Ak Parti güçlü bir iktidar değil

Yenişafak Gazetesi Yazarı Markar Esayan, Hülya Okur'a konuştu. İşte röportajdan bazı çarpıcı başlıklar:"Mustafa Kemal'den alacaklıyım...Türkiye'nin rejimi islamofobidir...CHP ve Cemaat geri güç...Ak Parti her zaman saldırı almalıdır...Paralellere karşı başarı Erdoğan'ın değil...Benim gibi yazanlar zor durumdayız...17 Aralık'ın başarılı olmaması mucize...Erdoğan güvenilir bir hasım...1915'in savunulacak tarafı yok"

Yenişafak Gazetesi Yazarı Markar Esayan, Hülya Okur'a konuştu. İşte röportajdan bazı çarpıcı başlıklar:"Mustafa Kemal'den alacaklıyım...Türkiye'nin rejimi islamofobidir...CHP ve Cemaat geri güç...Ak Parti her zaman saldırı almalıdır...Paralellere karşı başarı Erdoğan'ın değil...Benim gibi yazanlar zor durumdayız...17 Aralık'ın başarılı olmaması mucize...Erdoğan güvenilir bir hasım...1915'in savunulacak tarafı yok"

"Ruhunu zamana teslim etmiş...kıyam-ı binefsihi varlığı kendinden olan...hakikati muhabbette bulan...ilhamını aşktan alan...Hislerini fener yapan...Sıdk ve doğruluğa müşteri kazandıran...aklıyla okuyup, kalbiyle yazan...Hilali yıldız saymayan...Yıldıza kuyruk olmayan...Gözü nereye yetişirse orayı mukaddes kılan...Bilincini Allah sevgisine çıkartan...O bir Markar Esayan"

HÜLYA OKUR-HABERX

 

“BİZİM AİLEMİZDE HAYATIN KENDİSİ VARDI”

“RESSAM OLMAK İSTİYORDUM”

Sivaslı Ermeni bir baba ve Kütahyalı Müslüman bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldiniz. Tavra ağası iken kapıcılığa kadar düşen bir büyükbaba…zengin bir doktorun temizlik işlerini yaparken o aileye annenizi evlatlık vermek zorunda kalan bir anneanne…orada gördüğü kötü muameleden evlenerek kurtulmayı seçen bir anne ve Türkiye'de taksitle mal satan ilk tüccarlardan biri olan yürekli babanızın hikayesinden sonra….sizinki ne kadar ilgi çeker bilmiyorum ama bir yerinden başlasak…

Bu çeşitlilik çok şey kattı bana. Sıradan bir hayatımız olmadı. İkisi de öksüzdü. Birisi varlıklı sayılabilecek bir taşra ağası…Babam daha 5-6 yaşındayken, göçlerden sonra Kurtuluş’ta bir kapıcı dairesinde vefat ediyor. Annem de İstanbul’da çok zengin bir ailenin yanına sığıntı olarak gidiyor, orada şiddet de görüyor, kurtulmak için evleniyor, evlendiği evde de şiddet görüyor, o yıllarda ablam doğuyor, 60’lı yıllarda canına tak edip ablamı alıp, ayrılıyor. Bizim ailemizde hayatın kendisi vardı, kuralları vardı. Annem ve babam ne kadar zor bir hayattan geldiklerini biliyorlardı, o yüzden de birbirlerine çok değer verdiler. Birbirlerinin son şansı olduklarını biliyorlardı. Ve biz o aşk evliliğinde doğduk, ben ataerkil bir kültürde büyüdüm. Hıristiyan kültüründe büyüdüm ama annemin kültüründen dolayı melez bir kültürde büyüdüm. Bunun bize şöyle bir faydası oldu, kimsenin kimseden üstün olmadığı, en zıt gibi görünen tarafların bir arada bulunabileceği gibi bir duygudaşlığı daha doğarken kendi ailemizde aldık. İşletme eğitimi aldım ama babamın işini devam ettirdim, tekstil işini devir aldım. Biz altı kardeşiz, ben tek erkek evladım. Erken yaşta babam rahatsızlanınca işin başına geçmek zorunda kaldım ama akademik kariyer yapmak istiyordum, ressam olmak istiyordum. Onlar olmadı, onun yerine açık öğretimden işletme okudum. 2007 yılında da Bilgi Üniversitesinde kültürel incelemeler master’ı yaptım. İçimde sürekli yazma-çizme hevesi vardı, resim olmayınca yazıya dümen kırdım. Ticari hayatın sıkışıklığı içindeyken, 1996 yılında Agos Gazetesi kuruldu, o sırada bu, Ermeni cemaati için çok önemliydi çünkü cemaatin temsiliyeti yok, içine kapanmış, Ermeniceden uzak kaldığı için, cemaatten de uzak kalan insanlar vardı, zaten Hrant da onun için açmıştı o gazeteyi. Ben oraya yazı yazmaya başladım, benim için çok iyi oldu.  

“AŞKA İNANDIM, REDDEDEMEDİM”

“AŞKIN MEKANİZMASI DÜNYAYA TERSTİR”

O duygudaşlığın içindeki en önemli öğe aşk. Bir aşk çocuğusunuz, ilişmek başlıklı yazınızda, “Birilerinin beni aşkın, sevginin, sevdanın, adı ne ise, bunun olmadığına ikna etmesi çok zor” demiştiniz. Evrendeki çürüme prensibine aşkla mı meydan okuyorsunuz?

Benim mantıklı tarafım ağır basar. Duygusal tarafım da var ama daha çok mantıklı tarafımla işleri kotarmaya çalışırım. Aşk kavramları bize soğuk gelir, kanıtlanamaz, uydurmaymış gibi bakılır ama benim böyle bir şansım yoktu çünkü ben ailemde gördüm bunu. Annem ve babam sayesinde iki insanın birbirlerini sevebileceğini, her türlü zorluğa rağmen (babam ermeni cemaatinde görev yapıyordu ve sürekli baskı görüyordu) gözümüzün önünde bir aşk örneği oldular. Ben aşka inandım, reddedemedim. İki insan birbirlerini bulabilirler, birbirlerini inşa edebilirler, birbirlerini inşa ederken, birbirlerini iyileştirebilirler ve gerçekten sadık kalabilirler. Sevgiye, aşka ve evliliğe güven problemi var, erkek aldatır diye bakılır, dostluklarda menfi iç çatışmalar vardır şeklindeki bakış açıları beni çok tedirgin eder. Aşk da var, sadakat da var, çok iyi evlilikler de var, ölüme kadar devam de eder, ölüme kadar giden dostluklar vardır, insanlar merttir, insanlar kahramanlıklar yaparlar, kötülük varken iyilik de vardır demek mecburiyetindeyiz. Aşkı yaşadım tabi ki. Bizim kendimizi tamamlayabileceğimiz kişi, hayatımızı birleştireceğimiz kişidir, insan insan olabilmek için topluma muhtaçtır. O özel kadında ve özel erkekte inşa eder, aşkın muhteşemliği de bu süreçte gizlidir, siz kendinizi o kişide bulursunuz ve sevginin bazı şeyleri nasıl çoğalttığını görürsünüz. Aşkta, sevgide siz verdikçe çoğalırsınız.  Bunun mekanizması dünyaya terstir, verdikçe zenginleşme, paylaştıkça artması….Aşkta bunu gerçekleştiriyorsunuz, bu size acayip bir güç katar. Ben çocuk sahibi değilim, çocuk sahibi olan bir insanın dünyaya bakışının değiştiğine eminim. Bunlar beni ben yapan şeyler. 

“MUSTAFA KEMAL’DEN ALACAKLIYIM”

“KİMSE BENDEN MUSTAFA KEMAL’E SEMPATİ BESLEMEMİ BEKLEMESİN”

Sizi siz yapan şeyleri Tuna Kiremitçi farklı tanımlamış, “Mustafa Kemal ve Cumhuriyet aleyhtarı olduğunu alenen yazar, bazı korkaklar gibi laf çevirmez, saman altından su yürütmez” demiş. Bu tarafınızı güçlendiren şey neydi, Mustafa Kemal’e kendinizi borçlu hissetmeyişinizin nedeni?

Bırakın borçlu olmayı, alacaklı hissediyorum ben kendimi ama bireysel olarak da bir borcum varsa o da Allah’a dır. Onun dışında hiçbir lidere, kimseye borçlu hissetmem söz konusu olamaz, onlar görevlerini yapmışlardır sadece. Bizim tek parti döneminden, Mustafa Kemal’in Türkiye’yi kurma biçiminden alacağımız var. Bu bir kin değil ama tarihi bir gerçek.  Türkiye Cumhuriyetinin ilk önemli lideri, kurucusu denebilir ama bu tarihin bize tamamen yanlış anlatıldığını da biliniyor. Tek parti döneminde hayali bir Türklük tanımı yaratıldı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kafasına uyan, vatandaşlık tanımına uyan bir insan tipi yoktu 1923’te. Ondan önce çerçeveyi yarattılar, sonra insanları ona uydurmaya çalıştılar. Dindarı, Türkü, Kürdü, Alevi’si, Zaza’sı…kimse o tanımın içine girmedi, haliyle ona sokabilmek için de şiddet uygulandı, azınlıklarının hepsi göçertildi. Cumhuriyet kurulduğu zaman ülkenin %5’ina yakın gayrimüslim vardı. Hiç çoğalmamış olsalar dahi bugün bu ülkede 4 milyon gayrimüslim olması gerekiyor. Bunu ortadan kaldıran, varlık vergileriyle göndererek, baskı yaparak sağlayan Mustafa Kemal’dir. Bizim çok ciddi anlamda alacağımız var. O nedenle benim Mustafa Kemal’e sempati beklememi kimse beklemesin. Kusura bakmasınlar, o kadar bol gönüllü olamayacağız ama yine de biz çok kibar insanlarız, buradan kin üretebilirdik. Osmanlının o çok kültürlülüğü devam etseydi, Türkiye bugün uğraştığı hiçbir soruna sahip olmayacaktı, Kürt sorunumuz ve şu yaşadığımız kutuplaşmalar olmayacaktı. O nedenle herkes mağdurdur, alacaklıdır. 

“ASKERLİK SAÇMA BİR MANTIK ÜZERİNE OTURTULMUŞ”

Türkiye’yi ne kadar vatanınız gördüğünüzle ilgili bir sorum var… Sivas Havantepe'de  zor bir askerlik yaptığınızı yazmıştınız. “İnsanlığımı orada bırakmadan dönmek için dakika saydım aylar boyunca. “ demiştiniz. Yaşadığınız zorluğun temelinde baba tarafında olduğu gibi Türklerle ile ilgili bir ön yargı var mıydı?Askerlik zorlama mı geldi size?

Askerlik teknik olarak kendisi saçma bir mantık üzerine kurulmuş. Tek tip vatandaş oluşturmanın önemli safhalarından bir tanesi eğitim olduğu kadar askerlik, orada siz bir cendereden geçiyorsunuz ve tek tip vatandaş üretiliyor. Devlet tekonolojiler kurmuş, doğduğunuz andan itibaren televizyondaki yayınlarla büyüyorsunuz, okul sürecinde çocukların beyni yıkanıyor, ataerkil bir toplum olduğumuz için kadınların ne düşündüğünün bir önemi yok, erkekler önemli, ülkeyi onlar yönetecekler, onlar da askere gidiyorlar bir de orada üzerinden cila geçiliyor, tamamen karaktersizleştiriliyor, içlerindeki direnç duygusu tamamen kırılıyor, çoğunluğun herhangi bir değersiz üyesi olduğunuzu kabul ediyorsunuz, içinizde bireyselliğe dair bir şey kaldıysa bile ki kalması çok zor, kaldıysa bile o da en son askerlikte kırılıyor. Bu zihniyet yapısının olduğu yer militarist yerdir, kışladır. 

“KÜÇÜKKEN ATATÜRK OLMAK İSTİYORDUM”

“KENDİMİ SUÇ İŞLERKEN YAKALAYABİLİRİM”

Aslında sizin karşı çıktığınız şey, aşırı milliyetçilik. Türkiye’yi, bir yandan totaliter Kemalizm bir yandan da demokrasi hamleleri arasında bir sarkaç gibi gidip gelen bir ülke olarak görüyorsunuz. Peki siz Kemalizm’den kendinizi koruyarak bağımsızlığa adım atarken bu sarkacın neresinden tuttunuz?

Ben de o endoktrinasyondan geçtim. Üniversiteye kadar hep Ermeni okullarında okudum, ilkokulda süper bir Atatürk hayranı idim, hatta ilk okula başladığım zaman okul müdürü kayıt sırasında, “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sormuş, ben de “Atatürk” demişim. Sonra ben Atatürk’e şiirler yazdım, 35 kıtalık şiir yazmışlığım bile vardır. Atatürk’ü hala severim aslında, o imajı hala sıcaktır. Ne zaman farkına vardınız derseniz, 80 darbesi beni çok korkutmuştu çünkü ablam dayak yemişti vs. ama 28 Şubat’ta bize bazı şeylerin yanlış anlatıldığının farkına vardım, kendi içimdeki ön yargılardan rahatsız olmaya başladım. Türkler, Kürtler, Ermeniler gibi toptancı değerlendirmeler beni rahatsız etmeye başladı. Ve kendimi sorgulamaya başladım. Zihnime sıçramış virüslerin üzerinde tek tek durdum. Kendini korkmadan hırpalayan bir insanım, kendimi suç işlerken bulabilirim. İçimdeki; islamofobi, Türklere karşı ön yargı, homofobi, seksizm, kibir gibi konuların köklerini buldum ve onları oradan söktüğümü düşünüyorum.

“TÜRKİYE’NİN REJİMİ İSLAMOFOBİDİR”

Dindarlara ayrı bir sempati beslediğinizi biliyoruz…. Tabi üstenci bakışı ima etmeyen dindarlığa…Dinin bir insanı veya toplumu “insan” yapmada en önemli etken olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Din, aydınlanmadan itibaren çok dövüldü, hakarete ve haksızlığa uğradı, 1793’te Fransa’da Hıristiyanlık resmen yasaklanmıştı, kiliseler tiyatroya döndürüldü, bu İslam coğrafyasında en şiddetli şekilde Türkiye’ye girdi çünkü batıya en yakın biz olduğumuz için. İttihatçilerde din karşıtı tavır Osmanlı’da başlamıştı ama Kemalist ideolojide Türkiye’nin rejimi haline geldi. Türkiye’nin rejimi aslında İslamofobidir. Kemalizmin özü budur. Çünkü çok kompleksli bir batılılaşma hikayesi vardır. Osmanlı 5 milyon kilometre karelik yüce imparatorluğu dağıtan, ona borç verir hale gelen, sonra akıbetini iki dudağı arasına alan Batıya Osmanlı bürokratları, hem büyük hayranlık hem de büyük nefret duymuşlardır. Bu nevrotik durum, 250 yıldır Türkiye’de varlığını sürdürmüştür. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ruhu olmuştur. Bu aslında kendi kendinden nefret etme tavrıdır. Türkiye’de içi kof, ambalajdan ibaret batıcılık var. CHP’nin tabanı kadar. Bir de muhafazakar bir toplumsal kesim var, o da %70’e tekabül ediyor, Türkiye’nin ilerici güçleri bu %70’ler. 

“TAYYİP ERDOĞAN, KEMALİST TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNİN ÜRÜNÜDÜR”

“TÜRKİYE’Yİ YA DİNDARLAR YA DA KÜRTLER DEĞİŞTERECEKTİ”

“BATILI OLMAYA ÇALIŞANLAR NEVROZ İÇİNDELER”

Homojen bir şeriat düzeni, bizi batılılaşma zaafından kurtarır mı?

O spekülasyon olur. Türkiye Cumhuriyeti çok kültürlü yapı üzerine kurulsaydı, Halifelik kaldırılmasaydı, Türkiye Britanya gibi bir ülke olabilirdi, muhtemelen olurdu, bu kadar kötü olmazdı. Ama dinin, İslam’ın Türkiye’de çok ciddi bir fonksiyonu oldu. İnsanlar din içerisine saklandılar. Kemalist, totaliter laik toplum mühendisliğinin saldırısı altındayken, din değerleri ve evrenselliği içerisinde özlerini kaybetmediler, modernleştiler. Türkiye’deki bütün insanlar Kemalist toplum mühendisliğinin ürünüdür. Recep Tayyip Erdoğan da, Kılıçdaroğlu da…Ama iki toplumsal yapı için farklı gelişmiştir. Birisi kendi özünden tamamen uzaklaşmıştır. Ve tamamen Batılı toplum gibi olmaya çalışmıştır. Bu bir nevrozdur. İnsan kendisi ne ise odur sonuçta. Diğeri daha özgün bir gelişim gösterebilmiştir, batılılaşmıştır evet, İslami değerlerin içerisinden özgün kalma şansını dindarlığından bulmuştur, buna da mağduriyet eklenince yani bu geniş kitleler bu seçkin azınlık tarafından baskı altına alınıp, vatandaşlık haklarından Mahrum bırakılınca, soğuk savaş sonrasında Türkiye’yi kim değiştirecekti, tabi ki örgütlü ve mağdur olan kitle; dindarlar ve Kürtler. Biz bunu 2000’lerde görüyorduk, Türkiye’de bir şey değişecekse bunun dindarlardan veya Kürtlerden geleceği çok aşikardı. Çünkü dezavantajlı kesimler onlar, dezavantajlı oldukları için yeniliğe ve değişime açık olan kesimler de onlar. Öyle de gerçekleşiyor tarih. 

“GAZETECİLİKTE BÜYÜK HIRSLARIM YOK”

“HER YAZIDA BİR KEŞİF OLMALI”

Köşe yazarlığına 2001 yılında AGOS'ta başladınız. İlk yazınızdan beri edindiğiniz ve uyguladığınız bir kural var: 'Asla zorla yazma' Zorla olmasa da, ardından sürüklenirken yaralandığınız yazılarınız oldu mu? 

Genelde bu kuralı uyguladım çünkü kendimi hiçbir işe mahkum hissetmiyorum. Gazeteci doğmadım, gazeteci ölmek gibi bir amacım yok. Bu işte çok büyük hırslarım yok. Bir gazetenin başına geçeyim diye. Hatta Taraf’ta bana teklif edildiğinde reddettim. O unvanı reddettim, güvenmedim onlara. Yazmayı seviyorum. İlla köşe yazarlığı yapmak zorunda değilim. Tıkandığım noktada bırakırım roman yazarım. Yazmaktan korkmam. Ben oturduğum zaman klavyenin başına, tat alarak yazıyorum. Her yazıda bir keşfin olması gerektiğini düşünüyorum. Okura saygı bu. Siyaset yazıyorsanız, gündemi takip ediyorsanız, orada okuyucuya sadece sizde olan bir keşif sunmanız lazım. Eğer bu duyguya sahip değilsem, o gün bir yazı çıksın, telif ücretimi kaçırmayım  diye yazmam. Bunu yaptığınız anda içeriye virüs girer.  

“PARALEL YAPI DAVA SÜREÇLERİNİ MANİPÜLE EDİYOR”

“TARAF’TAN KOVULMAYI BİZ SEÇTİK”

Taraf gazetesinden çözüm süreci ve hükümete kategorik olarak savaş açmadığınız için tasfiye edildiğinizi belirttiniz… “Canımız dahil her şeyimizi ortaya koyarak vesayete karşı bir demokrasi destanı yazmıştık orada. Final böyle olmamalıydı.” dediğiniz taraf, sizi hiç olmak istemediğiniz bir tarafın adamı mı yaptı?

Ben oraya kendi irademle gittim. Yıldıray yakın arkadaşım, “Bizde çalışmaz mısın?” demişti, Agos’tan yeni ayrılmıştım, “Olur” dedim. Kendi irademle başladım ve Taraf’tan kovuldum ama kovulmayı biz seçtik. Çünkü bir prensibimiz , bir ilkemiz vardı, onu korumak zorundaydık. 21 Nisan 2008’da orada göreve başladım, 2013 Mayıs’ına operasyona uğradık ve işten çıkartıldık, o dönem içerisinde her şey benim iradem dahilindeydi. Ben orada olmak istediğim için oradaydım. Bir sorumluluk varsa benimdir ama oradaki varlığım kadardır, karar alma gücüm kadardır, kararları etkileyebilme gücüm vardır, bir de gerçeğe ne kadar hakim olduğunuz kadardır. 17-25 Aralık’tan sonra, paralel yapının ortaya çıkmasıyla ilgili yeni bilgilerimiz var. Şu anda benim aklımda Ergenekon, balyoz süreçleriyle, Hrant Dink süreçleriyle ilgili çok ciddi şüpheler var. Paralel yapının kendi teşkilatlanmasını sağlamak için bu çok değerli dava süreçlerini manipüle etmiş olabileceği, kullanmış olabileceğine dair çok ciddi şüphelerim var. O dönemde de bize bir senaryo gösterilmiş olabilir. Biz de safça inanmış olabilir ama bunlar bilgi dahilinde değil, bekleyip göreceğiz. 

“TARAF ETKİLİ OLSAYDI, DİĞER CEMAAT GAZETELERİ DEVREYE GİRMEZDİ”

Ak Partinin karşısında güçlü bir muhalefet eksiği olduğunu belirterek,“AK Parti’nin patinaj yaptığı dönemlerde halka yönelik “Bak eşek uçuyor” işlevini yani muhalefeti bir tek Taraf ‘ın yapabildiğini yazmıştınız. Taraf, muhalefet ekseninden çıktı mı, yerini cemaat yayınları mı aldı?

Taraf’ın iyi bir durumda olduğunu objektif hiçbir göz söyleyemez. Üzülüyorum. Çünkü o iyi bir markaydı. Keşke o hikaye, senaryo dahi olsa biz onu bilmeseydik, bozulmasaydı. Kötü gidiyor, hiç etkili değil. Taraf etkili olsaydı, diğer cemaat gazeteleri devreye girmezdi. 

“YENİŞAFAK SIRADAN BİR GAZETE DEĞİL”

 “Dünyadaki kötülüğü 'muhafaza' edenlerden olmayacağız.” dediniz ve yine muhafazakarlığın tarafını seçtiniz. Ve 2013’ün Ağustos’undan itibaren Yenişafak’ta yazmaya başladınız. Bulunduğunuz yerden memnun musunuz?

Çok memnunum. Gerçekten orada yazdığım için değil, bunu yürekten söylüyorum. Hem Patronlardan hem İbrahim Karagül’den…Sanki ben oradan zamanında ayrılmışım da, oraya geri dönmüşüm gibi. Okuyucuların çok ciddi bir teveccühü oldu ama zaten bizim bir gönül bağımız vardı, ortak siyasi bir duruşumuz vardı. Yenişafak sıradan bir gazete değil. 28 Şubat’tan itibaren okuyucusuyla beraber bedeller ödeyerek gelmiş bir gazete. Müslüman demokrat bir gazete. Oradaki söylem, bakış açısı benimkiyle ciddi anlamda örtüşüyor. Bu Türkiye’de ne kadar yanlış bir ezbere sahip olduğumuzu da gösteren bir şey. Hani Türkiye’de laikler ilericidir, dindarlar gericidir dedikleri noktada bugün bir Ermeni yazar, muhafazakar bir gazetede yazabiliyor. Bununla ilgili hiçbir sıkıntı olmadığı gibi sahipleniyor ve onore ediliyor.

“BANA DÜNYALARI VERSELER HÜRRİYET’TE YAZMAM”

Buradaki çabada en büyük pay kimin?

En büyük payı yenişafak ve okurlarına vermek lazım, beni çağıranlar da, bu teklifi yapanlar da onlar. Gelen övgüler de okuyuculardan. Ben işimi yapıyorum ama yaptığım iş kendisine değeri bu gazetede buldu. Bana dünyaları verseler Hürriyet’te yazmam ama ben. Bugün kendisine modern, çağdaş diyen Hürriyet’te yazan bir gayri Müslim çok fazla yokken dindar gazetede var, bu önemli bir ölçüt. 

“17-25 İTTİFAKI, GERİCİ GÜÇLER”

“AK PARTİYİ ELEŞTİRECEK ZAMAN BULAMIYORUZ”

Belki de kazandığınız teveccüh ilkelerinizden kaynaklı. Bir ilkeniz var mesela;  bir yerde adaletten, demokrasiden ve vicdandan köklü bir şekilde sapılmışsa, o noktada o adaletsizliği teşhir etmeyi görev ediniyorsunuz, Mesela Mursi'ye darbe yapılırken 'Ama Mursi de şu hataları yaptı canım', Esed binlerce kişiyi zehirlerken ise 'Yüzümüzü artık AB'ye dönelim, bırakalım şu Ortadoğu'yu ayol' diyenleri Sartre'ın bulantısıyla izlediğinizi yazdınız. Ak Parti’nin adaletsiz davrandığı bir durum gözünüze hiç çarpmadı mı?

Ak Parti’nin kendisi çok gölgede kalıyor, belki bizim de yakalamayacağımız kadar loşta kalıyor. Çünkü çok net bir şekilde yalnız. Karşısında bir ittifak(17-25 Aralık ittifakı) var, ben bunlara” gerici güçler” diyorum, CHP’den tutun da, cemaat basınına kadar...Kendilerini ne kadar modern tanıtırlarsa tanıtsınlar, ne kadar opera dinlerlerse dinlesinler bunların hiçbir anlamı yok. Türkiye’ye reformlarla toplumsal barışı getiren tek güç, Ak Parti. Onun lideri Erdoğan. Buna çözüm sürecinden BDP ekleniyor ama dinamosu bu. Diğerlerinin de buna engel olmak gibi stratejileri var. Ak Partiyi eleştirecek zaman bulamıyoruz çünkü hep bir kavga, darbe var. Buna karşı ilkesel duran bir Ak Parti var. 

“AK PARTİ’NİN UĞRADIĞI SALDIRI, BİZİM GARANTİMİZ”

“AK PARTİ HER ZAMAN SALDIRI ALMALIDIR”

“AK PARTİ HER ZAMAN MUHALEFETTE OLMALIDIR”

“AK PARTİ 2011 SONRASINI İYİ DEĞERLENDİREMEDİ”

“AK PARTİ PARALEL DEVLETİ ERKEN FARKEDECEKTİ”

“AK Parti hükümeti sürekli savunma halinde bir harekettir. “ diyorsunuz. Sürekli savunma halinde olan bir parti, nasıl oluyor da başarılı işlere imza atıyor?

Savunma halinde olduğu için. Savunma halinde olmak, Ak Partinin eski değişmesi gereken devletle, statükoyla, sermaye oligarşisi ile uzlaşmasını önlüyor. Sürekli saldırısı alması, uzlaşmalarını önlüyor, bu bizim için büyük bir garanti. Uzlaştığı anda, Ak Partiyi ANAP’ın sonu bekler. Ak Parti her zaman reformcu olmalıdır, muhalefette olmalıdır, her zaman bu süreç bitene kadar tehdit almalıdır, saldırı almalıdır. Çünkü biz gevşeriz, rahatı görünce gevşeriz. Ak Parti gevşediği için Gezi ve 17 Aralık Paralel devleti fark edemedi. 2011 zaferinden sonra ciddi bir zaman vardı, o zamanı kaybetti, alın size bir eleştiri. Diğer partilere bakmadan kendi önerisini verip, referanduma götürüp Anayasasını yapacaktı, Başkanlık sistemine geçecekti, paralel devleti erken fark edecekti. Devlet adamlığı ciddiyeti. Arınç’ın dediği gibi “öyle samimiyetimize verin, saflığımıza verin” gibi şeyleri kaldırmaz. Bu ülke iç savaşa gidecekti. Bir teknokrat hükümetle karşı karşıya kalabilirdik, Mursi’nin başına gelen Erdoğan’ın başına geldiği gibi, bizim hayatımız da değişecekti. Çözüm süreci baltalanacaktı, düzine düzine şehitler evlere gelecekti, 12 yılda ödediğimiz bedeller elimizden uçup gidebilirdi. Kent politikalarında çok daha demokratik olmaları lazım. Gezi-Kışla projesi hiç doğru bir proje değildi, baştan beri ben de karşıyım. 

 

“CHP’NİN TABANINDA BİRİKEN BİR FAY HATTI VAR”

Muhalefetin olmamasından ötürü CHP’nin tabanında biriken olumsuz bir enerji, fay hattı var. Çünkü CHP, bu kitleyi, itibarlı bir şekilde temsil edemiyor. Bu insanlar her seçimden yenik çıkmanın ve her seçimden yenik çıkacak olduğunu bilmenin depresyonu ve melankolisi içerisindeler. Bu yük de Ak Partiye düşüyor. CHP’nin oylarını alamaz belki ama o insanların iyi niyetlerinin rahatlatılması, iyi enerjinin bir yerlerden dışarı çıkartılması lazım. Katılımcı demokrasi projelerini referanduma götürürsünüz, kent konseylerini aktif hale getirirsiniz ki, bu seçim beyannamesinde okudum ben, orada bu mekanizmaları bayağı önemsemişler, umarım bu dönemde yaparlar. 

“AK PARTİ ERDOĞAN SONRASI KRİZİ DE ATLATIRSA, TÜRKİYE TARİHİNİN 100 YILINDA DAHA OLUR”

“AK PARTİ KADROLARINI YENİLEMELİ”

17 Aralık’ı herkes yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, darbe hatta komplo diye tanımlarken, siz Ak Parti’nin ikinci kuruluşu olduğunu ifade ettiniz. Kuruluş tamam da, Ak Parti’nin bir yıkılış tarihi olmayacağına inanıyor musunuz?

Bu Ak Partinin nasıl kararlar alacağına bağlı. Yani bunu şimdiden ön görmek mümkün değil. Post Erdoğan dönemini –Erdoğan sonrası dönemi- düşünmeleri gerekiyor. 17 Aralık da bunun için bir fırsattı. Çünkü bu devletle uzlaşılamayacağını, her şeyin yeniden kurulması gerektiğini, zaman kaybetmenin, ağırdan almanın ne kadar bedeli olacağını gördü, Erdoğan dostlarını, düşmanlarını tanıdı, kendi teşkilatının zayıf ve güçlü yönlerini gördü, biraz da yalnız olduğunu gördü. Ak Parti’nin ilk dönem kadrosu çok önemli işler yaptı ama artık yenilenmeli. Üç dönem kuralı da o anlamda çok önemli. Ak Partide yeni isimlerin, güvenilirliği, demokratlığı kanıtlanmış tecrübeli isimlerle uyum halinde olmaları lazım. Ben Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığa geçme sürecinin aynı zamanda partinin tek başına ayakta kalma süreci olarak kullanacağını düşünüyorum. Henüz Erdoğan aktif siyaset içerisindeyken bir başka isimle Başbakan ile ve daha gençleşmiş kadrolarla Britanya’daki liberal parti, işçi partisi gibi olabilmesi, 2023,2071 hedefleri için partilerin de 3-5 yıllık olmaması gerekiyor.  Gelenek oluşması lazım. Ak Parti bu anlamda önemli bir sınavı 12 yıldır verdi, Ak Parti Erdoğan sonrası krizi de iyi atlatabilirse önümüzdeki 50-100 yılın Türkiye tarihinde olacaktır.  

“AK PARTİ BÜYÜK BİR ALANI CEMAATE TESLİM ETMİŞ”

“AK PARTİNİN YALNIZLIĞI DEZAVANTAJI”

Ak Parti değişmeli dediniz ama Zaman gazetesi Uğur Kömeçoğlu imzalı “AKP hiç değişmedi mi?” başlıklı bir analiz yayınlamıştı…”Mahçupyan’ın da Markar Esayan’la aynı çizgiye gelmesi gerçekten vahim. Markar Esayan ki geçmişte demokrat çizgisini korurken vesayetçilerin referandum sonrası yeni taktikleri hakkında şöyle yazmıştı: “Ankara ve medya AKP’ye artık cepheden saldırmıyor, kendini ona teslim etmiş gibi davranarak onu dönüştürüyor. Böylelikle hem onun reformcu karakterini buduyor, hem de suç ortağı yapıyor.” Bu sözlerin sahibinin bugün bütünüyle yön değiştirip antidemokratik uygulamaları yürürlüğe koyan bir erkin saflarında yer alması kendi düşüncelerini inkar ettiği anlamına gelmiyor mu?” Buna cevabınız ne olur? Ak Parti bugüne kadar uyguladığı politikalarla başarıyı yakalamışken değişmesi risk alması anlamına gelmez mi?

Başarılı olmak, değişmeyi yok sayan, değişmenin önemini azaltan bir şey değil, değişim topluma adapte olmaktır. Değişemiyorsanız, toplum sizi tasfiye ediyor, kurumsallaşabilmek için toplumla çok yakın ilişkiyi sürekli sürdürmeniz lazım ve toplumun ensesinde olmanız olması lazım. Toplumun önüne geçmek zordur, toplum talepleriyle hep sizin önünüzdedir. Orada geri kaldığınız zaman tasfiye olursunuz, o yüzden değişmeniz gerekir.  2013 Türkiye’sinin beklentilerini  bir tek Ak Parti tespit ediyor. Ak Partinin yalnızlığı aynı zamanda büyük bir dezavantajı, çünkü kusurlarını görmeyebilir, rakipleri o kadar geride ki ve o kadar alternatifsiz ki, damar sertliğini fark etmeyebilirsiniz.  Uğur Kömeçoğlu’nun eleştirdiği şeylerin aynen arkasındayım. O dönemde hissettiğim şey, meğerse paralel yapıymış. Hükümet paralel yapıya teslim olmuş. Ben orada hükümetteki acemiliği eleştiriyorum, çok doğru bir tespit yapmışım. Hissediyorsunuz, bir yavaşlama, rehavet var, tam da o zaman paralel yapıya teslim olmuş Ak Parti. Uğur Kömeçoğlu kendi ağzıyla yakalanmış. Ak Parti’nin büyük bir alanı iyi niyetle cemaate teslim etmiş olduğunu gördük. Bizi dışarıda kim temsil edecek, cemaat medyaları, yargıda Ergenekon, balyoz, derin devlet yargıları kimde cemaat yargısında. İyi de, özel bir yapı bir yerde otonomlaşamaz. Ve bir gün menfaatler çakıştığında, sizi hedef aldığında 17 Aralık yaşanır. Demek ki fark ettiğim şey çok doğruymuş. 

“AK PARTİ TÜRKİYE İÇİN BİR MUCİZEDİR”

“AK PARTİ’NİN BU KADAR İLERİ GİDECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYORDUM”

“ERDOĞAN’A KİMSENİN TEPEDEN BAKMAYA HAKKI YOK”

“Son 12 yıllık sürecin de bende tek karşılığı var: Devrim.” diyorsunuz. 2002’den beri Ak Partiye oy verdiğinizi de ifade ediyorsunuz. Alternatifsizlik mi sizi buna itti, Ak Partiye inandığınızdan mı oydaşı oldunuz?

Hiç de öyle “Aman bunlar bizden aşağı insanlardır da, biz bunlardan daha iyi biliriz, iyi işler de yapıyor, şimdilik bunları destekleyeyim” noktasında değilim. Etyen Mahçupyan’ın lafıdır, sonuna kadar katılıyorum. “Ak Parti Türkiye için bir mucizedir” En azından 90’lı yılları yaşayan bir insan, Türkiye’de 12 yıldır olan şeylerin değerini çok iyi bilir. Türkiye’den böyle bir değişim hareketinin çıkması bir şanstır. Ben bu partiye kurulduğundan beri, bu destekle oy verdim. Hiçbir zaman şerh koymadım ve çokta iyi götürdüler. Şunu itiraf edeyim, ben de bu kadar ileri gidebileceklerini düşünmüyordum. Yine de bir ön yargım varmış. Erken duvara toslayacaklarını, devlete benzeyeceklerini düşünmüştüm. Çünkü Türkiye’de böyle bir örnek yok. Ya darbe oluyor, onların elinde olmayan bir şey oluyor, ya da Demirel gibi devşiriliyorlar. Karaoğlan dönemine bakın, ölmeden önceki hallerine bakın. 17-25 Aralık’tan sonra Erdoğan’ın performansı müthiş, kimsenin de o adama tepeden bakmaya hakkı yok.  

“CUMHURİYET İKİNCİ KEZ KURULDU”

“PARALELLERE KARŞI BAŞARIYI ERDOĞAN DEĞİL, ZAMANIN RUHU SAĞLADI”

Siz uzaktan değil çok yakından bakıyorsunuz. Hatta bizim göremediğimizi görüyorsunuz. Erdoğan'ı: “O 'ehlileşmeyecek' bir Müslüman” “O, güçlü bir lider, diye tanımladınız hatta “Yavaş çekim bir darbenin hedefi olması Erdoğan'ı hatasız kılmaz” da dediniz. Erdoğan’ın büyüsüne kapılanlardan mısınız?

Yok. Ben bunun böyle değerlendirmeye çok açık olduğunun farkındayım. Sırf öyle değerlendirilmesin diye analizlerimde tenzilat yapmayı da doğru bulmuyorum. Ben çok rasyonel değerlendirmeler yaptığımı düşünüyorum. 15-20 sene bunu tarih yazdığında bizim(Etyen Hocanın, benim….bizim gibi düşünenlerin kompleksiz bakan insanların)değerlendirmelerimiz daha ön planda olacak. Evet bu bir devrim kardeşim. Devrim dediğinizde Ak Parti yandaşlığı, şakşakçılığı diye yorumlanmasını normal görüyorum. Çünkü herşey canlı yayında, sıcağı sıcağına…siz 10 sene sonra yapılacak bir değerlendirmeyi bugün yaptığınızda tepki çekebilir. Türkiye çok değişti, değişecek ve bugünler sayesinde değişecek. 1923 birinci kuruluşsa, bu süreç ikinci kuruluştur. Birinci cumhuriyetin tashihi yapılıyor. Cumhuriyeti yeniden kuruyoruz aslında. Bütün bu mücadelelerin de anlamı o. Darbe üstüne darbe….en son paralel darbe yapmaya çalıştılar, olmuyor. Olmamasının bir anlamı var. Olmamasında, Erdoğan’ın başarısından çok, zamanın ruhunun onlara karşı olmasıdır. Momentumu anlamış değiller, tarihsel momentum Türkiye’nin değişmesini istiyor. İnsanların bilinci bunu istiyor. Artık bu insanlara başla türlü bir şeyi kabul ettiremezsiniz. Evet Erdoğan çok zekice hamleler yaparak onları yeniyor ama tokat atan zaman. Onu da görmek lazım. 

“ERDOĞAN’IN ÇOK CİDDİ BİR ZEKASI VAR”

“ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANLIĞI PLANLARINI 3-4 SENE ÖNCE YAPTI”

“GEZİ’YE VE 17-25’E HAZIRLIKSIZ YAKALANDILAR”

“GEZİ VE 17-25 AK PARTİ HATASI”

“ERDOĞAN GARDINI DÜŞÜRSEYDİ, TABAN ONU TERK EDERDİ”

İddiam şu diye yazdınız: “Erdoğan Menderes kadar kibar konuşan bir insan olsaydı dahi, hikaye üç aşağı beş yukarı böyle yaşanacaktı. Ama Erdoğan bu oyunu iyi okuduğu için, enerjisini itirazın veya kibrin toplumsallığını yatıştırmaya değil, daha çok güç merkezleri ile mücadeleye harcıyor.” Yani Erdoğan’ın sert üslubu taktiksel mi?

Yok o bence taktiksel değil. O gerçek bir insan. O anda öyle hissediyor. Erdoğan’ı duygulardan ibaret görenler yanılır. Erdoğan’ın çok ciddi bir zekası var. Ben Cumhurbaşkanlığı planlarını bundan 3-4 sene evvel bitirdiğini düşünüyorum. Aşağı yukarı kimi nereye düşüreceğini biliyor. Geziyi ön göremedi. Gezi’ye ve 17, 25’e hazırlıksız yakalandılar. Politik zekasına insanlar saygı duysunlar, saygı duymazsanız anlayamazsınız, o zaman da sürekli yenilirsiniz. Erdoğan’ın yaptığı bir şey var. Eski devletle uzlaşmıyor. Uzlaşmadığı, kavga ettiği zaman kazandığını anladı. Gezi ve 17-25 Ak Parti hatası(Onları fark etmemek anlamında söylüyorum) Gezi’de hatayı yaptınız, vazo kırıldı, herkes Erdoğan’ın üzerine gitti, hemen yumuşa, geri adım at, dediler ama o yumuşamanın işe yarayacağı süreci kaçırmıştı. Kamuoyu baskısı ciddi bir şeydir, “Çok sert konuşuyorsun, insanlar şiddet gördü, biraz alttan al” gibi sihirli tuzaklara gelmiyor, çünkü o alttan alttan ne yapıldığının ve nasıl tuzak kurulduğunun farkında, asla gardını düşürmüyor, gardını bir düşürseydi taban onu terk ederdi ve saldırı çok daha güçlenirdi, o ateşi önce bir savuruyor, ondan sonra ondan istenenleri yapıyor, Türkiye tarihinde ilk defa bir Başbakan protestocularla 12 saat oturdu ve plebisiti kararı aldı. Taktir edilmedi ama Türkiye’de ilktir bu. Seçim beyannamesini okuyun, tamamen Gezi üzerine yazılmış. 17-25 operasyonu oldu, herkes Erdoğan’ın üzerine gitti, “Bakanlar istifa etsin” diye, hayır o anda yapmıyor, 10 gün sonra zaten değiştireceği kabine sırasında çok şık bir şekilde halletti. O sırada yapmış olsa zayıflığını kabul etmiş olacaktı, arkasından daha büyük saldırı alacaktı ve en önemlisi tabanı düş kırıklığına uğrayacaktı. Bunları çok iyi bilen bir lider. 

“ERMENİLERİN ANA YURDU TÜRKİYE”

Bir Ermeni olarak benim derdim…diye başladığınız cümleleriniz vardı… “Bir arada yaşadığım komşularımla bu acımı paylaşmak ve bu olmadığı için başlamayan yasıma girip bitirmek” diyordunuz. 1915’in paylaşılması helalleşme anlamına mı geliyor sizin için?

Ermenilerin ana yurdu Türkiye, dünyadaki Ermeniler de buradan orijinli, bizim için önemli olan 1915’in tarihe mal olması. Bunun yasının başlaması gerekiyor. Biz bu acı reddedildiği için yasa başlayamıyoruz. Bir ölümüz var, bir yasımız var,  deniyor ki bize, “Yok öyle bir şey olmadı” Yüzyıldır mahkum olduğumuz şey bu. Haliyle de yas başlamıyor bir türlü. 24 Nisanlarda kiliselerimizde ayin yapamıyoruz. Baba tarafımın yarısını kaybetmişim ben. İttihatçıların yediği bir halt bu. Bu aynı zamanda Türkiye’nin kuruluşuna sirayet etti. Ve bugüne kadar yaşadığımız bütün acıların zihniyeti 1915’te ekilmiş zihniyettir. Kürt sorunu da, Alevilerin yaşadıkları da aynı zihniyetten çıktı. Buna niye sahip çıkılır anlamış değilim. Geçmişte devlet neo ittihatçilerin elindeydi, onların mesuliyetleri kendilerine ait olduğu için sahip çıkmalarını anlıyorum ama artık bu konuda daha insani bir dile Ermenilerin hakkı olduğunu düşünüyorum. 

“1915’İN SAVUNULACAK BİR TARAFI YOK”

“ERMENİ MESELESİNDE DAVUTOĞLU İLE BAKIŞ AÇILARIMIZ AYNI”

“BAŞBAKAN 1915 İLE İLGİLİ BİLGİ ALMALI”

Türkiye-Ermenistan ilişkileri konusunda, Davutoğlu, sizin de yer aldığınız Karadeniz Ekonomik İşbirliği toplantısı için gittiği Erivan gezisinde, “Tehciri benimsemiyoruz, Diaspora ile konuşmak eskiden ya istihbarat amaçlı olurdu ya da tehdit gibi algılanırdı. Şimdi vazife haline getirdik” dedi. Bu durum Ak Parti’yi tatmin etmiş gibi mi görünüyor?

Ben Sayın Davutoğlu’nun kafasının çok net olduğunu gördüm. Çok insani bir tavır. Ama bir de reel politikanın izin verdiği adımlar var, her şeyi birden bire atamıyorsunuz. Benim Ermeni meselesine bakış açımla, Davutoğlu’nun bakış açısı arasında bir fark yok. İnsani bir bakış açısı. Ama tabi ki Türkiye’ye de haksızlık yapılmaması lazım. Bu sorun istismar edilerek, bir karta dönüştürülüp Türkiye’yi köşeye sıkıştıracak şekilde suistimal edilmemesi lazım. Hepimizin sorumluluğu var. O yüzden de kendi aramızda konuşmalıyız, ilişkileri arttırmalıyız, diaspora ile ilişkileri hesapsız, kitapsız arttırmalı. O eski Şükrü Elekdağ diskurunu, eski devlet söylemini bırakmamız lazım. Ben bir de bu işlerle ilgilenenlerde şunu fark ettim. Ak Parti’nin, Başbakanın ve bu işle ilgilenenlerin 1915 ile ilgili ciddi anlamda bilgi almasında fayda var. Keşke bu konuya daha fazla zaman ayırabilseler, Halil Berktay’lardan, Selim Deringil’lerden bu konuda tarafsızlığı ispatlanmış insanlardan da bu işi dinlemelerinde fayda var. O zaman yanlış bir şeyi tutmaktan sarfınazar edebilirler. Çünkü 1915’in savunulacak bir tarafı yok. Savunmak zorunda da değiliz çünkü o bize karşı yapıldı. Osmanlı’ya karşı yapılmış bir saldırıdır o. Osmanlının birlikte yaşama kültürüne yapılmış en büyük saldırıdır o. Ermeniler öldürüldüler ama Türkiye kaybetti, ve o kaybın bedelini de ödedi, hala da ödüyoruz. Osmanlılıktan bakarsak çözeriz ama Ermeni veya Hıristiyanlıktan bakarsak ön yargılar giriyor araya. 

“ERDOĞAN KONUŞUYOR, BİZ ÖDÜYORUZ”

“ERDOĞAN’DA SEVDİĞİM ŞEY, DEĞİŞME KAPASİTESİ”

“Komşularla sıfır sorun siyasetinden, ayda 400 TL’ye çalışan gariban emekçi göçmenleri rehine olarak kullanma seviyesine yapılan sorti baş döndürücü gerçekten” diye yazmıştınız. Bu açıdan bakınca Ak Partiye asıl jesti siz mi yapmış oluyorsunuz?

Çok yanlış bir söylemdi o. Erdoğan’ın onu söylerken pişman olduğunu da düşünüyorum. “Afedersiniz bana Ermeni, Rum, Yahudi bile dendi” demişti. Bir de Erdoğan konuşuyor, biz ödüyoruz, biz Ermeniyiz ya, bize diyorlar ki, “Erdoğan bize bunu söylüyor, sen hala onu savunuyorsun” O bir kere söylüyor, biz bin kere muhatabı oluyoruz. Ama Erdoğan biz iyi niyetliyiz demeye getiriyor bir yandan da. Erdoğan’ı tanıyanlar açısından baktığınızda, “Bizim iyi niyetimizi görmüyor musunuz, biz ırkçı olsak bu kadar insanı burada tutar mıyız?” ı da söylemeye çalışıyor. Hiçbirimiz kusursuz değiliz, hepimiz çok zor dönemlerin ürünleriyiz, ve hepimizin kafasında bir sürü önyargı var, ön yargıları temizlediğimizi zannediyoruz ama bir kısmı ortaya çıkıyor. Ama değişiyoruz. Benim Erdoğan’da gördüğüm ve sevdiğim şey, halkta gördüğüm şey, değişme kapasitesi. CHP’ye baktığımda o kapasiteyi göremiyorum, o yüzden CHP beni ürkütüyor ama Erdoğan hatalarından öğrenen bir şahıs. Bu lafları bugün yapmayacağını düşünüyorum. 

“24 NİSAN’DA ÖLÜLERİMİZİ ANMAMIZA İZİN VERİLSİN”

Tayyip Erdoğan’ın Ermeni meselesine bakışı nedeniyle kendisine sert çıktığınız yazılarınız da oldu. “Erdoğan beni de tehcire gönder” dediniz, özür diliyoruz kampanyası için yaptığı konuşma sonrası, sizden kim özür dilemenizi istedi ki?diye yazdınız.  Bu konudaki tutumunun daha ne kadar devam etmesini bekliyorsunuz?

Bu sorunu çözecek bir zihniyet varsa, o da Ak Parti’dir. Bunu CHP yapmayacak. Beklenti şu, duygudaşlıktan bahsediyorum, soykırım mı değil mi bunlar ayrı konu, zihniyetin değiştiğini çok sembolik adımlarla insanlara gösterilmesini istiyorum. Mesela 24 Nisan’da bizim ölülerimizi anmamız için izin verebilirsiniz, bundan en azından korkmamamızı sağlayacak bir açıklama yapabilirsiniz. O dönem ölen insanlar için üzüntülü olduğunuzu söyleyebilirsiniz, bundan kendinizi ayırabilirsiniz. Bu zihniyet bizim için daha önemli. Dilin değişmesi ve sembolik adımlar önemli. 

“ERDOĞAN’IN NE KADAR İKTİDAR OLDUĞUNU GÖRDÜK”

“BENİM GİBİ YAZANLAR ASLINDA ZOR DURUMDAYIZ”

“AK PARTİ GÜÇLÜ BİR İKTİDAR DEĞİL”

Sizi diğer Ermenilerden ayıran ne bilmiyorum. “İlk benim de dahil olduğum azınlıkları tasfiye ettiler. Ardından Kürt, Alevi, dindar kıyımları geldi. Derken Soğuk Savaş'ın bittiği 1990'lı yıllara ulaştık” dediniz bir yazınızda. Ama bu ülke size iyi davranıyor olmalı ki, siz muhalif bir çizgide durmuyorsunuz. Hatta bir yazınızda yine “Ermeni olmanın yakıcılığında irtifa kaybı çok az oldu.” demiştiniz. Ermenilerin sizin gibi düşünmeyenleri neden fazla gibi?

Az olalım ki değerli olalım. Ben asıl muhalifin bizler olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de reformlar tehdit altındadır ve daha yerleşiklidir ve muhalif olan odur. Ak Parti’ye önerim oydu, daha muhalif hissedin kendinizi, rahatlamayın, gevşemeyin. Çünkü siz her zaman tehditsiniz, ilk fırsatta size bunu yapacaklar. Benim gibi yazanlar aslında zor durumdayız. Hem iktidarmış gibi, güçlüymüş gibi duran  bir hükümeti destekliyorsunuz. Aslında güçlü iktidar da değil. 25 Aralık’ta hangi güçlü, diktatör Erdoğan o duruma düşer? En güçlü olduğunu iddia ettikleri dönemde Erdoğan en güç duruma düştü, ailesi bile tehdit altındaydı. Ben doğru okuduğumuzu düşünüyorum. İktidara formel olarak baktığınızda, hükümet, güçlü bir lider ama yok bu ülkede düzen daha değişmedi, bu ülkenin çok ciddi iktidar merkezleri var, bu iktidar merkezleri hala çok güçlü, ortaklıklara gidiyorlar, paralel devleti de yanlarına aldığında Erdoğan’ın ne kadar iktidar olduğunu gördük. Sadece halka sahipti. Başka hiçbir şeye sahip olmadığı ortaya çıktı. Ve ne kadar başarılı lider ki, halka giderek, anlatarak, sesi kısılana kadar seçimlere odaklandı, oradan da güçlenerek çıktı. Bu aslında diktatör, iktidar olduğunu göstermiyor gördüğünüz gibi. Ve biz de onu destekleyenler olarak iktidarı değil, aslında dezavantajlı olanı destekliyoruz. 

“17 ARALIK’IN BAŞARILI OLMAMASI MUCİZEDİR”

“17 ARALIK’A HİÇBİR ALLAH’IN KULUNUN DİRENMESİ MÜMKÜN DEĞİL”

17 Aralık’ın başarılı olmaması mucizedir. Paralel devletin bu kadar yayılmış olduğu, bu kadar mükemmel bir plan yaptığını o gün gördük. Hiç birimiz fark etmemişiz. 17 Aralık’a hiçbir Allah’ın kulunun direnmesi mümkün değil, o kadar büyük bir darbe girişimiydi. Bu zaman geçtiği zaman daha net anlaşılacaktır. Bu sırf Erdoğan’ın kabiliyeti değil, Allah yardım etti. Çok ufak mucizeler oldu. Çok mükemmel bir hazırlık yapılmıştı. Hükümet her tarafından kıskıvrak yakalanmıştı. 

Yılan kuyruğundan yakalandı mı, tehlike devam mı ediyor?

Devam ediyor ama çok büyük bir avantaj elde etti. Erdoğan’ın 30 Mart’ta elde ettiği zaferden daha büyük bir avantajı var. Erdoğan görmediği resmi görüyor. 17 Aralık’a kadar görmediği resmi görüyor. Şu anda bile tamamını göremiyor. O karanlık odadaki siyah kediyi yakaladı.

“GÜL ÜZERİNE YAPILAN HESAPLAR BOŞA ÇIKMIŞA BENZİYOR”

“AK PARTİ DIŞINDAN BİR CUMHURBAŞKANI ADAYININ ŞANSI YOK”

“PARALEL DEVLETLE MÜCADELE UZUN SÜRECEK”

Ak Partinin karşısında duran guruplar için, “Birbirinden çok farklı gibi gözüken bu kesimleri birleştiren şey, iktidar hırsı, çarpık laiklik kavramı ve onun ikizi olan İslamofobidir. “ diye yazmıştınız. Bu kesimler arasındaki stratejik dayanışma seçimden sonra hezimete uğradı mı? Taraflar ya argümanlarını ya da ortaklarını gözden geçirmek ister mi?

Ben büyük bir darbe yediklerini düşünüyorum ama 30 Mart önemliydi. 30 Mart’ın yapılamaması söz konusuydu. Erdoğan’ın da oraya yetişememesi söz konusuydu. Bu başarılamadı ve seçimlerde net bir sonuç ortaya çıktı. Şimdi B Planı, Cumhurbaşkanlığı meselesi. Cumhurbaşkanlığında da ben büyük bir sorun olabileceğini düşünmüyorum. Gül üzerine kurulan bir hesap, kitap varsa o boşa çıkmışa benziyor. Onun dışında Ak Parti kendi içerisinde Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık adaylığında bölünmediyse karşısına çıkacak hiçbir adayın şansı olacağını zannetmiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimi de sağ salim bittikten sonra ülkenin önünün açılacağını düşünüyorum. Paralel devletle mücadele 1,2 yıllık bir mesele değil, uzun sürecek. 

“GÜLEN CEMAATİ KAMİKAZE SALDIRISI YAPTI”

“ERDOĞAN GEÇİCİ BİR LİDER”

“ERDOĞAN GÜVENİLİR BİR HASIM”

“PARALEL DEVLET ERDOĞAN’I KOMPLE YOK ETMEK İSTEDİ”

Hizmet Hareketi ve telafi başlıklı yazınız, belki de cemaate dair yazdığınız ilk ve tek yazıydı. Burada Gülen’’e bulunduğunuz tavsiyelere ek, “Hizmet'e toparlanma şansını verecek olan da ancak Erdoğan olacaktır” tespiti ilgi çekici. “Sizce inlerine kadar gireceğiz” diyen Erdoğan’ın cemaate bu şansı vermesi mümkün mü?

Mümkün çünkü Erdoğan demokrasi ve hukuk içerisinde kalması gereken geçici bir lider. Bir dönem daha yapabilir, bir dönem daha yapabilir en fazla. O da unu söylüyor. Gülen cemaati öyle bir kamikaze saldırısı yaptı ki ve bunda çok büyük bir zarar gördü. Bunda iki türlü yol var. Ya kendinizi bitirene kadar aynı yolda devam edeceksiniz, ya da bir yerde çizgi çekeceksiniz ve diyeceksiniz ki, “Ben tamamen dini faaliyetlerime dönüyorum” Bu durum en iyi çözüm. Erdoğan’ın zaten ne tabanı cezalandırmak gibi niyeti var, ne de öyle bir gücü var. Ama suça bulaşmış, paralel devletin içinde yer almış, bu operasyonlarda yer almış ve bunlar delillere dönüştürülmüş olan yapıyı tasfiye edecek. O yüzden Erdoğan güvenilir bir hasım. Paralel devletin Erdoğan’a yapacağı şey, onu komple yok etmekti. Ve korkunç bir dönem başlayacaktı. Ama Erdoğan’ın onlardan alacağı intikam sadece adaletin yerine gelmesi olacak. 

“CEMAATTEKİ ARKADAŞLARIMIN İÇİNDEN CANAVAR ÇIKMASI BENİ ÜZDÜ”

Babanızın bir cemaat lideri olduğunu söylediniz. “Babam hangi vakfın, kilisenin, mezarlığın yönetici olsa, biz de orada olurduk.” demiştiniz. Gülen Hareketi, cemaat mevhumundan sizi soğuttu mu?

Yok. Ben bu mekanizmaları çok içinden bilirim. İnsan doğasını tanıyorum. Cemaatlerdeki çürümeleri çok iyi biliyorum. O yüzden beni hiç şaşırtmadı ama çok üzdü. Today’s Zaman’da yazıyordum, çok yakın arkadaşlarım vardı, sizin gibi her şeyi konuşup dertleştiğim insanların içlerinden canavar çıktığını görmek beni üzdü, yoksa şaşırmıyorum. Çünkü gücün, iktidarın ve paranın olduğu her yerde bu tehditler, bu bozulmalar vardır. Ama bu boyutta olması, bu kadar aptal yerine konmak beni üzdü doğrusu. 

“CHP, YOKLUĞU İLE VAR OLAN BİR PARTİ”

Az önce CHP’nin kapasitesinden bahsettik de…“Türkiye bir bacağı çok güçlü, diğer bacağı ise o oranda zayıf bir 100 metre koşucusu gibi” şeklinde bir benzetmeniz var…. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun böyle bir resim verdiği görüşündesiniz. Bu dengesizlik, hükümetin siyaset yapma hakkını bir lükse, hatta çok ciddi bir tuzak ihtimaline eviriyor demiştiniz ama hala CHP’nin kamikazeliğini Ak Partiye zarar verir nokta mı görüyorsunuz?

Ak Partiden ziyade siyasete zarar verecek noktada görüyorum. Türkiye’de siyasetin itibarının yükseldiği bir dönem yaşıyoruz, bu demokrasinin gelişmesiyle doğru orantılıdır. Siyasetin itibarının yükselmesi konusunu sadece iktidar partisi yapamaz. Ana muhalefet partisi demokrasinin yaptığı eleştirilerle, getirdiği projelerle önemli bir parçasıdır. CHP, yokluğu ile var olan bir parti. Bir siyasi parti ölçeğine baktığınızda yok. Sadece anti siyaset üzerinden Erdoğan ne dediyse onun tersini söylüyor, nerede ne yapılıyor onu hemen Anayasa Mahkemesine götürelim, paralel yapı onlarla seçime girelim…Bu Türkiye için siyasetin güçlenmesi önünde bir engel. Bu kesimdeki itibarsızlık, onların seçmen kitlesini depresyona sokuyor.  Bunu çözmeyi Ak Parti nasıl üstlensin? Doğa üstü bir şey beklemiş oluruz.  

“5-10 YIL İÇİNDE MUHALEFET ORTAYA ÇIKACAK”

Aslında siz Yeni Türkiye’yi kuracak olanlara yol gösteriyorsunuz. Dink Davası, Yeni Türkiye'nin vizesi…Kürt ve PKK sorunları... Türkiye'de bu alanda kim inisiyatifi ele alıyor, adım atıyorsa, o Yeni Türkiye'yi kurmaya taliptir. Bu durumda CHP’nin şansı yok denecek kadar az mı?

Ümit ediyorum. Çıkmadık candan ümit kesilmez. Cumhurbaşkanlığında alacakları yenilgi konusunda bu kadar net konuşabiliyoruz değil mi? Bunu söyleyemememiz lazım. Bir de bundan korkmamamız lazım. 30 Mart’ta seçime giden insanların büyük bir çoğunluğunda Erdoğan’a güven ve istikrar kadar bunlar başımıza gelirse, bu ülkenin hali ne olur korkusu vardı. Halbuki ana muhalefetin iktida