluktan kurtarır. Bunların teşekkür etmesi lazım. 

“HAŞİM KILIÇ AZ BİLE KONUŞTU”

“AİLESİ ERDOĞAN’IN ADININ ÜZERİNDEKİ GÖLGEYİ ZOR KALDIRIR”

“HAŞİM KILIÇ ADALETİN BÜTÇESİNE BİLE KARIŞABİLİRDİ”

Başbakan teşekkürün aksi davrandı ve dedi ki: “Başkan bu konuşmanın altından ömrü boyunca kalkamayacak”

 Asıl kendi mirasçıları, soyu, ailesi ve torunları Recep Tayyip’in adının üzerindeki gölgeyi zor kaldırırlar. Orada Haşim Kılıç’ın yaptığı bir şey yok. Kendi kararını söylemesi lazım. Eğriye doğru, doğruya eğri mi diyecek. Bana göre Haşim Kılıç az bile konuştu.  Haşim Kılıç madem yargının bir parçası oldu şimdi, Türkiye’deki genel uygulamalar hakkında da daha rahat konuşabilirdi. Haksız tutuklamalar, demokratik kitle olaylarında polislerin göz çıkarmalara kadar varan tutumları, mahkemelerin, adaletin geç işlemesi, hakimlerin dosyalardan el çektirilmesi, tayinleri…bunlar hukuk devleti ile bağdaşacak durumlar mıydı? Bunları da söyleyebilirdi, hatta adaletin bütçesine bile karışabilirdi. Her vatandaşın konuşma hakkı olan konuları, bal gibi Anayasa Mahkemesi Başkanı da konuşur. Başbakan eleştirilmez mi, Başbakan’ın yaptığına kötü, yanlış diyemeyecek miyiz biz? 

“BEN OLSAYDIM BUNLARIN AĞIZLARINI İYİCE REÇELLERDİM”

Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop: "Yakışıksız ve sığ değerlendirmeler. Bu işler cübbeyle olmaz, cübbesini çıkartsın siyasete girsin.” dedi. 

Onlar Haşim Kılıç, kendilerine yaraşır olduğu yanıtı vermediği için böyle konuşup duruyorlar. Ben olsaydım bunların ağızlarını iyice reçellerdim. Onların ki kabalık, ilkellik. Tartışmalar olabilir, görüş farklılıkları olabilir ama bunların insanların kişiliğine yakışır sözcüklerle yapılması lazım. Kelebekleri anlatacağım demiştim ya, kelebek renkli ve nazik bir hayvan olduğu için onu söyledim. Burada da Şentoplar, Arınçlar, Şahinler….onların davranışları kaba, ilkel ve çirkin. Bir Anayasa Mahkemesi Başkanı yanlış konuşsa veya onların işine gelmese bile, onların yakıştırdıkları sözcüklerle değerlendirilip, nitelendirilemez. 

“BAŞBAKAN’IN TEPKİSİ YERSİZDİR”

Haşim Kılıç’ın ardından bir Metin Feyzioğlu çıkışı gerçekleşti. Ve Başbakanın tepkisi malumunuz. O anı nasıl yorumlarsınız?

Türkiye Barolar Birliği Başkanının, Yargıtay’ın da, Danıştay’ın yıl dönümlerinde konuşma yapmaları gelenekselleşmiş bir durumdur. Bu konuşmaların içeriğine karışmak kimsenin haddi değildir, demokrasi hoşgörü rejimdir aynı zamanda. Bana göre Barolar Birliği Başkanının sözlerinde sakıncalı bir durum yok, konuşma düzeninde ağır ağır konuşma fazla zaman almış olsa bile dinleyenlerin katlanması gerekir. İlla resmi bir konuşma olması gerekmez, o makamda oturan kişinin, kendisinin gerekli gördüğü konuları kamuoyunun bilgisine sunması konuşmasıdır bunlar. Bana göre Başbakan’ın tepkisi yersizdir, gereksizdir, hatta makamı gözetilirse yakışıksızdır. 

Konuşmasının CHP tarafından tepki aldığı iddia edildi. Loloğlu, “Danıştay’daki olay çok üzücü, orada tek bir kişi sorumlu değil, cumhurbaşkanımızı, Feyzioğlu’nu ayrı ayrı artıları, eksileri oldu” demiş. 

Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanının Başbakanın önerisiyle dışarı çıkmaları, hem ülkemiz için hem de demokrasi için hiç olumlu bir görüntü olmamıştır. 

“YALANIN YANITI DOĞDUR, SALDIRI DEĞİL”

Konuşmayı uzun olması dışında eleştiremez miyiz?

Uzun da olabilir. Başbakanın dilini biliyoruz, dilinin sınırlarını da biliyoruz, herkese hakaret etmek kimsenin haddine değil. Yalanın yanıtı, karşılığı doğrudur. Yalanın yanıtı saldırı olmaz, yalan olsa bile ona doğruyu söyleyerek cevap verirsiniz. Kavga ile olmaz ki bu iş. Siyasetçiler seçim öncesinde bin türlü yalan söylüyorlar, herkesin onlara hakaret etmesi mi gerekir?

“KARI-KOCALIK DA SİYASETTİR”

Hukuk kürsüsünde yargının bağımsızlığına mı dikkat çekiyor, yoksa siyasi bir konuşma mı yapıyor?

Yargıçların Türkiye’nin sorunlarına dokunmaları siyaset yapmak değildir ki. Siyaset yapmak, günlük politikayı gündeme getirmek, bir partinin karşısında veya yanında yer almaktır. Barolar Birliği Başkanı uygar bir yurttaş olarak, bir hukukçu olarak vuku bulan sorunları dile getiriyor. Bu siyaset olmaz ki. Siyasete bu kadar geniş açıdan bakarsanız, Karı-kocalık da siyaset sayılır.

“FEYZİOĞLU’NUN CUMHURBAŞKANI POZU VERDİĞİ KANISINDA DEĞİLİM”

Feyzioğlu’nun CHP’nin ya da muhalif lider olarak görüntüsünü sempatik buluyor musunuz?

Cumhurbaşkanlığı makamına, her gönülde bir aslan yatar, herkes birilerini düşünebilir, ama bu mutlaka yarışıyor oldukları anlamına gelmez. Feyzioğlu’nun böyle bir istekle, böyle bir poz vermek için o konuşmayı yaptığı kanısında değilim. Ama Başbakan kendisine rakip gördüğü için böyle bir tepkiyle onu sarsmak istemiş olabilir. Yıllarca Barolar Birliği Başkanları konuştu, hiçbir Başbakan böyle bir tepki vermedi. Yapılacak şey değil, dinlersiniz, yanıtınızı ölçüleri içinde verirsiniz, dikkat ederseniz Yargıtay Başkanının konuşmasını da dışarı çıkarak protesto etti ve eleştirdi, bunlar doğru sözler değil. Bıraksınlar yüksek yargı başkanları Türkiye’nin adaletle ilgili sorunlarını tartışan insanları dinlersiniz yanıtınızı verirsiniz. Selam getirdim diye başladı konuşmasına. “Yanlış şeyler söylüyorsunuz, söylediklerinize katılmıyorum, bunlar uygun şeyler değil, yeri değil zamanı değil” dersiniz ama edepsizlik demek kime yakışır? 

“CUMHURBAŞKANI 76 MİLYONUN CUMHURBAŞKANI OLMALI”

76 Milyonun Cumhurbaşkanı olmalı derken tansiyon yükseldi galiba…

Öyle olmalı tabi. Bugün bazı yazarlar, “Benim cumhurbaşkanım değil” diyor. Böyle denmesi yerine “Bizim cumhurbaşkanımız” denecek bir insanın olması lazım ve bu da onun şahsına yönelik değil, herkes için genel bir söz. Bana da sorsalar, 76 milyonun, kıvançla, gururla, övgüyle cumhurbaşkanım diyeceği bir insan olsun, derim. Bunun neresi suç olur?

“1960 DEVRİMİNİN EN BÜYÜK KAZANIMI, ANAYASA MAHKEMESİDİR”

“ANAYASALAR, İKTİDARIN GÜCÜNÜ SINIRLAYAN BELGELERDİR”

Emre Kongar cumhuriyette bir yazı yazmış, “Anayasa Mahkemesi ne işe yarar” başlıklı bir yazı bu. Demokrasiyi korumak için anayasanın kurulduğunu söylemiş. Ama Anayasa Mahkemesinin otoriter rejimde var olma savaşı verdiğini ifade etmiş. 

Anayasa Mahkemesini kapatmayı düşünenler oldu. Anayasa Mahkemesi kendi varlığını savunacak tabi. Anayasa Mahkemesi, 1950-60 arası olayları yasaların anayasaya uygunluğunu denetlememe sorunlarının gündeme getirdiği aksaklıkları telafi için getirildi. Ve bu 1960 devriminin en büyük kazanımı Anayasa Mahkemesidir. Çünkü siyasetin gücünü anayasa sınırlar. Peki sınırları, yaptırımı  Anayasa Mahkemesi belirler. Anayasalar, iktidarın gücünü sınırlayan belgelerdir. Onu da Anayasa Mahkemesi yapacak.

“YENİ ANAYASA ATATÜRK’ÜN ADINI ANMAK GEREKMEZ”

Hüsamettin Cindoruk’un önderliğindeki Milli Anayasa Forumu’nda siz de bulundunuz. Sloganınız,  “Atatürk’te birleştik, bölücü anayasaya hayır!” idi. Yeni Anayasa Atatürk’ten bağımsız yapıldığında hiçbir anlam ifade etmez mi? Atatürk’ün Anayasası, Kuran’ı Kerim gibi her çağa uygun bir yapıda mı?

Atatürk’ün adını mutlaka anmak gerekmez. Atatürk’ün yaşamımıza taşıdığı, bizi geleceklere çıkardığına inandığımız ilkeleri koruyacak biçimde Anayasa kurallarını güvence altına alırsanız, bizim istediğimiz o. Hüsamettin Cindoruk ile fakülte arkadaşıyız, kendisini sever sayarım ancak Hüsamettin Cindoruk beni çağırdığı için Demokratlık milli merkez hareketine katıldım, daha sonraki izlenimlerine göre de aralarında bulunamadım. Kendimi yaptığım hatalardan kurtaracak biçimde yürüyorum.