Albayrak: Gülen Cephesi, Hakan Fidanın kellesini istiyor

Aktivist, Yazar Hakan Albayrak, Hülya Okur'a konuştu. İşte röportajdan bazı çarpıcı başlıklar:" Bu ülkeyi Erdoğan'dan başkası da yönetebilir...Bu savaşın nedeni Lozan'ın gizli maddesi..Cemaatten büyük kazık yedim...Erdoğan'ı harcarsak yeni Türkiye çökmüş olur...Hakan Fidan, çağımızın kahramanı...Beni dinleyenlerin kulaklarına tüküreyim"

"O, kendisine yapılan zulmü değil, başkasına yapılanı gören...O, Afitabına Esma'ül Hüsnayı yerleştiren...O, ademiyeti için kalbini çalıştıran...O, zulüm görmüşe yakışır surette bir mazlumane...O, kalbin ölmemiş, aklın sönmemiş hali...O, insanlığın son adasındaki bir survivor...Hakan Albayrak sizlerle..."

 

HÜLYA OKUR- HABERX

 

 

“MUHAMMED ALİ, BANA ÜMMET ŞUURUNU İLK HİSSETTTİREN KİŞİDİR”

1980'in Develi İmam Hatip Lisesi'nde bir genç…. Bakara Suresi'nin ikinci sayfasını ezberlediğinde bu sevinci arkadaşı Fatih Okumuş ile paylaşır, ona koşup: "Bu iş tamam inşaallah. Hafız oluyorum!" der. Yıllar geçer, araya bir sürü şey girer, çocuk büyür, kendi tabiriyle güya "Şuurlu bir Müslüman" olur… Olgunlaştıkça ezberleriniz mi, şuurlarınız mı ağır bastı, hayat öykünüzün neresinden başlamak istersiniz?

Ben Şuurlu bir Müslüman’ım, demedim hiçbir yerde. Şuurlu bir Müslüman olmak isterim ama olamadım henüz. 1974’ün bir Ekim gününden başlayalım…o zaman 6 yaşındaydım, sahur vakti gibi bir vakit, annem beni uyandırdı, Almanya’da yaşıyorduk o zamanlar….”Hazır mısın?” dedi, “Hazırım” dedim. Koridoru geçtim, çay kokusu aldığımı hatırlıyorum, salonda ağabeylerim vardı, kaygı, heyecan, sevinç duyguları hissediliyordu, karşımda siyah-beyaz ekran, ringe Muhammed Ali çıkıyor, karşısına George Foreman çıkıyor, Wietnam Savaşına girmeyi reddettiği için, boks maçlarından men edilmişti, lisansı iptal edilmişti, pasaportu elinden alınmıştı, hapse de atıldı, ciddi bir hukuk mücadelesi verdi, sonunda kazandı, 5 yıllık bir aradan sonra lisansı kendisine iade edildi, en alttan başlayarak, dövüşe dövüşe dünya ağır siklet boks şampiyonu ünvanı için ringe çıkma hakkını elde etti, o gün dünya Müslümanlarının 4-5 yıl gördükleri zulmün intikamının alınmasını bekledikleri gündü ama bunun ötesinde 200 yıldır zafere susamış olan Müslümanlar, adı Muhammed Ali olan ve “Elhamdüllillah Müslüman’ım” diye haykıran birinin zafer kazanmasını ihtiras derecesinde arzu ediyorlardı. Zafere susamış olan ümmeti, ringte de olsa zafer mest ediyordu. 1976 yılında Abdulvahap Kocaman,  Muhammed Ali için yazdığı şiirde diyor ki: “Yumruğunla ışık tuttun dünyaya, büyük bir insansın Muhammed Ali. İslam bayrağını çektin semaya, çünkü Müslümansın Muhammed Ali. Zaferinle bayrak çektin yarına, İslam aleminin ufuklarına, dünya boyun eğdi yumruklarına. Bugün bir Cihansın Muhammed Ali” Muhammed Ali bizim için bu kadar önemliydi. Muhammed Ali, ümmet şuurunu ilk olarak hissetmeme vesilen olan kişidir. Kafkasya kökenli, Kayserili bir aile, Almanya’daki evlerinde ABD vatandaşı bir delikanlının Afrika’nın kalbindeki maçını izlemek için gece vakti kalkarlar ve onun yediği her yumrukta acı çekerler ve onun yediği her yumrukta da mest olurlar. Çünkü o bir Müslüman, biz de Müslüman’ız ve biz bir ümmetiz. O gün itibariyle de dünya çapında büyük bir ailenin ferdi olduğumu hissediyorum. Bir de Muhammed Ali bize özgüven aşılamıştı. Çile çekmek pahasına da olsa, davada ısrar etme şuurunu aşılamıştı. Benim üzerimde babamdan, annemden sonra en etkili olan kişi Muhammed Ali’dir. 

“KÖYÜMÜZDE AJAN VARDI”

“KEMALİZM’İN TÜRKİYE’DE YAPTIĞINI, BAASÇILIK SURİYE’DE YAPTI”

12 yaşında Hasan El Benna ve Seyyid Kutup'la tanıştınız….İhvan-ı Müslimin'e muhabbet ve çağdaş Mısır firavunlarına nefret ile büyüdünüz. Büyüdünüz ve ilk fırsatta Mısır'a gittiniz… “Her gidişimde tünelin sonunda bir ışık aradım.” diyorsunuz oralar için…Özgüveni aşılayan Muhammed Ali ama bu muhabbet ve nefretin kökeninde nasıl bir aşı var?

Muhammed Ali demek, zulme karşı mücadele demek. Ve bu uğurda gerekirse bedel ödemek demek. Benim babam MSP’liydi. Ve tek parti dönemindeki diktatörcü uygulamaları anlatırdı, bizim küçücük Cinliören köyümüzde bile kuran kursuna gitmek ve köydeki devlet ajanına yakalanmamak için damdan dama atlamak zorunda kaldıklarını anlatırdı. Her köyde bir ajan vardı. Ezan Arapça okunduğunda ve Kuran okunduğunda, hemen bunu jandarmaya bildirirdi(bir tek onun evinde telefon bulunurdu) ve o köye baskın yapılırdı. Annem ve babam böyle bir yerden geliyor. O dönemde yaşananlara ilişkin bana bir şuur aşılandı. Bunlara çok genç yaşlarda tepki duymayı öğrendim. Kemalizm’e tepki duymayı öğrendim ve otomatikman da Nasırcılığa, Baasçılığa da tepki duyuyorsunuz. Çünkü Kemalizm’in Türkiye’de yaptığını, Baasçılık Irak’ta, Suriye’de yaptı, Nasırcılık Mısır’da yaptı. Kendi hikayemizden Mısır’a baktığımızda bizim adamımız Hasan El Benna’ydı, Seyyid Kutup’tu. Oradaki rejime karşı bilenmiştik. Bunda Minyeli Abdullah romanıyla Hekimoğlu İsmail’in de payı var. Ama daha çok Erbakan Hoca akıncı, MSP’li gençleri Hasan El Benna okumaları konusunda teşvik ederdi. Ben Türkiye’ye 12 Eylül’den çok kısa bir süre önce geldim. Ve akıncı ağabeyler de Hasan El Benna’nın risalelerini tutuşturdular, öyle başladık…

“BEN HİÇ YALNIZ KALMADIM”

Sezai Karakoç’un hayatını anlatan Gün Doğmadan filmini izlerken, trendeki çocuk sahnesinde yapayalnız kalacak kadar uzaklara gittiğinizi anlatmıştınız. Yalnızlık gittikçe çoğalan bir şey mi oldu sizin için?

Bu konuda bir sürü şiirsel laf edebilirim ama Elhamdüllillah ben hiç yalnız kalmadım. Bunun için şükrediyorum. Yalnızlık bahsinde söyleyecek çok şeyim olmaz, söylersem çok sahici olmaz. 

“BİZİM ELVİSÇİLİĞİMİZ ŞİZOFRENİK BİR ŞEYDİ”

“ARTIK ELVİSÇİ DEĞİLİM”

Doğru sizi besleyen şeyler çoktu…Develi İmam-Hatip Lisesi yıllarından beri değiştirmediğiniz bazı ritüeller var… ilahi dinlemek, söylemek ve illa ki Çerkez müziği. Ve abiniz Kenan ile Fernando eşliğinde dinlediğiniz rock’n roll. Bu çeşitlilik kafanızı karıştırdı mı veya ne kadar kendinden emin bir insan yaptı sizi?

1977’de Elvis Presley ölmüştü, onunla ilgili haberi izlediğimde, ağabeyime kim olduğunu sordum. Ağabeyim: “Hızlı şarkılar söylerdi” dedi. Ondan bir gün sonra birinin evinde Elvis Presley albümü gördüm, bizim eve götürüp dinledik, bizim pikap sadece Zeki Müren, Neşe Karaböcek, Mama çalardı, o gün dinlediğimiz albümün ilk şarkısı, Hound Dog idi. Onu duyduğum zaman çarpıldım. 50’li yılların en sert rock’n roll şarkısı idi. Yıllarca Elvis dinledim. Hatta Bravo dergisine kapak olduğu zaman onu gider alırdım, posterlerini de alırdım, duvara asardım, bir gün Hanau’da (Ben Hanau doğumluyum) kuran kursuna gidiyordum, camide hocamız, kafirlerin resimlerinin duvara asılmasının çok sıkıntılı bir durum olduğunu, öbür dünyada müslümanı çok sıkıntıya sokabileceğini söyledi. Bunu da çok ürkütücü bir şekilde ifade etti, ben de eve gider gitmez Elvis posterlerini indirdim. Ve onları çekmeceye koydum. Bizim Elvisçiliğimiz şizofrenik bir şeydi. Hala bir müzik marketine gittiğim zaman yeni bir şey çıkmış mı diye, yitik bir kaydı bulundu mu diye bakarım. Ama artık Elvisçi değilim tabi.

“OSMANLI’NIN EZDİĞİ BİR HALK GÖRMEDİM”

“TÜRKİYE, MODERN ZAMANLARDA İNSANLIĞIN İLK ADASI OLMUŞTUR”

Elvisçi değilsiniz ama Osmanlıcı diye anılıyorsunuz. Atılım gazetesi "Hakan Albayrak'ın kendisini özdeşleştirdiği Osmanlı egemenleri" içerikli bir haber yapmıştı. Bu yaftayı kabul ediyor musunuz?

O yazıda benim çapulcu, yağmacı, sömürgeci Osmanlıyı desteklemekle, Osmanlının ezdiği halklara haksızlık ettiğim yönünde iddialar vardı ama ben Osmanlının ezdiği bir halk görmedim. Ne Boşnaklar, ne Araplar, ne Sırplar…Osmanlı devletinin 400 sene hüküm sürdüğü Arap topraklarında hala Arapça konuşulur. Araplar Türkçe konuşmuyorlar, Türkçe konuşmaya zorlanmadılar çünkü Osmanlı devleti din dayatmadığı gibi dil de dayatmıyordu. Ama Fransızların 130 sene hüküm sürdüğü Cezayir’de, 15 sene öncesine kadar bebekler bile Fransızca ağlardı. Çünkü kendi dillerini zorla dayatmışlardı. Osmanlının böyle bir geçmişi yok. Türklüğü dayatmadı çünkü sadece Türk devletinden ibaret değildi. Bir Arnavut Milliyetçisi bana, Makedonya’da bana, Osmanlı’nın emperyalist bir devlet olduğunu söylediğinde dedim ki, “Doğrudur Osmanlı emperyalist bir devletti ama Arnavut emperyalistidir. Fatih Sultan Mehmet’ten sonra 3 tane etnik Türk sadrazam sayamazsınız ama 33 tane Arnavut sadrazam var “ dedim. O da, “34!” dedi, “Buyur!” dedim. Bütün yatırımlar Arnavut ve Boşnak coğrafyasına yapılmış.  Osmanlı almamıştır, vermiştir. Anadolu’nun haline bakın bir de Kahire’ye bakın, bir de Şam’a bakın. Osmanlı, kendi Müslüman tebaasını ezmediği gibi gayri Müslim tebaasını da ezmemiştir ve kendisiyle hiç alakası olmayan hatta kendisine yüzyıllar boyunca düşmanlık yapmış olan gayri Müslim halkların çocuklarına da sahip çıkmıştır. Mesela Polonyalılara. 1700 yılında Rusya Polonya’yı işgal ediyor, ve Lehistan haritadan siliniyor, Kurtuluş savaşı verip, Ruslara yenilen ordunun komutanları Osmanlı devletine sığınıyorlar. Üstelik Lehler, yüzyıllar boyunca her fırsatta Osmanlıya saldırmış. Viyana’da da Osmanlı ordusunu Almanlar, Fransızlar durdurmadı, Polonyalılar durdurdu. Hatta Viyana’da çeşme vardır: “ Türkleri durduran kahraman Polonyalının anısına” diye. Biz onların düşmanıydık ama adaleti nedeniyle Osmanlıya sığındılar. Ve Ruslar, onlar terörist bize vereceksiniz dedi ama  Osmanlı Ruslarla savaş pahasına da olsa onları vermedi. Ahmet Cevdet Paşa’nın dediği gibi, Osmanlı insanlığın son adasıydı, biz de Osmanlı’dan da ilham alarak bugünkü Türkiye’yi modern zamanlarda insanlığın ilk adası yapmaya çalışıyoruz. Bu zaten gerçekleşmiştir. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye, modern zamanlarda insanların ilk adası olmuştur. Biz de şu günlerde Fethullah Gülen cephesine, onun arkasına uluslar arası sistemlere karşı mücadele ederken, Türkiye’nin modern zamanlarda insanlığın ilk adası olma özelliğini muhafaza etmek için de mücadele vermiş oluyoruz aslında. 

“ASIL KURTULUŞ SAVAŞI BİRİNCİ CİHAN HARBİDİR”

"Osmanlı yeniden bir daha doğmak için intihar etti, kendisini ateşlerin içine fırlattı" sözleriniz epeyi tepki toplamıştı. Osmanlının yeniden doğuşu, yeni Türkiye ile mümkün görünüyor galiba?

O söz Mustafa Armağan’ın başka bir yazardan aktardığı bir söz. Ama ben buna katılıyorum. Ben şuna inanıyorum, bu topraklarda verilen asıl kurtuluş savaşı birinci cihan harbidir. Kurtuluş Savaşı-Milli Mücadele denilen şey daha küçük bir şeydir. Eğer Enver Paşa’nın ve arkadaşlarının (ki onların da pek çok hataları vardır) Osmanlı’yı Almanya’nın yanında savaşa sokmasalardı, yavaş yavaş çürüyecekti.  O emperyalist paylaşım savaşında büyük ödül, Osmanlı topraklarıydı, er veya geç geleceklerdi zaten. Son bir gayretle neyi kurtarmamız gerekiyorsa, onu kurtarmamız gerekiyordu, Enver Paşa bunu seçti. Almanya’nın yanında savaşa soktu, maceracılık yaptı diyorlar. O yanlıştır. Osmanlı çökmüştü, askeri asker değildi, silahı silah değildi. Herhangi bir saldırıya karşı hazırlıklı 0olmak için silahlanmak gerekiyordu ve bunun da tek yolu; İngiltere,Fransa ve Almanya ile ittifak kurmaktı. Ancak onlardan silah alarak kendisini muhafaza edecek durumdaydı. 1878’de Ruslar İstanbul kapılarına dayandılar, döndüler gittiler ama biz durdurmadık onları İngiltere durdurdu. 1912 yılında birkaç gün içinde Balkan cephelerinden çekilen, çil yavrusu gibi dağılan bir Osmanlı ordusu vardı, Enver Paşanın Harbiye nazırı olmasından sonra birkaç ay içinde zımba gibi bir orduya dönüştü, öyle bir ordu ki Çanakkale’de yedi düvele karşı savaştı, öyle bir ordu ki, Basra’da İngiliz ordusunu darma dağan etti, 20 bin İngilizi esir aldı, 3 ay Balkan cephelerine dayanamayan bir orduyu aldı, 4 sene cihanın dört bir yanında savaşacak bir orduya dönüştürdü. 

“EŞİM VE KIZLARIM KESİN TAYYİPÇİLERDİ”

“BABAM, ERDOĞAN’I ELEŞTİRİNCE TELEFONLARIMA ÇIKMAZDI”

Sizin komutanlığınızdaki orduya gelmek istiyorum…Mavi Marmaraya…Ama başında olduğunuz bir diğer ordu aileniz. Sırp ordusunun Srebrenitsa'da 8 binden fazla Boşnak erkeğini katlettiği olaylardan kimliği tespit edilen cenazelerin uğurlanışında kızlarınız Ayşe ve Fatma da bulunmuştu. Hatta kızınız Ayşe’nin “Yaralı Kuş” isimli şiirini köşenizde yayınlamıştınız. Çocuklarınızda aynı hassasiyetlerin gelişmesi kendiliğinden mi, şartlayarak mı oldu?

Ben elimden geldiği kadar şartlıyorum tabi. Ama bazen onlar beni şartlıyorlar. Mesela ben, Recep Tayyip Erdoğan’a çok eleştirel bakarken, eşim Emira, kızlarım Ayşe ve Fatma kesin Tayyipçilerdi, beni yadırgıyorlardı, o konuda rahmetli babama yakındılar….Ben babamı her gün arardım ama bazen telefona çıkmazdı, annem derdi ki: “ Bugün seninle konuşmak istemiyor, yazıda Tayyip Erdoğan’ı mı eleştirmişsin ne yapmışsın, sana kızıyor” derdi. Babam bana  dermiş ki: “Bunlar şükürsüz, şükürsüz!...eski günleri bilmiyorlar, Tayyip Erdoğan’ın bu memlekete ne büyük bir rahmet olduğunu bilmiyorlar” Ama elhamdülillah babam ahrete intikal etmeden, bu konuda tamamen yoldaş olmuştuk. 

“ANADOLU AJANSI, YENİ ŞAFAK’TA ALDIĞIMDAN 500 LİRA DAHA AZ MAAŞ VERDİ”

“KEMAL ÖZTÜRK, YUSUF ZİYA CÖMERT, MUSTAFA KARAALİOĞLU, İBRAHİM KARAGÜL'E SESLENİYORUM: DERHAL O KOLTUKLARI BOŞALTSINLAR”

O yoldaş yoluna gazetelerde devam etti…1987’lerde Zaman’da çalıştınız, “Köşe yazarlığı taşıyamayacağım bir yük haline geldi. “ diyerek  yeni şafaktan ayrıldınız. Sancaktar Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği ve son olarak Star yazarlığı. Şimdi taşıyabileceğiniz yüklerin altında mısınız?

Ben yazarlıktan çok bunalmıştım, bir gün pat diye bıraktım, 2 ay sonra parasız kaldım, ne yapacağımı düşünürken, 15 sene evvel Yeni Şafak’ta beraber çalıştığım Kemal Öztürk’ü aradım ama onu aramadan önce çok düşündüm. Domates satsam orada mafya vardır, pazar yerinde beni döverler. Almanca biliyorum, başka da hiçbir numaram yok, mütercim olabilirim ancak. Kemal Öztürk’ü aradım: “Ağabeyciğim beni mütercim olarak Anadolu Ajansına alır mısın? Almanca biliyorum” O da güldü, yeni bir atılım yapmaya hazırlandıklarını söyledi, işin Balkan, Arap dünyası, Kürt, Rusya ayağı var, gel bize Balkanlar konusunda danışmanlık yap, dedi. Ben de, hakikaten danışacaksan geleyim, dedim. “Anadolu Ajansına para basmaya gidiyor, 20-30 bin maaş alıyor” diye söyleyenler oldu ama bunu şimdi burada açıklıyorum: “Anadolu Ajansı bana yeni şafakta aldığımdan 500 lira daha az maaş verdi” O süreçte az da olsu katkım oldu, özellikle birilerinin alımı konusunda…ama bir süre sonra Kemal Öztürk bana danışmamaya başladı, ben de danış bürosundan istifa ettim. Ama geçenlerde Selam terör örgütü konusunda bazı bilgiler sızdı, ben de bu dosyada kendisine en çok iltifat edilen adamlardan biriymişim. Dosyada şöyle deniliyormuş: “Star ve Yenişafak Gazetelerinin gerçek yöneticisi Hakan Albayrak’tır, Anadolu Ajansını da Hakan Albayrak yönetiyor” Kemal Öztürk’ten, Yusuf Ziya Cömert’ten, Mustafa Karaalioğlu’ndan, İbrahim Karagül’den çok özür diliyorum, derhal o koltukları boşaltsınlar, devlet böyle taktir etmiş, ben hepsine birden oturmak istiyorum, hemen!...Anadolu Ajansından sonra Suriye konusunu yüksek sesle konuşma ihtiyacı hissettim. Anadolu Ajansı genel müdür danışmanı sıfatıyla çok rahat konuşamayacağımı düşündüm ve o yüzden ayrılmak zorunda kaldım, Star Gazetesi beni istihdam etti, bana köşe verdi, haftada iki gün orada yazıyorum. Mücadele zamanlarında yazmak bana zül gelmiyor. Olağanüstü zamanlarda günde 10 tane yazı da yazabilirim, şu an öyle bir dönemden geçiyoruz. Ben ülkemi, İslam dünyasını savunmak için yazıyorum, aşkla yazıyorum, şevkle yazıyorum. Suriye, Arap devrimleri konusunda da öyleydi. 

"MAZLUMUN AHI BULDU BİZİ"

"SELAM ÖRGÜTÜ, BALYOZA KARŞI ÇIKMAMANIN BEDELİ HERHALDE"

Selam örgütü ve siz...aranızda nasıl bir illiyet bağı var?

Öyle saçma bir iddia ki, tüylerim diken diken oldu, "Balyoz dosyasını da böyle hazırladılarsa vay halimize" diye. Vaktiyle o gibi davalardaki saçmalıkların üzerine gitmemenin, sanıkların uğradığı haksızlıklıkları yeterince mesele edinmemenin bedelini ödüyoruz herhalde. Mazlumun ahı buldu bizi. Mazlum, Kemalist de olsa, mazlumdur. Ahı ahtır.

“GAZZE, MAVİ MARMARA CUMHURİYETİ OLMUŞ”

“FİLİSTİNLİLERE MAVİ MARMARAYI NEDEN ÖNEMSEDİKLERİNİ SORDUM”

Benim hiç mesleğim olmadı dediniz ama bir kahramanlık öyküsü de yarattınız. 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara gemisinin tarihimize geçen kahramanlarındansınız. Mavi Marmara ile birlikte yürüyen bir çok projenin içindesiniz. Gazze gezilerinin hiçbirini kaçırmıyorsunuz. "Mavi Marmara İle Azadlığa" panelleri vs…Gazze’yi Mavi Marmara Cumhuriyeti yapabildiniz mi? Dönüşünüzü muhteşem yapan neydi?

Gazze’ye, Mavi Marmara Cumhuriyeti yapmak için gitmedik, biz İsrail’in oradaki gayri meşru otoritesini sarsmaya gittik. Biz Türklerle Araplar arasına örülen psikolojik duvarın son kalıntılarını yıkmaya gittik. Başbakan, çoğunu “One Minute” ile yıkmıştı. Ve tabi ki Gazze’ye ablukanın kalkması için gittik. Gazze’ye Eyüp Gökhan Özekin ile beraber Keçiören Belediyesinden bir heyetle gittik, orada gördük ki, Gazze, Mavi Marmara Cumhuriyeti olmuş. Gazze’nin ortasında Mavi Marmara şehitleri anıtı var, sahilde Mavi Marmara şehitleri tüneli var, Furkan Doğan hastanesi, Mavi Marmara Parkı var…Tabi çok şaşırdık ve beraberimizdeki Filistinlilere dedik ki: “Siz her gün Mavi Marmara kadar şehit veriyorsunuz, neden Mavi Marmara’yı bu kadar önemsediniz?” dediler ki: “Biz burada doğduk, burada büyüdük, bela geldi bizi burada buldu, biz ister istemez direneceğiz ama siz bizimle dayanışma uğruna, Mescidi aksa uğruna, Müslümanların kardeşliği uğruna, müstekbirlerin çarklarını başlarına yıkma uğruna kalktınız Türkiye’den ve dünyanın başka yerlerinden belaya doğru bilerek ve isteyerek yelken açtınız, bunun bizim için ne kadar önemli olduğunu bilemezsiniz “ Türkiye’nin bütün İslam dünyası için tarihte çok parlak bir dönemini temsil eden, hilafeti temsil eden, İsrail işbirlikçiliği, Amerikan uşaklığı ile geçen on yıllardan sonra  İslam dünyasının meselelerine sahip çıkmasının verdiği heyecan ve mutluluk da var işin içinde. 

“BU SAVAŞIN NEDENİ, LOZANIN GİZLİ MADDESİ”

“TÜRKİYE HER YERDE FIRTINA GİBİ ESEN BİR ÜLKE”

“BÜYÜK ÜLKELERİN BÜYÜK KRİZLERİ OLUR”

Mustafa Kemal Paşa 1921 yılında İngilizlerle ilk görüşmesinden sonra Enver Paşa’ya bir mektup yazdı ve dedi ki: “Paşam İngilizlerle anlaştığımız taktirde İslam dünyasının hiçbir yerinde İngilizler aleyhinde tenzilatta bulunmayacağınızı taahhüt edin!” Yani İngilizlerle anlaşırsak, İslam dünyasının hiçbir yerinde İngilizlerin ayaklarına dolanmayacağına, onların tezgahlarını parçalamayacağınıza, onların yoluna çıkmayacağınıza söz verin.” Buradan şunu anlıyoruz, o ilk görüşmede İngilizler, Ankara merkezli yeni bir devlete yeşil ışık yakalabileceklerinin işaretini vermişler ve kurulacak yeni devletin psikolojik sınırlarını da tayin etmişler, bu devlet emperyalizmin yoluna çıkmayacak, bu devlet Kars ile Edirne arası sıkışıp kalacak, başını dışarı çıkartmayacak, Balkanlarla ilgilenmeyecek vs…Nitekim 1923’te İzmir’deki bir konuşmasında Mustafa Kemal Paşa diyor ki: “Biz ittihatı İslam dedik, yapmadık sadece dedik ve bizi öldürmek için üzerimize geldiler. Biz ittihatı turan dedik, yapmadık sadece dedik yine öldürmek için üzerimize geldiler, artık altından kalkamayacağımız davaların üzerinden koşarak Avrupalıların hışmını üzerimize çekmekten vazgeçelim, hattı tabiye(doğal sınırlarımıza) dönelim, haddimizi bilelim” Nitekim, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla yapılan Lozan Anlaşmasının bana göre en önemli maddesi gizli maddedir, o da şu: “Yeni kurulacak devlet, haddini bilecek” Yani emperyalistlerin yoluna çıkmayacak. Şu günlerde Tayyip Erdoğan’a, onun şahsında Türkiye’ye, Türkiye üzerinden İslam dünyasına savaş açanlar ve bu savaşta Pensilvanya cephesini tepe tepe kullananlar bize Lozan’daki o gizli anlaşmayı tarihin çöp tenekesine atmamızın ödettirmeye çalışıyorlar. Çünkü bugün Türkiye Saray Bosna’dan,  Mogadisho’ya kadar Gazze’den, Buenos Aires’e kadar her yerde fırtına gibi esen bir ülke. Tabi bu ülkenin büyük krizleri var, Suriye krizi gibi, büyük ülkelerin büyük krizleri olur. Amerika’nın krizleri onun zulmü yüzünden olur, bizim krizlerimiz de, adaletteki ısrarımız yüzünden olur. Niye Suriye’deki problem bitmedi diyor, 100 yıllık bir pası atmaya çalışıyoruz, ne pası 100 sene önce üzerimize beton dökmüşler o betonu kırmaya çalışıyoruz, bugünden yarına selamete çıkacağımızı söylemiyoruz ama Türkiye inşallah modern zamanların ilk adası olma özelliğini koruyacaktır. 

Libya’daki ayaklanmanın ardından “Özgürlüklerine kavuşan Müslüman halklar bana göre yanlış tercihlerde bulunsalar bile bu devrimleri kutlamaya devam edeceğim” demiştiniz. 

Hür olsunlar yanlış yapsınlar, hür oldukları sürece yanlışlarını düzeltme imkanları vardır. 

“AY YILDIZLI AL BAYRAK, SADECE BİR TÜRK BAYRAĞI DEĞİL”

Mavi Marmara hür olmak adına yapılmış bir cihattı muhtemelen….Mavi Marmara'ya çıkan "full silahlı" İsrail korsanlarının karşısına dikilişiniz, hak ve adalet mücadelesinde 9 şehitle birlikte canlarınızı hiçe saymanız, bunun bir kurtuluş savaşı destanı gibi algılanması gerekmez miydi, siz kendi ülkenizde yeterince taktir gördünüz mü?

En az Türkiye’de böyle algılanıyor. Başka yerlerde zaten böyle algılanıyor. Biz Mavi Marmara’dan sonra Lübnan’dan bir davet aldık, Trablus şehrine bizi davet ettiler, bize şunu dediler, “Mavi Marmara’dan iki kişi gelebilir, kim olduğu önemli değil.” Biz de gittik. Lübnan, hilafete karşı ilk bildirimlerin yayınlandığı yer. Arap Milliyetçiliğinin beşiği diyebileceğimiz bir yer. Beyrut-Amerikan kolejinde başlayan bir fitnedir bu. Şu anda kullandığımız bayrak, Osmanlıdan tevarüs ettiğimiz bir bayraktır, bu İslam bayrağıdır. O yüzden Mustafa Kemal ömrünün son deminde değiştirmek istiyordu, bozkurtta koymak istiyordu…Şimdi ay yıldızlı al bayrağın ilk yakıldığı yer olan Lübnan’a gittik…Bu anlatacağım şey bir yalan değil, efsane değil…gözümüzün gördüğü her yerde ay yıldızlı al bayrak vardı…Yanında Tayyip Erdoğan psoteri…Mavi Marmara posteri ve dokuz şehidimizin resimleri…Büyük bir miting düzenlenmişti, binlerce insan, hepsinin elinde ay yıldızlı al bayrak…Farkındaysanız sürekli ay yıldızlı al bayrak diyorum, Türk bayrağı demiyorum çünkü bu sadece Türk bayrağı değil. O aynı zamanda Kürt bayrağı, Çerkez bayrağı, Arap bayrağı…yoksa Trabluslar asıp dalgalandırmazdı onu. Arapça bir anons, “II.Abdülhamit” diyor, biraz daha Arapça konuşuyor: “Necmettin Erbakan” diyor, biraz daha Arapça konuşuyor “Recep Tayyip Erdoğan” diyor, biraz daha Arapça konuşuyor, “Sefiyye Hürriye(Hürriyet Gemisi)” diyor, sonra bizim isimlerimiz okunarak sahneye davet edildik. Tam sahneye çıkıyordum arkadan bir ses, Arap aksanlı Türkçe: “Durmak yok, yola devam” çıktım o manzaraya baktım ve dedim ki: isterdim ki bu manzarayı Sykes, Picot burada olsaydı da görseydi ve onların fitne fesatlarını derinleştiren, günümüze kadar sürdüren kim varsa hepsi burada olsaydı da görseydi. Onları görseydim söylerdim, “Bu manzara sizin yenildiğinizin resmidir, savaş daha bitmedi, biz kazanacağız çünkü sizin bölmeye çalıştığınız halklar bakın nasıl kaynaşıyor, bakın binlerce Arap, kendi bayrakları gibi Türkiye’nin bayrağını nasıl aşkla, şevkle dalgalandırıyor, aynı bizim İstanbul ve diğer mitinglerde Filistin bayrağını kendi bayrağımız gibi aşkla dalgalandırdığımız gibi, aramızdaki psikolojik sınırlar kalkıyor. 

“TÜRKİYE DÜNYADAKİ ZALİM DEVLETLERLE İLİŞKİLERİNİ KESEMEZ”

“HÜKÜMET İSRAİL İLE ONE MİNUTE ÖNCESİNE DÖNÜLMEYECEĞİNİ TEMİN ETTİ”

“HAKAN FİDAN, MİT’İ MİLLİLEŞTİRDİĞİ İÇİN RAHATSIZLAR”

“FETHULLAH GÜLEN CEPHESİ HAKAN FİDAN’IN KELLESİNİ İSTİYOR”

Özürden sonra İsrail’in geldiği aşama nedir? Tazminatı da kabul etmiyorlar galiba!

Ben Siyonizm düşmanı bir adamım fakat şunu biliyorum, Türkiye dünyadaki bütün zalim devletlerle bütün ilişkilerini kesemez. Dünyada zulme şu veya bu şekilde bulaşmamış hiç bir devlet de yoktur zaten. Ve Türkiye henüz bu coğrafyada istediği düzeni kurabilmiş değil. Komşularla sıfır sorun, azami iş birliği, tam entegrasyon siyasetinin sonunda bu coğrafyada Avrupa Birliğine benzer bir şey, ondan daha derin ve sağlam bir birlik tesis etmek. O birlik tesis ettirilinceye, Türkiye’nin ve müttefiklerinin yaptırım gücü iyice arttırılıncaya kadar bazı tavizler verilebilir. NATO üyesi olarak kalmak gibi…Avrupa ile angajmanını sürdürmek gibi…Biz İsrail ile her türlü ilişkiden tabi ki rahatsızız. Ama hükümet bizi şu konuda temin ediyor, “Asla ve kata one minute öncesine dönülmeyecek” one minute’den sonra İsrail ile ilişkiler öyle bir noktaya geldi ki, Konya semalarında idman yapan İsrail uçakları  defolup gitmek zorunda kaldı. Türkiye her sene Akdeniz’de Türkiye donanması ile İsrail donanması ortak tatbikatlar yapardı, bu tatbikatlar bitti…MİT  ile arasındaki işbirliği bitti. MİT ile Ankara ofisi gibi çalışıyordu, artık bağımsız, milli ve yerli…zaten bu yüzden cezalandırılmaya çalışılıyor. Hakan Fidan’dan MİT’i gerçekten millileştirdiği için birileri rahatsız…O birlerine tabi olan Fethullah Gülen cephesi de, Hakan Fidan’ın kellesini istiyor.   Başbakan İsrail ile ilişkilerin normalleşmesinin ancak; özür, tazminat ve Gazze’ye ambargonun kaldırılmasıyla mümkün olabileceğini söylemişti, şu anda da Türkiye Gazze’ye her türlü yardımı sokacağının temini için uğraşıyor.  

“PATRON İHH’DAN RAHATSIZ DEYİP, İHH’YA BASKINA GİTTİLER”

“FETHULLAH GÜLEN HAREKETİ BİR EV ZENCİSİ HAREKETİDİR”

İHH’nın mütevelli üyesi olarak, vakfın Kilis’teki yazıhanesine ve deposuna terörle mücadele ekipleri tarafından düzenlenen baskın belki de size yönelik ilk darbeydi. İHH’dan, dolayısıyla sizden istenen ne?

Malcolm X der ki: Kölelik zamanında iki tür zenci vardır, tarla zencisi ve ev zencisi. Tarla zencisi hep kaçmaya çalışırdı, kendisine zulm eden, zaten özgürlüğünü gasp etmiş olan beyaz efendisinden kaçmaya çalışırdı, ve beyaz efendisi hastalandığında “İnşallah geberir” diye dua ederdi, beyaz efendisinin evinde yangın çıktığında “İnşallah öyle bir rüzgar eser ki evin tamamı yanar” diye dua ederdi. Uşak olarak istihdam edilen, nispeten iyi muamele gören ev zencisi ise kendisini beyaz efendisi ile özdeşleştirirdi, onun zalim olduğunu unuturdu. Onun kendisini özgürlüğünden mahrum ettiğini unuturdu. Kendisini patronuyla o kadar özdeşleştirirdi ki: “Patron bugün hasta mıyız?” derdi. Efendisinin evinde yangın çıktığında, yangını söndürmeye efendisinden önce koşardı. Mavi Marmara’ya Türkiye’dekilerin bunu niçin yaptığını anlamak için Malcolm X’in ev zencileri tasvirine bakmak lazım. İHH’dan İsrail rahatsız, ABD rahatsız, ev zencisine düşen ne: onlar saldırmadan kendisinin saldırması. Yani patron İHH’dan rahatsız deyip, İHH’ya baskına gittiler. 

“EMPERYALİZMİN UŞAKLIĞINI YAPTILAR”

İHH Tır kumpasına, “Bu çok çirkin bir savaş, diyelim ki MİT, Suriye’de bizim desteklediğimiz özgür Suriye ordusuna ve Türkmen birliğine silah götürüyordu, bunu hangi mantıkla dünyaya ihbar ettiniz?” diye yorumladınız…Erdoğan’ı El Kaide ile ortak göstermek, terörist ilan etmek, milli duyguları hiçe saymak, bu gözü kararmışlığın ötesinde ne var? 

Emperyalizmin uşaklığını yaptılar ve bunu itiraf ediyorlar. Merkez Bankası faiz oranlarını arttırdığını ilan eder etmez, sabahı bekleyemeden hemen sevinç göbeği atması gerekiyordu, hemen bir tweet yazdı, dedi ki : “Nasıl ki hükümet uluslar arası baskılara boyun eğerek faiz oranlarını yükseltmek zorunda kaldıysa, dış politikada da küresel politikalara boyun eğmek zorunda kalacaktır. Bu şu demektir: Türkiye, Gazze’nin mahvolmasını arzu etmelidir, Türkiye Afrika’nın sömürülmesini arzu etmelidir, Türkiye kendi ayağına sıkmayı arzu etmelidir…Küresel politikalar bunlar değil mi? Yine ev zencisi meselesi…Amerika’da birkaç milletvekili, Halk Bankası aleyhinde bildiri yayınlıyorlar. Pat diye Halk Bankasına saldırıyorlar. 

Fethullah Gülen’i de ev zencisi olarak mı görüyorsunuz?

Fethullah Gülen Hareketi bir ev zencisi hareketidir. 

Fethullah Gülen ile ilgili eski yazılarınıza gittiğimde ilginç şeylerle karşılaştım.

Ne kadar iltifat etmişim değil mi?

“CEMAATTEN ÇOK BÜYÜK BİR KAZIK YEDİM”

İltifatların yanında ağır eleştiriler de var tabi. “ABD veya Avrupa'yla yollarının kesiştiği yerler olabilir, ama Gülen Hareketi'nin kazanımları son tahlilde bu ülkenin kazanımlarıdır, Hizmeti kimse BOP'la-GOP'la irtibatlandırmasın” dediniz. Hatta Fethullah Gülen’in Mavi Marmara açıklamasının(ölenler şehit değil) “Malum çevrelerin Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için kullandığı bu açıklamayı unutalım gitsin. Herkes bağrına taş bassın ve konu kapansın.” diyerek üzerini örtmüştünüz. Şimdiki aklınız, bu sözleri size unutturmaz mıydı?

9 kardeşimiz şehit olduğunda bile alttan aldık. Suçluyum çünkü iyi niyetliydim. Kardeşlerime hüsni zanla bakıyordum, ama ben onlara öyle bakarken, onlar benim telefonlarımı dinlemeye almışlar ve onlar beni Selam terör örgütünün en önemli üyesi olarak takibe başlamışlar. 2011 yılından beri onların hedefindeymişim. Ki o günlerde yüzüme gülerek, Hakan kardeş biz seni çok seviyoruz, falanca yere seni götürelim diyorlardı. Bu çok büyük bir riyakarlık, çok büyük bir kazık yedim, evet itiraf ediyorum, safmışım. Ama ne yapayım, o zaman bilmiyorum. Ama bugün olanları, o zamanlar söyleyen, “Bak bunları da yapabilirler” diyen bir sürü arkadaşıma bağırmışımdır, onları kırmışımdır, hepsinden de özür diliyorum, ben yanıldım onların hepsi de haklı çıktılar. 

“BENİ DİNLEYENLERİN KULAKLARINA TÜKÜREYİM”

Gazeteci Abdullah Yıldız: "Beddua etmek lazımsa böyle beddua etmek istiyorum. Bizi dinleyenlerin gözleri çıksın, kulakları kopsun, kalpleri yarılsın" diye konuştu. Sizi dinleyenlerin eline ne geçmiştir? Sizin bir çift sözünüz var mı?

“Kulaklarına tüküreyim”

“YAZICI-OKUYUCU NURCULARA MİNNETTARIM”

Hür Adam filmini anlattığınız yazınıza; “İmanımızı kurtarmak için kelle koltukta mücadele eden Bediüzzaman Said Nursi ve arkadaşlarına, "Yazıcı" ve "Okuyucu" Risale-i Nur talebelerine selam olsun...” diyerek başlamıştınız.  

O zaman Fethullah Gülen cephesine iltifat etmeme akıllığını göstermişim. Yazıcı, okuyucu nurculardan söz etmişim. Onlar başım gözüm üstünedir. Her fırsatta da derslerine de giderim. Hemen hemen her konuda onlarla anlaşırız, onlar tertemiz nurculardır. Siyasete bulaşmadılar ama bulaşsalar da bu kadar çirkef bir siyaseti gönüllerine kabul ettirebilecek insanlar değil. Yazıcı nurculara da minnettarım, Osmanlıca meal çıkardılar, ben de onunla Osmanlıca okumayı öğrendim, sizin vasıtanızla yazıcı nurcu kardeşlerime teşekkür ediyorum. 

“BEDİÜZZAMAN BİZİM KAHRAMANIMIZ”

“Bediüzzaman Said Nursi'nin "Bu sarık ancak bu başla beraber çıkar" dediği sahnede ayağa kalkıp tekbir getiresim geldi” demiştiniz. Sizin üzerinizde Bediüzzaman’ın feyz ve ilham etkisi devam ediyor mu?

Olmaz olur mu, o bizim kahramanımız. Allah gani gani rahmet etsin. Radıyallahu anh diyoruz, Fethullah Gülen ve cemaati onun yolundan gitseydi, böyle olur muydu, olabilir miydi? 

“ERDOĞAN’I HARCARSAK, YENİ TÜRKİYE ÇÖKMÜŞ OLUR”

“ERDOĞAN’DAN BAŞKA BİRİ DE TÜRKİYE’Yİ LAYIKIYLA İDARE EDEBİLİR”

“HAKAN FİDAN,  ÇAĞIMIZIN KAHRAMANLARINDAN”

“TAYYİP ERDOĞAN BİR SEMBOL”

Bir diğer kahramanınız Tayyip Erdoğan. “Erdoğancıyız” başlıklarının yerini,” Erdoğan’a iyice bağlandık” sözleri aldı…Onun liderliği Türkiye için tek anahtar mı? İkinci bir umudunuz yok mu?

Haşa putlaştırıyor değiliz tabi Recep Tayyip Erdoğan’ı. Recep Tayyip Erdoğan giderse Türkiye batar da demiyoruz ama  şunu söylüyoruz, bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği; Türkiye’ye, İslam dünyasına ve mazlumlara çok şey kazandıran bir liderliktir. Ve bundan ötürü de, birileri Türkiye’ye ve İslam dünyasına umut aşılamanın ötesine geçip umutları gerçekleştirdiği için, Türkiye’yi yükselttiği için ve Türkiye’nin yükselişinden ilhamla İslam dünyası da yükselmeye azmettiği için cezalandırılması gerektiğini düşünüyor. Ve biz de diyoruz ki, Recep Tayyip Erdoğan’ı şimdi harcarsak ve harcatırsak, o zaman yeni Türkiye çökmüş olur ve İslam dünyasının yükselişi de durmuş olur. Recep Tayyip Erdoğan şu anda bir sembol. Başka bir Başbakan da doğru düzgün bir adamsa eğer, yeni Türkiye’yi layıkıyla idare edebilir. Bir sürü adam var. Ahmet Davutoğlu şahane bir adamdır. Hakan Fidan da bu çağın kahramanlarındandır. Türkiye’nin liderliğini yapabilecek bir çok isim sayabiliriz. Ama şu anda Erdoğan bir sembol. Erdoğan’ı birilerinin hatırı için harcarsak, kendimizi harcamış oluruz, o zaman biz “Türkiye haddini bilmeyip taahhüt eder” diyenlerle aynı kefeye girmiş oluruz. Erdoğan’a saldıranlar ne yapmaya çalışıyorlar. 17 Aralık’ın başlarında, onların resmi gazetelerinden bir tanesinde bir manifesto yayınlandı, “Cemaatin Ak Parti hükümetiyle yollarını ayırmasının gerekçeleri” Birinci madde: “Hükmet, İsrail ile ilişkileri bozmuştur, Ortadoğu ile yakınlaşmıştır. İki: Hükümet Avrupa Birliği perspektifinden uzaklaşmıştır. Üç: Kürt meselesinde yanlış yapmaktadır, PKK’nın Kürtler nezdindeki nüfusunu arttıracak işler yapmaktadır. Üçüncü maddeden başlayalım, Hükümet Abdullah Öcalan ile müzakere etmekte yanlış yaptı, Türkiye’den bir şey eksildi mi hayır. Sadece kan eksildi. 15 aydır kan akmıyor, demek ki Türkiye iyi yapmış. Eski taş kafalı Türkiye’nin önünde iki seçenek olsaydı, Öcalan ile makul bir anlaşmayla kanı durdurabilirsin, ikincisi Öcalan ile görüşmeyi kategorik olarak reddedersin ama kısa, orta ve uzun vadede bitme perspektifi olmamak kaydıyla Türkiye’de kan gövdeyi götürür. Eski taş kafalı Türkiye hiç tereddüt etmeden ikinci seçeneği tercih ederdi. İkinci madde, AB perspektifinden uzaklaşılması tamamen hikaye. Ak Parti döneminde bu perspektif yok idiyse de yakalanmıştır, var idiyse de yakınlaşmıştır. Birinci madde, İsrail ile ilişkilerin bozulması. Ev zenciliği hareketi. Ama daha da ev zencisi bir durum var ki, bu hükümetin Ortadoğu ile yakınlaştığını söylüyorlar. Fethullah Gülen Kopenhag doğumlu mudur? Erzurum doğumlu değil mi bu Fethullah Gülen, Erzurum Ortadoğu’da değil mi, Resullulah S.A Ortadoğu(Suriye, Kürdistan, Irak, İran) çocuğu değil mi? (Orta doğu tabirini ben de sevmiyorum, İngilizlerin uydurduğu bir tabir, belki bizim ‘Orta dünya’ dememiz lazım) Ortadoğu ile yakınlaşmayı yadırgamak tam bir ev zencisi işi.  Cangov filminde çok aşağılık beyaz bir ağa var, ondan daha aşağılık bir kölesi var, çünkü onu siyahlara karşı en çok o kölesi kışkırtıyor. Bunlar böyle. Ortadoğu ile yakınlaşmak demek, Türk ile Arap’la, Kürt’le yakınlaşmak demek. Bu üç maddeyi beraber düşündüğümüzde şu ortaya çıkıyor: Diyorlar ki; biz eski Türkiye’yi istiyoruz, İsrail’in, cümle emperyalistlerin ensesinde boza pişirdiği Türkiye’yi…Tarihine, kardeşlerine, ümmeti Muhammed’e Fransız kalan Türkiye’yi…Kürt meselesi konusunda taş kafalı olan bir Türkiye’yi…Kanın gövdeyi götürmesini umursamayan, bunu saçma sapan bir gurura kurban eden eski Türkiye’yi istiyoruz diyorlar, biz de 30 Mart’ta eski Türkiye’ye geçit vermemek için gayret sarf ediyoruz. Şehir şehir geziyoruz…

“AYNI OCAKTAN ISINIYORUZ; İLERİ!”

“ERDOĞAN, KEMALİZM MİRASINI AŞARAK REJİMİ AÇTI”

“Türkiye'nin 80 senede geldiği "açılım" noktasına Sudan 7 senede geldi” şeklinde bir eleştiriniz vardı. 80 yılda gerçekleşen devri alemi Erdoğan’ın başarısı gibi düşünmemek mi lazım o zaman?

Oradaki eleştiri, Kemalizm’e ve Kemalist mirasa. Erdoğan bu mirası aşarak açtı rejimi. Neye açtı? Akla, mantığa, adalete, barışa. Adalet henüz tümüyle gerçekleşmedi, barış henüz tamamen yerleşmedi, ama Erdoğan sayesinde 80 yıllık basiretsizliği nihayet aşabildik işte. Yoldayız, menzile doğru. Devrimci şair Nuri Pakdil’in dediği gibi: “Aynı ocaktan ısınıyoruz; ileri!” 

“KÜRDİSTAN ÇOK GÜZEL BİR KELİME”

Erbil ziyaretinizde bir cami çıkışında, içinizden bir sesin"Kürdistan'a hoş geldin" dediğini yazmıştınız.  Bunu özellikle belirtme sebebinizi de,  "Kürdistan" denince akıllara her şeyden evvel din kardeşliğinin gelmesini istiyorum, şeklinde açıklamıştınız. Sizce barış süreci, “Kürdistan” gerçeğini kabullenme aşamasında mı?

Erdoğan Diyarbakır’da Barzani’yi ağırlarken “Kürdistan Bölge Yönetimi” dedi ya zaten. Bence iyi etti. Gene etsin. Hep etsin. Kürdistan çok güzel bir kelime. Sık sık ve seve seve kullanırsak bize güzellik katar diye hissediyorum.

“KÜRTLER HEP GÜZELLERDİ”

Eşinize sormuşsunuz: “Haberleri izledin mi? Yeni bir şey var mı? Sence bugün neyi yazayım?”Aynen şöyle cevap vermiş size: “Kürtleri yaz. Güzel Kürtleri. Geçen gün konuştuğumuz gibi.” Kürtler artık güzelleşti mi, hep güzellerdi de biz mi görmüyorduk?

Hep güzellerdi. O yazıda anlattığım da odur.

“MİT YASASI PROVAKATÖRLERE KARŞI ALINAN TEDBİRLERİ İFADE EDİYOR”

Oslo görüşmeleri sırasında internete düşen ses kayıtları için “Ne var ki bunda?” yorumunda bulunmuştunuz. MİT yasası, en çok bu görüşmeleri meşrulaştırması yönüyle mi doğru?

MİT yasası, Hakan Fidan yönetiminde ABD ve İsrail’in kontrolünden çıkarak yerlileşen MİT’i eskisi gibi ABD-İsrail acentesine çevirmeye çalışan aşağılık ajan-provokatörlerin gardı iyice düşene kadar alınması gereken tedbirleri ifade ediyor. Hepsi bu.

“ÖCALAN GERÇEKTEN BARIŞ İSTİYOR”

Bu görüşmede, Hakan Fidan’ın 'Sayın Öcalan' ifadesini yadırgamadığınızı belirtmiş, “Öyle bir ortamda "Bebek katili Öcalan" diye konuşması beklenemezdi herhalde!” diye savunmuştunuz.  MİT’e sağlanan imtiyazlar, Öcalan’ı memnun ediyor mudur sizce?

Öcalan gerçekten barış istiyorsa, ki bence istiyor, barış yanlısı Yeni Türkiye’nin başına gelebilecek olan fenalıkların önünü kesmeye matuf tedbirlerden rahatsızlık duyacak değildir herhalde.

“ERDOĞAN KİBİRLİ DAVRANMADIĞI İÇİN 15 AYDIR KAN AKMIYOR”

12 Haziran 2011’de Ak Partinin aldığı %50’lik oy oranı karşısında, “AK Parti oylarının önlenemeyen yükselişine deli gibi seviniyorum.” diye yazmıştınız. Sizce sizi delirten sonuçlar, iktidarı sarhoşluğa veya kibre götürmüş olabilir mi?

Kibre kapılanalar olabilir, ama Erdoğan’da öyle bir şey görmüyorum. Kibirli devlet adamları “Varsın kan akmaya devam etsin, biz barışın sağlanmasına yarayabileceğini bilsek de teröristlerle görüşmeyiz” derler. Erdoğan öyle demedi. “Barış için baldıran zehri bile içerim” dedi. Kibirli davranmadığı için 15 aydır kan akmıyor. 

 “MÜSAADE ETSİNLER DE YUVAMIZLA ADAM GİBİ İLGİLENELİM”

Bu sevinci şu nedenlere bağlamıştınız, İsrail'i çıldırttığı için...Baasçı çocuk katillerini korkuttuğu için...Filistin kamplarına, Suriye sokaklarına, bütün Müslüman halklara ümit ve cesaret telkin ettiği için...Ak Parti’nin Müslüman halklar konusundaki duyarlılığını, kendi iç meselelerinde bulamayanlar olmuştu. Sizce de hükümet Ortadoğu ile gereğinden fazla mı ilgilendi?

Dicle-Fırat havzası, Mezopotamya, Ortadoğu denilen topraklar bizim vatanımızdır. Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Farsların, hepimizin sevgili yurdudur. Yuvamızdır. Müsaade etsinler de yuvamızla adam gibi ilgilenelim. Hükümetin Ortadoğu ile gereğinden fazla ilgilendiğini söyleyen kardeşlerimiz, kardeşliğimize Fransız kalan zavallılardır. Yurtlarına, yuvalarına yabancılaşmış zavallılar.

“DIŞ İŞLERİ BAKANIMIZ, DİPLOMATİK DEHA SERGİLİYOR”

“DIŞ POLİTİKA DENİNCE AKLA; TİKA, MİT VEYA ZİRAAT BANKASI DA GELMELİ”

Türkiye’nin Suriye ve Araplar arasındaki fiziki / psikolojik duvarların yıkılmasına çok katkı sağladınız…Bölgesel entegrasyon ve birliği "marjinal" bir dava olmaktan çıkartıp, devlet politikasına dönüştürdüğünü savunduğunuz Ahmet Davutoğlu için de “Ahmet Davutoğlu'nu yaratan Allah'a şükürler olsun.” diye yazmıştınız. Dış politikadaki ağırlığımızı koruyor muyuz?

Ağırlığımızı konjonktürel olarak kaybettiğimiz yerler de var, arttırdığımız yerler de. Genele dair şunu söyleyebiliriz: Bundan 12 sene evvel dünya siyasetinde Kıbrıs meselesi hariç esamesi okunmayan Türkiye, bugün dünya siyaset sahnesinin en önemli aktörlerinden biridir. Mogadişu’dan Saraybosna’ya, Gazze’den Brazil’e, Halep’ten Arizona’daki Kızılderili topraklarına kadar her yerde siyasetiyle yahut insani yardımıyla, ticaretiyle yahut kültürel unsurlarıyla, yerine göre de gizli servisi ve silahıyla fırtına gibi esen bir Türkiye var artık. Şunu da özellikler belirteyim ki, şaşırtıcı derecede iyi yönetilen bir fırtına bu. Suriye’de karşı karşıya gelmemize ve adeta savaş halinde olmamıza rağmen İran, Rusya ve Çin’le iyi ilişkileri koruyan, onlarla aramızdaki stratejik anlaşmaların hiçbirine halel getirmeyen, hatta bu süreçte Rusya ile ortak bakanlar kurulu toplantıları düzenleyen ve Çin’le füze kalkanı anlaşması imzalayan dışişleri bakanımız, diplomatik deha sergiliyor. Tabii, dış politika deyince sadece dışişleri bakanlığı değil TİKA, MİT veya Ziraat Bankası da akla gelmeli…

“DİKTATÖRLÜK HİKAYE”

“YILIŞIK VE RÜŞVETÇİ POLİSLER YOK ARTIK”

2002'de yüzde 34, 2007'de yüzde 47, 2011'de yüzde 50’yi gören AK Parti iktidarlarında devletin medenileştiğini, nazikleştiğini, kabadayılığı bıraktığı tespitinde bulunmuştunuz. Erdoğan’ın diktatör olduğu iddialarının yanında sizinki bir ironi miydi? 

Arabanızı durdurup evraklarınızı soran polis size nazik davranıyor mu, davranmıyor mu? Eskiden “At bir çorba parası” diyen yılışık rüşvetçi polislerin yerini vakur ve medeni polisler aldı mı, almadı mı? İroni mironi yok. Hakikat bu. Diktatörlük hikâyesine gelince… Hikâye!

 “ŞERİATA UYGUNUM DERSEM, ŞERİATA HAKARET ETMİŞ OLURUM”

1996'da Yeni Şafak için Raşid Gannuşi ile görüşmüştünüz, Gannuşi’nin “Hiç şüphesiz, adaleti gerçekleştirmenin en iyi yolu Allah'ın şeriatını en iyi şekilde tatbik etmekti” sözünü etkilenmenin ötesinde tatbike koyuldunuz mu?

Şeriata uygun bir adam olduğumu söylersem şeriata hakaret etmiş olurum. Hâşâ.

 “ERDOĞAN NİZAM-I ALEME SOMUT HİZMETLERDE BULUNUYOR”

 “Nizam-ı Alem işi bizim işimizdi. Frenkler işimizi elimizden aldılar ve yüzlerine gözlerine bulaştırdılar” diye başladığınız bir yazınızı, “Emanet –yeryüzünün halifeliği- ehlini bekliyor” diyerek bitirmiştiniz. Bir ehl olsa….Mesela Erdoğan ile Nizam-ı Alem mümkün mü?

İnşaallah. Kesin olan şu ki, Erdoğan bu dava yolunda yürüyor ve çok şükür epey mesafe de kat etti. Daha doğrusu hepimize mesafe kat ettirdi. Erdoğan hükümeti, mesela, Sırbistan’la kurduğu iyi ilişkiler vasıtasıyla Bosna-Hersek’teki Sırp faşizmini frenleyerek, Kosova yönetimiyle kurduğu iyi ilişkiler vasıtasıyla Arnavut-Türk gerginliğini azaltarak, hem HAMAS hem de Fetih’le kurduğu iyi ilişkiler vasıtasıyla Filistin’deki fraksiyon çatışmalarının zıvanadan çıkmasını önleyerek, Barzani ile kurduğu iyi ilişkiler vasıtasıyla Türk-Kürt savaşı çıkarmak isteyen fitnecilerin çarkına çomak sokarak vs, vs, vs, Nizam-ı Alem’e somut hizmetlerde bulunuyor. Çinlilerin dediği bin millik yol bir adımla başlar sözündeki o adımı çoktan attık ve Erdoğan liderliğinde epey mesafe de kat ettik, evet.

“PENSİLVANYA ORDUSU OLMASAYDI ERDOĞAN’IN İŞİ DAHA KOLAYDI”

Köşenize taşıdığınız Muhsin Meriç’e ait bir söyleşi notu vardı, “İmtihanın esası, temeli ve özü Türkiye’nin ve İslam Dünyası’nın yeniden inşâsı.” Usta imtihanı verir mi sizce?

Vermek için elinden geleni yapıyor. Ayağına sıkan, hatta onu sırtından vuran Pensilvanya ordusu olmasaydı işi daha kolay olacaktı tabii.

“AK PARTİ OYLARI YÜKSELİYOR GİBİ”

Gezi olaylarının hatta 17 Aralık darbesinin  Erdoğan’ı yıkamadığı, gittiği her yerde el üstünde tutulduğu görüşündesiniz. Yine de yıpranma payı yok mu? Cumhurbaşkanlığı tehlikeye girdi mi?

Günledir yollardayım. Şehir şehir gezip halkın nabzını yokluyorum. 17 Aralık’çıların muradı AK Parti’nin oylarını düşürmekti ama AK Parti oyları yükseliyor gibi. Hem de çok yükseliyor gibi. 18 Aralık 2013 tarihli yazımın başlığı “Erdoğan’a iyice bağlanıyoruz” idi; gittiğim yerlerde gördüğüm de budur.

“AK PARTİ YÜZDE 50’YE DAYANIRSA ŞAŞIRMAM”

Referandum için Evet oyları için en iyimser tahmininiz: %68 En kötümser tahmininiz: %55..Yerel seçimler için iyimser ve kötümser tahminleriniz neler?

Bu sefer tahminde bulunmak istemiyorum. AK Parti’nin rekor kırması için karınca kararınca gayret gösteriyorum ve “Gayret bizden, tevfik Allah’tan” diyorum. Hadi şunu da söyleyeyim: AK Parti yüzde 50’ye dayanırsa şaşırmam. Fazlasını bile mümkün görüyorum, mahalli seçimlerin özel durumlarına rağmen. 

Ülkemiz için geçmişte bazı tanımlarınız oldu: “Kapkaranlık bir gökyüzünde parlak bir yıldız Türkiye; ışık saçan, ümit vaat eden, düşman çatlatan” Şimdiki tanımız nedir?

O cümleye ilave: “Öyle kalmaya ve bu özellikleri