Adil Gür: Erdoğanın erkeksi iktidarı devam ediyor

Araştırmacı Adil Gür, Hülya Okur'a konuştu. İşte röportajdan bazı çarpıcı başlıklar: "Erdoğan sadece İstanbul'un değil AK Partinin Fatih'i...Cemaatin partisi başarılı olamaz...AK Parti Gezi ve 17 Aralık'ta ölümcül yara almadı...Türkiye dindarlaşmıyor...AK Parti oylarında bir geri çekilme var...MHP tarihi bir fırsatı kaçırdı...Kaybeden de kazanan da Kılıçdaroğlu olacak"

"Nizamı bulmak için kainatı araştırmaksa...Beş duyunun bilemediği şeyleri tetkik etmekse...Derin ve gizli manayı arayıp bulmaksa...Kayıp olan bir şeyi haber vermekse...Sandığın sırrını çözmekse... Anlaşılmayan bir şey bırakmamaksa...Yürüyen işlerin yanında koşmaksa...Kısacası bilinmeyen ne varsa hepsi için Adil Gür sizlerle..."

 

HÜLYA OKUR-HABERX

 

“HAYATIMDA GİZLİ SAKLI KALMIŞ ŞEYLER YOK”

“ARAŞTIRMACI OLMAK, AKLIMIN BİR KÖŞESİNDE BİLE YOKTU”

Kısaltılmış adı, A&G ama biz açılımını istiyoruz, hatta Kılıçdaroğlu gibi soruyoruz, “Kim bu Adil Gür?”

Adil Gür, 1983’te İst. Üniv. Hukuk Fakültesini kazanan, İstanbul’a gelen biri…O tarihlerde araştırma sektörü yeni iken anket yaparak başladım bu işe. Hayatımda ilk ve tek işim, çıraklıktan başladı. Sonra 1987’de Tarhan Erdem, KONDA araştırmayı kurduğunda 1995’e kadar beraber çalıştık, sonra KONDA’nın faaliyetlerine ara verilen sürede bu şirketi kurdum. Tarhan bey ile beraber 2004’e kadar A & G’de beraber çalıştık…Onun dışında 1965 yılında Malatya’da doğdum, çok dramatik olacak ama elektriği, suyu olmayan bir köyde doğmuşum. Babam bir öğretmen. İlkokulu, ortaokul, liseyi Malatya’da okudum. 5 çocuklu bir ailenin ilk çocuğuyum. Hayatımda ilginç, gizli saklı kalmış şeyler yok. Malatya İmam hatip Lisesi mezunuyum. Hukuk Fakültesi ikinci tercihimdi, ilk tercihim Ankara siyasal uluslar arası ilişkilerdi. Severek, isteyerek girdim ama idealim iyi bir avukat olmaktı. Ama okula girdikten bir müddet sonra hayalleriniz veya amaçlarınız değişiyor, araştırmacı olmak aklımın bir köşesinde bile yoktu…  

“ZOR BİR ALANDA ÇALIŞIYORUZ”

Ama belki başkalarının aklına gelmiştir…Apple’ın kurucusu Steve Jobs iş ortağını "Ömrünün sonuna kadar sadece şekerli su mu satmak istiyorsun yoksa dünyayı mı değiştirmek istiyorsun ?" sözleriyle ayartmıştı. Sizin Türkiye’de kanaat önderleri arasında yerinizi almanız başkalarının da öngörmediği bir şey miydi?

Estağfirullah. Sadece hayatım boyunca yaptığım işi iyi yapmaya çalıştım. Zor bir alanda çalışıyoruz, işinizi ne kadar iyi yaparsanız yapın, Türkiye’deki her çevre tarafından işinizi iyi yaptığınız düşünülmüyor. Hoşuna gidenler iyi bir şeyler yaptığınızı söylüyor, hoşuna gitmeyenler kızıyor. Eleştirilmek güzel bir şey aslında. Eleştiriliyorsanız, yaptığınız işi doğru yapıyorsunuz demektir, tepki görmüyorsanız, her şeyiniz doğal karşılanıyorsa bu işte bir yanlışlık var diye düşünmek lazım.  

“UNUTMUYORUM, UNUTAMIYORUM”

Arkadaşlarınızdan bir tanesi, bir Trabzon gezisinde anketör eğitimi verdiğiniz öğrencilerden biriyle aradan geçen 15-20 günün sonunda telefonda, sesini duyar duymaz ismini vererek konuşmanız karşısında yaşadığı şaşkınlığı anlatmıştı. Duyularınızın bu kadar gelişmiş olması mı sizi bu mesleğe itti, bazen araştırmaya ne gerek vardı, ben zaten biliyordum, diyor musunuz?

Yok demiyorum. Bu istatistik bir bilim dalı. Dünyanın her tarafında aynı metotlar kullanılıyor. Rüyaya yatarak biliniyor olsaydı, bunca emeğe, zamana, paraya gerek yoktu. Şu doğru, 20 yıl önce bir kez karşılaştığım birinin ismini hatırlarım ama bu bir yetenek, özel bir çaba sarf ettiğimden değil. Belki de lise yıllarımda almış olduğum bir eğitim ile ilgili. İmam Hatip lisesi, okumaya, ezbere dayalı bir okul, hukuk fakültesi de öyle. Belki ondan kaynaklanıyor. Ama unutkanlık Allah’ın insanlara verdiği çok güzel bir meziyet, unutkanlık olmasa insanlar acılarını unutmazlar. Ama ben unutmuyorum, unutamıyorum.  Bellek lüzumlu bilgileri tutuyor, lüzumsuzları tutmuyor.

“30 MART GÜNÜ KİME OY VERECEĞİMİ BİLMİYORUM”

“SON 3-4 YILDA CHP’NİN BAŞARILI OLMASINI İSTEDİM”

"HİÇ BİR PARTİLİ DEĞİLİM"

Kaset olayından sonra Baykal için Cumhurbaşkanlığını şerri hayra dönüştürmek için hayırlı bir gelişme olacağını söylediğinizde, ekşi sözlüğe şu ifade düşmüştü: “Baykal iki sene sonra cumhurbaşkanı diyecek kadar duygusal CHP’li” Ne kadar CHP’lisiniz? Ne kadar partilisiniz?

Çok samimi söyleyeyim. Asla ve kata hiçbir partili değilim. Bu ülkeyi seven, bu ülkenin insanlarını, geleceğini seven, milliyetçi bir insanım ama asla hiçbir siyasi partiye ne yakınlığım ne de uzaklığım söz konusu. 2009 seçimlerinden sonra CHP yakıştırmasında çok bulunuldu. Çünkü 2009’da herkes AK Partinin oyları 50’ye yükselecek derken, ben 40’ın altına düşeceğini iddia ettim. Ama bunu bir temenni olarak algılayan CHP’liler bana sempati duymuş olabilir veya bunu bir temenni olarak AK Partililer kızgınlık duymuş olabilir. Hepimiz insanız, elbette ki siyasi görüşümüz olabilir, görünürde, bilinç altında veya sandık önümüze geldiğinde bir oy vereceksiniz. Ama şunu çok büyük samimiyetle söyleyeyim: “30 Mart günü kime oy vereceğimi bilmiyorum” “Hiçbiri” diye bir seçenek hala önümde var. Çünkü kararsızlığımı koruduğum müddetçe işimi doğru yapabileceğimi düşünüyorum. Yoksa duygusal yaklaşırım. O nedenle ne CHP’li, ne AK Partili, ne MHP’li değilim. İmam Hatip lisesi mezunuyum, oradan baktığınızda AK Partiye daha yakın gibi duruyorum. Üniversite yıllarında ülkücü bir arkadaş çevresinde bulunuyordum, buradan baktığınızda ben bir ülkücüyüm, ama son 3-5 yıla baktığınızda çevremde daha sosyal demokratlar, iş yaptığım daha çok CHP’liler…o zaman CHP’liyim. Ben bile bilmiyorum bu sorunun cevabını ama şunu söyleyebilirim: son 3-4 yılda CHP’nin başarılı olmasını istedim. Araştırmalarımda gördüğümden farklı bir şey söylemedim ama yaptığım uyarılarla veya dikkate alırlarsa araştırma sonuçları ile başarılı olmasını istedim. İstememdeki neden, CHP’ye duyduğum bir sempati değil, bu ülkede güçlü bir ana muhalefet partisi ihtiyacına olan inancımdan dolayı idi. Bir ülkede güçlü bir muhalefet olduğu zaman bundan sadece ana muhalefet partisi değil, iktidar partisi, bu ülke…dolayısıyla hepimiz faydalanırız. Çok net, ben CHP’ye ne kadar yakınsam AK Partiye o kadar yakınım. MHP’ye ne kadar yakınsam, BDP’ye o kadar yakınım. 

“BİZ FOTOĞRAF ÇEKİYORUZ”

Kimseye yakın değilsiniz ama size yakın hissedenler var…Ahmet Hakan, “Ben artık Adilciyim” başlıklı yazısında, "Sebep / sonuç" analizlerinizin mükemmel olduğuna, kuru sıkı atmadığınıza, sahaya hakim olduğunuza, imam hatipli olmanıza ve üstelik de kafa dengi bir imam hatipli olduğunuza değinmişti. Birilerinin sizi kendi yanlarına montelemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsan olarak birilerine yakınlık duymak, birilerini sevmek elimizde de, birilerinin sizi sevmesine veya nefret etmesine müdahil olmamız mümkün değil. O yazı 2009’da yazılmış bir yazıydı. Belli bir dönem araştırmalarınızda bulduğunuz sonuçlar birilerinin hoşuna gidiyorsa, o çevreler sizi göklere çıkartıyor ama bir müddet sonra bulgular değiştiğinde görüşler de değişebiliyor. Biz bir fotoğrafçıyız, zaman zaman fotoğraf çekiyoruz. Zaman zaman fotoğraf kareleri arasında bir fark var mı, bunu gözlemlemeye çalışıyoruz ama fotoğraf çektikten sonra, “Saçların dökülmüş, sen kelmişsin” dediğimiz zaman, bize kızıyorlar. 

“YAPTIĞIM İŞİ SORGULUYORUM”

“ARAŞTIRMA SEKTÖRÜNE OLAN GÜVENSİZLİK ARTTI”

“MUHAFET PARTİSİNDEN SİLİNEN BİR KAÇ PUANIN MANTIKLI AÇIKLAMASI YOK”

Çektiğiniz fotoğraflarda manzarayı siz mi belirliyorsunuz, manzara sizin karşınıza mı çıkıyor? Fatih Altaylı ve Fatih Saraç’ın tapeleri yayınlanınca, Konsensus araştırma şirketi açıklamada bulundu. Konuşmalar bizim dışımızda gelişmiştir, dedi. Bu olay sizi meslek etiği sorgulamaya itti mi?

Bu olay ne kadar doğru onunla ilgili bir bilgimiz yok, yargıya taşındı mı onu da bilmiyoruz. Bu olaya değil de Türkiye’de son yıllarda araştırma sektöründe yaşanan olaylara baktığımda, yaptığım işi sorguladığım elbette ki oluyor. Araştırma sonuçlarından çıkan, partilerinin oy oranından yani sonuçlardan ziyade nedenleri üzerinde konuşmayı tercih ediyorum. Çünkü Türkiye’de son yıllarda özellikle seçim dönemlerinde sahibi belirsiz onlarca araştırma yayınlanıyor, sektöre olan güvensizlik daha da arttı. Fatih Altaylı veya bir meslektaşımın telefon kaydından yola çıkarak söylemiyorum. Zaten sektöre olan bir güvensizlik vardı. Bu tartışmaya baktığımda, “muhalefet partisinden birkaç puanı sil, başka bir muhalefet partisine yazın” ifadesinin mantıklı bir açıklamasını bir araştırma olarak bulamadım. MHP 13 olsa ne olur, BDP 8 olsa ne olur? 10 yıl önceki gibi olsaydı, partilerden biri 19, diğeri 22 olsaydı, bu 2-3 puanlar Türkiye’de algıların değişmesine yol açabilirdi. Türkiye’de her x sektöre ne kadar güvenilirse, bizim sektöre de o kadar güvenilir, y sektörü ne kadar yozlaşmışsa bizim sektörümüz de o kadar yozlaşmıştır. Kötüler olmazsa iyilerin kimse farkına varmaz zaten. Onun için de bunu zenginlik olarak görüyorum. 

“BAZEN RADİKAL ÇIKIŞLARIM OLUYOR”

Hani bir söz var ya “Bazen doğru bildiğin şeyi yapmalısın. Sonuçların canı cehenneme.” Kendi anket sonuçlarınıza bile itibar etmediğiniz, itiraz ettiğiniz oldu mu?

Olmadı çünkü hayatım boyunca para kazanma hedefim olmadı, hep başarıya odaklandım. Çünkü biliyordum ki, başarı beraberinde parayı da getirir. Ama amaç ilk etapta para olur ise, o işi sürekli hale getirmek mümkün değil. Amaç başarı olduğu takdirde o işi sürekli yapmanız mümkün. Yaptığım işi; severek, isteyerek, inanarak ve hepsinden daha önemlisi kontrol eden birisi olduğum için, yaptığım işlere güvenirim ve arkasında dururum. Onun içindir ki 2009 seçimlerinde herkes AK Parti için %50 derken, ben 40’ın altına düşecek diyecek kadar deli değilim. Yaptığım işe güvenmesem bunu söylemezdim. Bazen radikal çıkışlarım oluyor, bunlar kişisel çıkışlarım değil, araştırmalarımda gördüğüm şeylerdir. Araştırmalarıma güvenirim çünkü ne istediğini bilen biriyim. Ne istediğini bilen, bulduğunu anlar ama ne istediğini bilmeyen bulduğunu anlamaz. 

“HİÇ KİMSE İLE İDDİALAŞMASAM KENDİM İLE İDDİALAŞIRIM”

Ama bazen kendi iddianızı şöyle ortaya koyuyorsunuz, “Bu tahminim tutmazsa, dükkanı kapatır bakkal dükkanı açarım” kendi tahminleriniz, diğer araştırma şirketlerinden daha mı çok rakibiniz aslında?

Türkiye’de medya bu tip şeyleri seviyor, siz ne kadar iddialı söz söylerseniz söyleyin, o küçük şey ilgi görüyor…doğru, iddialıyım. Hiç kimse ile iddialaşmasam kendim ile iddialaşırım. Bu işi iyi yaptığımı zannediyorum. Bu iyi’nin altındaki motivasyonlardan birisi de, iddialı olmak. Ama nihayetinde yaptığımız iş, bilimsel bir çalışma. Bu işin içinde pek çok etken var; anket formu var, anketör var, örneklem var, bir de size cevap veren insanlar var, bunlardan bir tanesi sizi yanıltmaya kalktığı taktirde elbette yanılabilirsiniz. Yanılmayan bir tek Allah. Önemli olan ben hiç yanılmayacağım demek değil, varsa bir yanılgı ondan ders çıkartıp aynı hataya düşmemenin yollarını aramak diye düşünüyorum.

“BUGÜNE KADAR YANILMADIK AMA YANILABİLİRİZ”

“YAPTIĞIMIZ İŞ, NAMUSUMUZ”

Melih Gökçek, “Benim tahminlerim genelde çok isabetlidir. Son referandumda hatırlarsanız Adil Gür’den ‘Etro gömlek’ kazandım” demişti. Tahminleriniz sizin namusunuz mu, onların motivasyonunuzu veya şevkinizi olumsuz etkilemesine izin veriyor musunuz?

Elbette ki insanların yaptığı iş, namusu olmalı. Hele ki hassas bir iş yapıyorsanız, çünkü yaptığınız iş, Türkiye’de algıların değişmesine, algılarla oynamaya neden olabiliyor. O manada yaptığımız iş namusumuz. Ama yanılabiliriz. Bugüne kadar hata yapmadım. Belki 12 Eylül referandumundaki o iddianın hala arkasındayım, AK Parti Evet’i, muhalefet partileri ise Hayır’ı destekliyor idi. Gerçi Başbakan, referandumda Hayır çıksaymış daha mutlu olurmuş herhalde. Ama ben o tarihlerde yaptığım araştırmalarda ne Hayıra destek verdiğim için başa baş değildi, son bir haftaya kadar gerçekten başa baştı, ben hiçbir zaman “Hayır” çıkacak demedim, son bir hafta kala 51’e 49 demiştim. Başbakanın yaptırdığı araştırmalarda da durum böyleydi, böyle olduğu için Başbakan 15-20 ilçede miting yaptı. Ana muhalefet lideri gitti Tunceli’de, “Genel af” dedi, pek çok değişken vardı, son bir hafta içerisinde evetlerle hayırlar yer değiştirdi. 95, 99’de, 2002’de, 2004, 2007, 2009, 2011 ne demişim ne olmuş?  Bugüne kadar çok şükür yanılmadık ama yanılabiliriz. Arada bir de ders almak lazım. Yaptığınız işi küçümserseniz veya tepeden bakmaya başlarsanız her an hataya müsait hale gelirsiniz. Yaptığım işi o kadar seviyorum ki, son 1 yılda 93 bin kilometre yol yapmışım, uçak seyahatleri hariç. Ben bilmiyor muyum, kendi yerime başkasını göndermeyi? Ben yaptığım işte sanayi, endüstri zihniyeti taşımamayı, amatör ruhu kaybetmemeyi seçtim. 

“BİZ GERİLİMLERLE AKLA GELİYORUZ”

Bir dönem, ‘‘Kuru kuru bir sektör yayını olmasın, herkes keyifle okusun, mesleki konuların ve istatistiklerin yanısıra, sohbetlere, sanat, turizm, sağlık haberlerine, hatta fallara ulaşsın diye araştırmacı dergisi çıkarttınız. Araştırmacılığı sizden öğrenmesi gereken meslek gurupları var mı, gazetecilik gibi?

Bu keyifli bir meslek. İnsanların çeşitli merakları var. Ben Milliyet Gazetesi ile beraber, aşk araştırması yaptık. Çok keyifliydi. Biz nedense gerilimlerle akla geliyoruz. Toplumda aslında sertleşmeyi, kutuplaşmayı arttıracak araştırma sonuçları ile ilgileniyoruz.

Türkiye’nin bedenini, medeni durum ve eğitimine göre kilo durumunu da araştırmıştınız.   

Bunu merak ettiğimiz için, bir Tıp derneği ile beraber yapılmış bir çalışmaydı.

“PARTİLER BEN KAÇIM’I DEĞİL, BEN NEDEN BÖYLEYİM’İ ARAŞTIRMALI”

Ama yine de sizi siyasi konular mı heyecanlandırıyor?

Bu iş onun daha çok reklam kısmı. Bizi daha çok ilgilendiriyor, değil. Belki halk, medya işin o kısmı ile ilgileniyor. Ne kadar AK Parti’li, ne kadar CHP’li ile ilgileniyor. Halbuki ben orada değilim, bu adamlar neden AK Partili? Neden CHP’liyi anlamaya çalışsak, aslında siyaset Türkiye’de daha düzgün bir hale gelir. Hem de son yıllardaki tartışmaların, sert kutuplaşmaların bu noktaya gelmesine neden olmazdı. Siyasi partiler de, ben kaçımı merak ediyor ama ben neden böyleyim, ben neden iktidar olamıyoruma kafa yorup araştırmıyorlar, araştırsalar hem kendileri, hem Türkiye kazanacak.

“SEÇMEN İDEOLOJİYE DEĞİL SOSYOLOJİYE VE EKONOMİYE GÖRE OY KULLANIYOR”

“AK PARTİ DAR GELİRLİLERDEN OY ALIYOR”

Benim tespitim de bu yöndeydi, siz seçim sonuçlarıyla değil, sonuçların sonuçlarıyla ilgilisiniz, zira referandumda, ‘Evet’ diyenlerin oranının eğitim seviyesi arttıkça düştüğünü belirttiniz. Ak Parti tabanında veya seçmeninde, geri çekilme olursa bu yine eğitimli kesimde mi yaşanır?

Eğitimliler CHP’li, tüm eğitimsizler AK Partili demek, haksızlık olur. Seçmen davranışının ideolojik olduğu söylenir. 30 yıla yakın süredir bu sektördeyim, benim gördüğüm şey  şu, Türkiye’de elbette ki, ideolojik nedenlerle oy veren bir seçmen var, bunu yadsımak mümkün değil ama bunun yanında seçmenin oy verme davranışının altında yatan nedenler, ideolojikten daha çok sosyolojik ve ekonomik.  O nedenle AK Partinin alt eğitim guruplarında, CHP’nin üst eğitim gruplarında oy almasının nedeni ideolojik değil, sosyolojik. Parti politikaları ile  ilgili bir şey. Ak Parti dar gelirlilerden oy alıyor çünkü AK Parti 1994 yılında başlayan yerel yönetimlerle birlikte sosyal politikalara önem veren bir parti. Bu nedenle o insanlar, oraya ait hissediyorlar. 

“SOLUN KALELERİNDE AK PARTİ, SAĞIN KALELERİNDE CHP İKTİDAR”

Seçim günü yaptığınız bir ankette, AK Parti seçmeninin yüzde 72.8’i hizmetlerden dolayı, yüzde 34.2’si Erdoğan için, yüzde 32.1’i görüşüne uygun olduğu için oy verdiğini belirtmiş, 

Orada görüyorsunuz, her oy veren 3 seçmenden biri ideolojik. Türkiye’de AK Parti; dindar ve muhafazakar olduğu için iktidar değil veya CHP, Atatürkçü, Laik olduğu, din ile arasında mesafe olduğu algısı olduğu için iktidar olamıyor değil. Neden başka, neden: sosyolojik ve ekonomik. Elbette ki AK Partiye oy verenler içinde dinar olduğu için oy verenler var ama sadece 3 seçmenden biri. Diğeri başka gerekçelerle bu partiye oy veriyor. Sağır sultan duydu ama bu adamlar duymak istemiyorlar, Muhalefet partileri ne zaman bunun farkına varır ise her şey değişir. CHP’ye oy verenlerin hepsi sol diye düşünürüz ama CHP’nin iktidar olduğu yerlere baktığınızda merkez sağın kaleleri olduğunu görürsünüz. AK Parti bugün Ümraniye’de, Zeytinburnu’nda, Gaziosmanpaşa’da, Ankara’da Altındağ’da…1980’den önce sağın s’sinin giremediği, kurtarılmış sol kalelerde AK Parti iktidar, sağın kalelerinde de CHP iktidar; Kadıköy, Beşiktaş, Çankaya, İzmir gibi…Siyasi partiler Türkiye’de sağ-sol ayrımının bir şey ifade etmediğinin farkına varmalı, seçmen davranışının sosyolojik ve ekonomik temellere dayandığını görmeli. 

“GEZİ VE 17 ARALIK HADİSELERİ OYLARDA CİDDİ KIRILMALARA YOL AÇMADI”

“AYAKKABI KUTUSU, SEÇMEN DAVRANIŞINI DEĞİŞTİRMEDİ”

“SEÇMEN DAVRANIŞINI, ALTERNATİFSİZLİK VE İSTİKRAR ALGISI DEĞİŞTİRİYOR”

“AKP’LİLERİN VE CHP’LİLERİN KIZDIĞINDA GİDEBİLECEĞİ BİR PARTİ YOK”

AK Partiye değil de öteki partilere oy verdiğini söyleyen seçmenlerin yüzde 54.5’i ideolojisine uygun olduğu için, yüzde 31’i proje vaatleri için, yüzde 24.7’si ise AK Parti’ye karşı olduğu için oy verdiğini tespit ettiniz. Ak Parti’nin alternatifsizliğini Ak Parti kadar muhalefette kabul ediyor mu dersiniz?

Sandıkta oyunu kullanan vatandaşa, “Hangi partiye verdiniz, niye verdiniz?” diye soruyoruz. Çünkü sandık başındaki duygularını öğrenmeye çalışıyoruz. Türkiye’de Gezi süreci yaşandı, 17 Aralık operasyonu süreci yaşandı. Bu iki olay da Türkiye’nin hafızasında derin izler bırakan olaylar. Bu hadiselere rağmen siyasi tercihlerde bir takım değişiklikler oldu ama çok ciddi kırılmalar olmadığını gördük. Halbuki dünyanın başka bir medeni ülkesinde bu hadiselerin yarısı olsaydı seçmen davranışında çok ciddi değişiklikler olabilirdi. Bunun temel nedeni, alternatifsizlik algısı. Bugün insanların bir bölümü belki Gezi’den dolayı Ak Partiye kızıyor veya 17 Aralık’taki ayakkabı kutularındaki paralar hafızalarında yer etti ama seçmen davranışının değişmesine neden olmuyor. Bunun nedeni, yerine bir şey koyamıyor, aynı kulvarda alternatif bir parti yok, hepsinden önemlisi istikrar algısı. Yapılan tüm araştırmalar gösteriyor ki, Türkiye’de insanların %80’i borçlu. Ev, araba, döviz, altın borcu…Türkiye’de bundan 10 yıl önce ANAP’ın DYP gibi bir alternatifi vardı, CHP’nin DSP gibi bir alternatifi vardı. Bugün de benzer partiler var ama %10 gibi acımasız bir barajın olduğu ortamda alternatif de olamıyorlar. Sadece AK Partilerin değil, CHP’lilerin de kızdığında gidebileceği bir parti yok. Şayet bu böyle devam ederse, Türkiye’de bu sert kutuplaşma, tahammülsüzlük devam ettiği müddetçe yeni arayışlar başlayacaktır, yeni siyasi parti alternatifleri ortaya çıkacaktır, bundan sadece AK Parti değil tüm siyasi partiler zarar görecektir. 

“CHP'LİLERİN %79’U AĞZIYLA KUŞ TUTSA AK PARTİ’YE OY VERMEM” DİYOR. 

Taha Akyol’un, AK Parti’ye oy verenlerin ne kadarının başka bir partiye de oy verebilme potansiyeli taşıdığı sorusunu “% 21” olarak yanıtlamışsınız. Oy verebileceği “başka parti” bulamama psikolojisi, topluma ne kadar doğru kararlar aldırır? 

Doğru kararlar aldırmaz aslında. Orada; “Ağzıyla kuş tutsa oy vermem dediğiniz parti var mı?” sorusundan yola çıkmıştık.  %79 diyor ki: “Ağzıyla kuş tutsa AK Partiye oy vermem.” Ama aynı şey öteki seçmende de var, “Ağzıyla kuş tutsa CHP’ye oy vermem” diyor. Türkiye’deki sert, siyasi kutuplaşmanın ürünü. Tabi buna halkın değil siyasetçilerin dili neden oluyor. Ama bu orta ve uzun vadede değişebilir. Liderlerin dili değiştiğinde bu da değişebilir. 

“İNSANLARIN ÖNÜNE GÖNÜLDEN SEVEBİLECEKLERİ BİR ALTERNATİF GELMİYOR.”

Türk halkının yaşam tarzları, siyasi, iktisadi konularında siyahla beyaz arasında kalan gri tonuna sahip olduğunu söylüyorsunuz. (faiz, namaz, kürtaj, içki) Hiç oy kullanmama seçeneği dururken, inanmadığı partiye oy vermek, Türkiye’nin ahlak mı, çaresizlik sorununa mı işaret ediyor? 

Çaresizlik desek de haksızlık olur, ahlaki desek de haksızlık olur. İnsanlar belki gönlündekini değil, ehvenişeri yani kötünün iyisini seçmeye zorlanıyorlar. “Hiç inanmadığı partiye oy veriyor” dersek, siyasi partilere haksızlık etmiş oluruz. Bu partilere sempati duyuyorlar ama gönülden sevmiyorlar belki. Gönülden sevebilecekleri alternatif insanların önüne gelmiyor. Gelemiyor. Biz seçimlerde gönlümüzdekine mi, en az nefret ettiğimize mi, birazcık sempati duyduğumuza mı oy veriyoruz? Bu bizim tercihimiz mi, yoksa önümüze konulan seçeneklerle buna mı zorlanıyoruz, bu başlı başına bir tartışma konusu. 

“SARIGÜL VE TOPBAŞ KUTUPLAŞMANIN DIŞINDALAR”

İstanbul yarışı sizin için çok önemli.  Anadolu’dan aldığı yoğun göçle, muhafazakârlaştığını düşündüğünüz İstanbul halkının, partilerle değil isimlerle kutuplaşmayı bozduğunu söylüyorsunuz. Peki Kadir Topbaş ve Sarıgül çekişmesi tamamen kişisel mi yürür? Sarıgül yeni arayışın ipucu mu?

Bunu 30 Mart akşamı çıkacak sonuçta göreceğiz. Sarıgül, partisinin aldığı oydan fazla oy almayı başarabilirse, o yargıya varabiliriz. Başbakan ile Kılıçdaroğlu arasında tahammülsüz, sert üslup var, kutuplaşmanın nedeni bu. Sarıgül ve Topbaş bu kutuplaşmanın dışında kalmayı becerebilmiş daha ılımlı isimler anlamında söyledim. Ama bu söylemin 30 Mart akşamı onaylanması lazım. İstanbul’da Sarıgül, CHP’nin 2009’da Kılıçdaroğlu’nun aldığı oydan daha fazla oy alabilir ise, “Bu kutuplaşmayı kırabilmiş, daha fazla oy almıştır” diyebileceğiz. Ben öyle olacağını zannediyorum. Her ikisinin de bu kutuplaşmanın dışında kalabilmiş, farklı görüşten insanların da sempati ile baktığı insanlar olduğunu düşünüyorum. 

“KAZANAN DA KAYBEDEN KILIÇDAROĞLU OLACAK”

“KILIÇDAROĞLU, SARIGÜL’Ü ADAY YAPMAKLA ÇOK DOĞRU BİR KARAR VERDİ”

“SARIGÜL VE KILIÇDAROĞLU BİRBİRİNE GÖBEKTEN BAĞLILAR”

Milletvekili olmak isteyenleri iki ayrı gurup üzerinde ele almıştınız. Birisi idealistler, diğeri “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” deme arzusu  duyanlar….Sarıgül’deki hırsın Genel Genel Başkanlığa uzandığı görülebiliyor. Sizce Sarıgül’ü halka sorsanız, sordum sarı çiçeğe ilahisinde olduğu gibi masum yanıtlar alır mısınız?

30 Mart akşamına bağlı. Şayet Sarıgül 2009’da Kılıçdaroğlu’ndan daha az bir oy alır ise siyasi geleceği ciddi bir yara alacaktır. Ben her halükarda kazananın veya kaybedenin Sarıgül değil, Kılıçdaroğlu olacağını düşünüyorum. Varsayalım ki, Sarıgül CHP’nin İstanbul’da oylarını arttırdı. İstanbul’da Türkiye seçmeninin %20’si yaşıyor. İstanbul’da artırılan her oy, Türkiye genelindeki oylara yansıyacaktır. Dolayısıyla CHP’nin oylarının arttırmasıyla, oylarını arttırmış bir genel başkandan bahsetmiş olacağız. O zaman onun genel başkanlığı sorgulanmayacaktır. Varsayalım ki başarısız oldu, zaten CHP, İstanbul’da başarısız oluyorsa Türkiye’de kesin başarısız olacaktır demektir bu. Her ikisinin de liderliği tartışmalı hale gelecektir. Kılıçdaroğlu, kendi siyasi geleceği açısından Sarıgül’ü aday yapmakla çok doğru bir karar verdi. Her ikisi de bu seçimde birbirlerine göbekten bağlılar. Kazanırlarsa beraber kazanacaklar, kaybederlerse beraber kaybedecekler. Onun için CHP’nde Büyükşehir Başkanlığı yarışına girmemiş olsaydı, Sarıgül için bir genel başkanlık tartışmaları olabilirdi. Ama Sarıgül başarırsa (kazanmaktan bahsetmiyorum, oylarını arttırırsa) CHP’nin oylarını arttıracaktır, başarı Kılıçdaroğlu’nun olacaktır. 

Kılıçdaroğlu’nun pozisyonuna baktığınızda, onun İstanbul adaylığında oyları arttırmasından sonra genel başkanlığı söz konusu oldu ama Sarıgül kazanamasa da oyları arttırdığı için genel başkanlık yolu açılır görüşü yaygın gibi duruyor.

Ben öyle sanmıyorum. Kılıçdaroğlu, İstanbul’da %37 oy aldığı için Genel Başkan olmadı. Kılıçdaroğlu, eski genel başkanın çok ahlaksız yöntemlerle başvurulan nedenle geldi. Kaset olmasaydı, Baykal gitsin, Kılıçdaroğlu başarılı olsun algısı yoktu.

“KILIÇDAROĞLU’NDA KÖTÜ DEĞİŞİMLER OLDU”

“MUHALEFET, 2011’DEN SONRAKİ SÜRECİ İYİ YÖNETEMEDİ”

Kılıçdaroğlu’nun ilk girdiği seçimde kendisi için “Sayın Kılıçdaroğlu’nun, seçmenin bir bölümünde; dürüst, halka yakın, yenilikçi gibi olumlu imaj algılamaları var. Bu algılar iyi yönetildiği taktirde oya tahvil olacaktır.”şeklinde yorumunuz olmuştu. Bugüne kadar ki süreçte Kılıçdaroğlu’nun karakter algısında değişimler oldu mu?

Çok kötü değişimler oldu. Birincisi Kılıçdaroğlu’nu, Kılıçdaroğlu yapan aklı selimliği ve sakinliydi. “Sakin Güç” diye bir kampanya yürütmüştü. Kamuoyunda ‘Beyefendi’ algısı vardı. Siyasetçilerin etrafındaki danışmanlar, gerçekten danışman mı, yoksa danışmayın anlamında mı danışman karizmanın masaya yumruk vurmaktan, bağırıp çağırmaktan geçtiğini söylediler herhalde. Onun içindir ki: “Ey Recep Tayyip Erdoğan senin dişlerini sökeceğim” diyor. Ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu algısının çok zarar gördüğünü, yara aldığını düşünüyorum.  Halbuki koltuğunun altında dosyaları olan, bilgiye, belgeye dayalı olarak konuşan, o sakin, beyefendi, üslubunu bozmayan algısı devam etseydi CHP’nin daha farklı olacağını düşünürdüm. Karizma dediğimiz şey; Kasımpaşalılıktan, masaya yumruğunu vurmaktan geçmiyor. Herkesin farklı bir karizması var, bu Sayın Başbakana yakışabilir, karizma dediğimiz şey, özenerek olan bir şey değil, doğuştan gelen bir şey. Yoksa ben karizmatik olayım deyince karizmatik olunmuyor. Onun için, 2011’de söylediğim sözlerin ne kadarı gerçekleşti, CHP için geçerli…onda şüphelerim var. Ben 2011’den geçen sürecin, muhalefet partileri tarafından iyi yönetilmediğini düşünüyorum. Bu ülkede Gezi yaşanmış, 17 Aralık yaşanmış, Dolar 2,200’ü görmüş, Euro 3000 lirayı geçmiş, buna rağmen muhalefet alternatif olamıyor, ciddi şekilde oyunu arttıramıyor. Bunun sebebini şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri ve sormaları lazım. Ortada bir yanlış var demektir. Çözüm bulmazlar ise yeni partiler çıkacak ve bundan muhalefet partileri de zarar görecektir. 

“ERDOĞAN, SADECE İSTANBUL’UN DEĞİL, AK PARTİ’NİN DE FATİHİ”

İstanbul’da rekoru Başbakan Erdoğan’ın elinde bulundurduğunu söylersek, abartı olmaz herhalde…94’te kendisinin, 99’da sayesinde Gürtuna’nın… 2004’te sayesinde Topbaş’ın 2009’da yine sayesinde Topbaş’ın kazandığı bilinir.. Erdoğan için İstanbul’un Fatih’i diyebilir miyiz?

Erdoğan, sadece İstanbul’un değil, Ak Parti’nin Fatihi. Eğri oturalım, doğru konuşalım. AK Parti diye bir parti yok, Tayyip Erdoğan var. Tayyip Erdoğan varsa bu parti var, Tayyip Erdoğan yoksa bu parti yok. Yok derken sıfır olmuştur, hiç olmamıştır değil ama bu partiye verilen oyların önemli bir bölümü, AK Partiye değil Tayyip Erdoğan’a veriliyor. Son dönemde: “İlimizde kötü bir aday gösterdiler, tanınmıyor, AK Parti seçimi kaybeder mi? “ deniyor. 93 bin kilometre yol yaptığımı söylüyorum. Anadolu’da soruyoruz, 17 Aralık tartışmalarını söylüyoruz,  “Oyunuzu kime vereceksiniz?” diyoruz, AK Parti seçmeninin bir bölümü diyor ki: “Kardeşim çakmağa koysa, çakmağa oy veririm” diyor. Böyle bir liderden bahsediyoruz. Tayyip Erdoğan sadece İstanbul’un değil, AK Partinin Fatih’i demek daha doğru bir yaklaşım olabilir.

“ERDOĞAN’IN ERKEKSİ İKTİDARI DEVAM EDİYOR”

Bir diğer ulaştığınız veri de, Ak Parti’ye oy verenler arasında kadın oranının erkeklerden daha yüksek olması. Kadınların özüyle sözünü bir gördükleri . “Bu söylüyorsa doğrudur” dedikleri Erdoğan’a olan teslimiyetlerinde bir değişiklik oldu mu, siyasi iktidar tamam ama Erdoğan’ın erkeksi iktidarı devam ediyor mu?

Kadınsı iktidarı....Erdoğan’ın erkeksi ama tabanda kadınlar üzerindeki iktidarı devam ediyor. Hala bugün kadınlar, erkeklerden daha fazla destek veriyor. Bunun bir çok nedeni var; Diğer liderlerle karşılaştırdığınızda Tayyip Erdoğan; erkeksi, yakışıklı, seksi…hiç tereddüt yok bunda…İkinci neden, AK Parti uyguladığı sosyal politikaları kadınlar eliyle yürütüyor. Süt parasını veriyor, eşinden ayrılmış kadına sosyal yardımlarda bulunuyor, AK Parti iktidarında kadın emeği çok çok fazla ve kadınlar desteğini erkeklerden daha fazla oranda sürdürüyorlar. 

CHP ile MHP’nin aslında aynı kaynaktan beslendiğini, CHP’nin oyları yükseldiğinde MHP’ninkilerin indiğini ve bu iki parti arasında bir oy alış verişi olduğunu ifade etmiştiniz. 

“MHP, TARİHİ BİR FIRSATI KAÇIRDI. “

“MHP’NİN BİR YARISI CHP’YE, DİĞER YARISI AK PARTİ’YE YAKIN”

Birand bu tespitinizi: “Her şey aklıma gelirdi de, MHP ile CHP’nin aynı kaynaktan su içtikleri aklıma gelmezdi.” şeklinde yorumlamıştı. MHP’den CHP’ye kayan isimler olduğuna göre (Mansur Yavaş) kazanan veya büyüyen taraf hep CHP mi olur?

Birand’ı rahmetle anıyoruz. Medyanın kutuplaşan dili içinde gülen bir insandı, büyük bir kayıp. CHP ile MHP arasında polarizasyon daha fazla. MHP’yi tek başına bir yere koymak doğru değil. CHP tabanı=MHP tabanı değil. MHP’nin iki farklı tabanı var. MHP’nin bir yarı tabanı var ki CHP’ye yakın, ama MHP’nin orta Anadolu’da, Karadeniz’de, Doğu’da Milliyetçi, daha muhafazakar bir tabanı var.  O nedenle bu iki parti arasında oy geçişliliği daha kolay. Ama bunun yanında MHP’nin o diğer yarısının da AK Parti ile bağı var. Hatta son zamanlarda MHP oylarında kısmi yükselişler görüyoruz. AK Partiye giden seçmenler içerisinde CHP’ye gitmek çok zor ama MHP’ye gitmek daha kolay. MHP, tarihi bir fırsatı kaçırdı. MHP, İstanbul, Ankara, İzmir gibi Türkiye’nin oy depoladığı yerlerde, kazanma ihtimali olan adaylarla yola çıkmış olsaydı, MHP bu seçimde kendi adından çok söz ettirecekti. Anadolu’da MHP’ye bir teveccüh olduğunu görüyoruz, bazı illerde yarışacak, bazı illerde kazanacak….İstanbul, Ankara, İzmir gibi seçmenlerin daha fazlasının yaşadığı bir yerde oy desteğiniz olmadığı taktirde, Türkiye genelinde oylarınızı arttırmanız mümkün değil. MHP’nin İstanbul’da %5 oy alarak, Türkiye genelinde %20 oy alması mümkün değil. Halbuki MHP, İstanbul’da %15 Türkiye ortalamasına yakın oy alacak, İzmir’de Türkiye ortalamasına yakın oy alabilecek adaylar koyabilseydi, MHP bu seçimde kendinden çok söz ettirecekti.

 

“TÜRKİYE’DE HER İKİ KİŞİDEN BİRİ MHP’YE OY VERİYOR”

Barış süreci için yaptığınız araştırma, Kürtlerin %72’sinin demokrasiye ve sorunun çözüleceğine olan inancını, Türklerin %79’unun da bölünme kaygısını ortaya çıkartmıştı. Bu kitle de MHP için bir fırsattı belki de?

Türkiye’de her iki kişiden biri MHP’ye oy veriyor, ülkücü oluyor. Ama 30 yaşından sonra, anne baba olduğunda, ev sorumluluğu aldığında partisini terk ediyor.  Aslında MHP, çok hızlı bir şekilde büyümeye müsait bir parti. Çünkü her iki seçmenden birisinin MHP ile tanışıklığı var. MHP bunu oya dönüştüremiyor. Biraz önce sözünü ettiğim insanların sorunlarına çare olacak politikalar üretemiyor, güven vermiyor. Ondan dolayı yeni seçmenler geliyor, bir müddet sonra gemiyi terk ediyor gidiyor. 

“SEÇMENLERİN SİYASİ PARTİLERLE İLİŞKİSİ TAMAMEN DUYGUSAL”

“YOLSUZLUK ELBETTE Kİ KRİTER”

Seçmenin güven aradığından emin miyiz? 2008’de Deniz Feneri olayı vuku bulduğunda, Taraf’a bir röportaj vermiş, ekonomik kriz yaşanmazsa Ak Partinin oylarının bu olaydan etkilenmeden artacağını söylemiştiniz. Sözleriniz bazı köşe yazarlarınca “Milletimizin büyük çoğunluğu için dürüstlüğün çok önemli olmadığı, yolsuzluklardan da pek de etkilenmediği ortaya çıkıyor” şeklinde yorumlandı. Millet, yolsuzluğu içselleştirdi mi, kanıksadı mı, sıradanlaştırdı mı dersiniz? Yolsuzluk seçmen için kriter değil mi?

Benim güvenden kastım, dürüst olmak değil ki. Benim bahsettiğim güven, “Bu adamlar bu işi kotarır” güveni. Yolsuzluk elbette ki kriter. Ama “Devlet malı yeriz, yemeyen keriz” , “Bal tutan parmağını yalar”, “Benim memurum işini bilir” zihniyetinin atasözleri gibi dolaştığı bir ülkede değer yargılarının ne kadar değiştiğini siz düşünün. İnsanlar: “Hastaneye gidiyorum adam gibi muamele görüyorum, anama bakıyorum diye cebime para koyuyorlar” diyor. İnsanlar reel düşünüyor. Seçmenlerin hükümetle ilişkisi tamamen duygusal. İnsanlar ellerindeki imkanları kaybetmek istemiyorlar. Buradaki güven, bu adamlar bu işi yapabilir, bu adamlar gelirse benim menfaatim zarar görmeze olan güven.

“İKTİDARIN OY ORANINI BİLMEK İÇİN ARAŞTIRMAYA GEREK YOK”

Duygusal dedik de…Duygusallığı es geçtiği durumlar oluyor halkın. Başbakan Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanına ‘one minute’ diyerek çıkıştığında, AKP oyları yüzde 52’ye kadar yükselmiş, bu olaydan iki ay sonraki yerel seçimlerde yüzde 38 oy almıştı. O etkinin kısa sürede kaybolması, halkın dış olaylara tepkisinin daha duygusal ve uzun süreli olmadığını göstermedi mi?

2009’da da aynı şeyi söylemiştim. Sayın Başbakan Davos’ta, one minute dediğinde AK Partinin oyları %55’lere çıktı. Çünkü o söz sadece Türkiye’yi değil, tüm İslam alemini heyecanlandırmıştı. Ama o zaman dedim ki: “Bu halkın siyasi partilerle ilişkisi tamamen duygusal(ekonomik)” Ve 2009 sonucu da beni teyit etti. 2010’da büyüme vardı, sonuçlar ortada. Yani aslında Türkiye’de iktidar partilerin oy oranlarını tahmin edebilmek için çok araştırmaya gerek yok. Döviz rakamları ile büyüme rakamlarını yan yana koyun, 2002’den beri AK Partinin aldığı oy oranlarını yan yana koyun, sonucu çok açık ve net görürsünüz zaten. 

“AK PARTİ OYLARINDA BİR GERİ ÇEKİLME VAR”

“AK PARTİDEKİ OY KAYBI, KOPAN FIRTINAYLA EŞ DEĞİL”

Operasyon ve sonrasındaki süreç, AK Parti'nin oylarını sınırlı oranda etkiledi. AK Parti'nin oyları yüzde 45-50 aralığında. CHP yüzde 24-27 bandında görünüyor. MHP'nin oyları yüzde 12-14 civarında. BDP için de yüzde 8-10 oranında olduğunu söylediniz. Yine mi termostat ayarında bir bozukluk yok değil mi, hala operasyonlar değil de ekonomiyi mi baz alıyoruz?

AK Parti oylarında bir geri çekilme var, doğru ama bu geri çekilme, kopan fırtınalarla eş düzeyde değil. Bunun iki nedeni var, ekonomi ve alternatifsizlik. Önümüzdeki 46 günde, ekonomide kötüleşme olur ise, işler daha da kötüye gider ise, AK Parti oylarında daha da geri çekilme olacaktır. Ekonomi toparlanır ise, döviz kurları daha aşağıya doğru gider ise, AK Parti oyları toparlanacaktır. 2009’da savunduğum tezi yine savunuyorum. Bu ülkede seçmen davranışı ideolojiktir, diyenleri hayretle karşılıyorum. İdeolojik oy veren seçmen var ama bu, her üç seçmenden biri, ikisi değil. Türkiye’de oy veren seçmen, ideolojik olarak oy veriyor olsaydı, “One Minute” dediğinde AK Parti oyları niye 50’nin üzerine çıkmadı? 2009’daki küresel krizin etkisiyle. 

“ERDOĞAN SEÇMENİNİ İKNA ETTİ”

“AK PARTİ ALGILARI İYİ YÖNETEN BİR PARTİ”

“AYAKKABI KUTULARINI HAFIZALARDAN SİLMEK, BÜYÜK BİR BAŞARIDIR”

Ak Partinin son yerel seçimlerde kazandığı belediyelerin kahir ekseriyetini koruyacağını ve muhalefete ait bazı belediyeleri de kazanabileceği söylediniz. Bu oran Erdoğan’ın halkı ikna ettiğini mi, yoksa hiçbir olayın hizmetin önüne geçemediğini mi gösteriyor?

Tek bir neden yok. Alternatifsizlik, ekonomi, muhalefete duyulan güvensizlik. Erdoğan seçmenini önemli oranda ikna etti. Gezi sürecinde de ikna etti. Çünkü AK Parti algıları iyi yöneten bir parti. Halkla ilişkileri çok iyi yöneten bir parti. Gezi’de de, 17 Aralık operasyonunda da aynı şeyleri gördük. Buna paralel yapının işi diyen AK Parti seçmeni büyük çoğunluğu. Böyle diyor ise, insanların hafızalarındaki para kasalarını, ayakkabı kutularındaki paralarının görüntülerini silebiliyorsanız burada büyük bir başarıdan söz etmek lazım.

“CEMAAT ALTERNATİF OLAMAZ”

O görüntüler siliniyor ama beyinlere başka görüntüler de yüklenmeye devam ediyor. Başbakan “30 Mart sonrasında taşlar yerinden oynayacak, bir parti ortaya çıkacak” öngörüsünü kamuoyuyla paylaşıyor. Bu öngörü camiayla irtibatlandırılsa yani cemaat bir parti ile Erdoğan’ın karşısına çıksa neler olur?

Olmaz. Türkiye’nin ihtiyacı olan bu sert, kavgacı, arenada kavga eden aktörlerden birisinin kuracağı bir parti, Türkiye’de elbette ki olur, 3 alır 5 alır ama alternatif olmaz. Bu gerilim ortamını yumuşatacak, kavgayı sonlandıracak, kucaklayacak bir partiye ihtiyaç var, onun için kavga edenlerden birisi olmaz bu. Daha merkezde bir yapıya ihtiyaç var. 

17 Aralık operasyonuyla beraber, cemaat ile hükümet arasında yaşanan kavganın Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkilemeye dönük olduğunu belirttiniz, “Tayyip Bey Çankaya'ya çıkacak mı, çıkarsa AK Parti kim tarafından yönetilecek, bunun kavgası var" dediniz. 

Aynen öyle, bunu Uludere’den beri hep söylüyorum. 

“CEMAATİN, PARTİLEŞECEĞİNİ SANMAM”

“CEMAAT PARTİ KURARSA BAŞARILI OLMAZ”

Erdoğan Çankaya’ya çıkmayacağını söylese bu kavga biter mi? İtidal için çok mu geç?

Bitmez çünkü Erdoğan Çankaya’ya çıkmayacak olsa bile Çankaya’ya kimin çıkacağı ile ilgili kavga devam edecektir. Sadece Erdoğan çıkacaksa Erdoğan’ın yerine kim gelecek, Erdoğan çıkmayacaksa Çankaya’ya kim çıkacak kavgası. Ben bu kavganın Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar zaman zaman dozunun artarak devam edeceğini düşünüyorum. Bu saatten sonra uzlaşmanın imkanı yok, köprüler atıldı, çok büyük yaralar verildi, bu yaraların iyileşmesi için uzunca bir zamana ihtiyaç var. Sihirli dokunuşla kısa sürede iyileşmez. Bir köşe yazarı böyle bir parti hazırlığının olduğunu söyledi. Cemaatin, partileşeceğini sanmam. Belki olsa olsa oluşacak merkez bir partiye destek verebilir. Ama parti kuracağını zannetmiyorum, kurarsa da başarılı olmaz zaten. 

“TÜRKİYE DİNDARLAŞMIYOR”

“TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKARLIK ARTMIYOR”

“TOPLUMUN DEĞER YARGILARI DEĞİŞİYOR”

Prof. Dr. Mazhar Bağlı, Gülen Örgütü'nün önce ülkeyi kaosa sürükleyip ardından liderlerini Türkiye'ye kurtarıcı halife-i rui zemin olarak ülkeye getirmeyi hedeflediğini belirtti. Türk halkı Gülen’in aktörlüğünü benimser mi?

Türk halkı halife aramıyor ki!...Türkiye’de muhafazakarlık artmıyor, Türkiye dindarlaşmıyor, dindarlaşan bir toplum değiliz. O nedenle Türkiye’de bir halife arayışı yok. Çünkü bu toplumun değer yargıları değişiyor. Seks kasetleri yayınlanıyor, etkisi olmuyor, olumlu etkisi oluyor, yolsuzluk iddiaları oluyor vs. Toplumun değer yargıları çok değişti, bunu el birliği ile değiştirdik. Onun için bu ülke şeriat devleti olsun, bu ülkeye bir halife lazım arayışında olan marjinal gurupların dışında bir gurup olduğunu zannetmiyorum ben. 

“İMAM HATİP, ROBERT KOLEJİ OLDU”

Türkiye dindarlaşmıyor dediniz ama 2009’da Vatan Gazetesine verdiğiniz röportajda: "İmam hatipli olmak yükselen değer. İktidardan yararlanmak isteseydim  ’Selamun aleyküm’ der kapılarını çalardım’ demiştiniz. İktidara yaranmanın şimdi de bu kadar kolay olduğunu düşünüyor musunuz? 

Dedim evet. Şimdi bakıyorsunuz dindarlar birbirleriyle kavga ediyorlar. O zaman şimdi dindarlık birinci kıstas değil. Ama hala imam hatiplik yükselen bir değer. İmam hatip, Robert Koleji oldu. Ben imam hatip lisesine gittiğim için çok mutluyum. Babam beni oraya gönderdiği için hala “Allah razı olsun” diyorum. Çünkü bizim zamanımızdaki arkadaşlarımız üniversitelerde çok iyi bölümlere girdiler. Hakikaten iyi bir eğitim kalitesi de vardı. Hepsinden de önemlisi dedemizin mezarına gittiğimizde bir Fatiha okuyabiliyoruz. 

“BAŞÖRTÜSÜ MESELE OLSA, AK PARTİ %60 OY ALIR”

 “Türban kimsenin umurunda değil, halkımız gerçek gündemle ilgili” dediğinizde oldukça tepki görmüştünüz. Başörtüsü meselesini AK Parti oya dönüştürmüyor. Dini argümanlar dışındaki destekleri neler? 

Türban, AK Partinin oylarının artmasında bir gerekçe ise, bugün kamuda bile başörtüsü serbest. O zaman bu seçimde %60 oy alması lazım. Seçim sonuçları benim söylediğimi destekliyor aslında. Türban elbette ki önemli. Bu ülkede sokağa çıkan her 100 kadından 60 tanesi başını kapatıyorsa, bunların sosyal iş hayatının içinde olması lazım. Ama bu ülkede anayasa ve özgürlükler tartışmaları toplumda gereken karşılığı bulmuyor. Halkın büyük bir kısmının ay sonunda ev kirasını, taksitini ödemekle ilgili kaygıları varsa, kaygılarının önüne başka şeylerin geçmesini beklemek fazla iyimserlik olur zaten. 

“AK PARTİ; GEZİ VE 17 ARALIK’TA ÖLÜMCÜL YARA ALMADI”

Gezi ile ilgili ilginç tespitiniz vardı, “Gezi Parkı olayları ne AK Parti’yi iktidardan düşürmeye, ne CHP’yi iktidar yapmaya yeter. Çünkü AK Parti’ye oy verenlerin büyük bölümü Başbakan ne diyorsa onu doğru kabul ediyor.” Gezi’de yaralanan Ak Parti, 17 Aralık ile ölür mü, dirilir mi?

Gezi’de de, 17 Aralık operasyonunda AK Parti yaralandı ama ölümcül yara almadı. Bu yaranın orta ve uzun vadede, mikrop kapıp ölümcül hale gelmesinde veya gerekli tedbirleri alarak tedavi olması da AK Partinin kendi elinde. 

“BAŞBAKAN 2011 SEÇİMLERİNDE MHP’DEN DAHA MİLLİYETÇİ OLDU”

“İNSANLAR BARIŞ SÜRECİNİN ÖCALAN İLE YÜRÜTÜLMESİNİ İSTEMİYOR”

Habur’dan sonra, AKP’nin eridiğini, yüzde 32’ye indiğini, CHP’nin 28’e, MHP 18’e fırladığını belirtmiştiniz. Başbakan’ın sözünü ettiği dış odaklar, bu konunun üzerine gitselerdi, hükümeti düşürme planlarında daha mı başarılı olurlardı?

O olay Habur’la birlikte son buldu. Bu iş bir algı yönetimiydi. Habur görüntüleri, insanların algılarında bir infial yarattı, AK Partinin oyları düştü ama ondan sonra Başbakan 2011 seçimlerinde MHP’den daha Milliyetçi oldu, daha sert oldu ve o kaybettiği oyları topladı. İnsanlar bu ülkede Kürt sorununun çözülmesini istiyor, barış sürecini destekliyor ama bunun Öcalan ile yürütülmesini istemiyor. Algılar değişiyor. Diyarbakır’da Öcalan posterleri bilboardlara asıldı. 10 yıl demiyorum 2 yıl önce bu olmuş olsaydı, infial olurdu. 

“TARAFTAR SAYISINI YENİ GELEN NESİL ETKİLİYOR”

Taraftarlık araştırmanız vardı… “428 bin Galatasaraylı dönüp Fenerli oldu” sözünüzü köşesine taşıyan Rauf Tamer” Sayın Adil Gür, şunu iyi biliniz ki, insanlar iş değiştirebilir, eş değiştirebilir, ev değiştirebilir, vatan değiştirebilir, hattâ dinini ve milliyetini değiştirebilir ama tuttuğu kulübü asla..” diyerek size seslenmişti. İnsanların kararlılıklarını bozmadıkları noktalar var mı?

Oradaki ifade bana ait değil, 428 bin Galatasaraylı Fenerli oldu demek mümkün değil. Araştırmayı yaptığım gazetenin yaptığı hesaplar onlar. Rauf Tamer’e katılıyorum. Sabah insanlar aynanın karşısına geçtiğinde “Dün Galatasaraylıydım, bugün Fenerliyim” demezler. Yorum farkı var. 2 yıl önce yaptığımız araştırmada Fenerbahçelilerin oranı 25 çıkmış, Galatasaraylıların oranı 27 çıkmış, 2 yıl sonra yaptığınızda Fenerbahçeliler 24 çıkmış, Galatasaraylılar 28 çıkmış, aradaki farkı Galatasaraylılar fenerli oldu diye izah etmek doğru değil. Yeni gelen, yeni takım tutmaya başlayan gençler Galatasaraylı oldu da oran o nedenle azaldı, yoksa insanlar fikir değiştirdiği için değil. 

Kadına Yönelik şiddeti araştırdığınız çok geniş çaplı bir çalışmanız da olmuştu. İnsanların kırmızı noktaları neler, Türk halkı en çok hangi konuda ser verip sır vermiyor?

Bu ülkede toplumun örf adet ve geleneklerinden gelen tabuları var. Cinsellikle ilgili, aile içi şiddet ile ilgili. Bunları konuşmak kolay değil. 

 

hulyaokur@haberx.com/ @hlya_okur