5 yılda akciğer kanserine yönelik önemli tedaviler geliştirildi!
Akciğer kanseri, 20. yüzyılın başlarında nadir görülen bir hastalık iken, sigara içme alışkanlığındaki artışa paralel olarak sıklığı giderek artmış ve dünyada en sık görülen kanser türü haline geldi.
Türkiye’de ve dünyada en fazla ölüme neden olan kanser türünün akciğer kanseri olduğunu belirten Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap son beş yılda kaydedilen gelişmelerin umut verici olduğunu vurguladı. Kişiye özel tedavilerle çok daha az yan etkiyle çok daha etkili sonuçlar alınabildiğinin altını çizen Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap, sigara tüketiminin akciğer kanserinin en büyük nedenlerinden biri olduğunu söyledi.
Tıbbi Onkoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap, ülkemizde kanser sıklığı ve kansere bağlı ölümlerin dünyadaki artışa paralel ve benzer oranlarda olduğunu belirterek, bunun olası sebeplerini şöyle özetledi: ”Dünya Sağlık Örgütü'ne göre kanserde görülen bu artışın üç temel sebebi, yaşlı nüfusta meydana gelen artış, tütün kullanımı ve obezitedir. Ülkemizde bunların yanı sıra, kanser kayıtlarının daha iyi yapılmaya başlamasıyla, daha önce bilinmeyen vakaların kayda alınması da kanser istatistiklerindeki artışın bir diğer sebebidir.”
Türkiye’de ve dünyada en fazla ölüme neden olan kanser türü akciğer kanseri
Akciğer kanserinin hem Türkiye’de, hem dünyada erkekler arasında en sık görülen kanser olduğunu belirten Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap, akciğer kanserine dair şu istatistiki verileri sundu: “Akciğer kanseri erkeklerde en sık görülen kanser türleri arasında genelde birinci sırada ancak, gelişmiş ülkelerde prostat kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanser. 2015 verilerine göre erkeklerde en sık görülen kanser türü ve tüm kanser vakaları arasında yüzde 14’lük bir kısmı akciğer kanseri oluşturuyor. Ölüme sebebiyet verme açısından bakıldığında ise, ölümle sonuçlanan kanser vakaları arasında birinci sırada akciğer kanseri geliyor. Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı 2012 verilerine göre akciğer kanserinin Türkiye’deki görülme oranı yaklaşık 100.000 kişide 60 ile en sık görülen kanser özelliğini taşıyor.”
Son beş yılda akciğer kanseri tedavisinde çığır açan gelişmeler yaşandı
Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap son beş yılda akciğer kanserinin tedavisinde kaydedilen gelişmeleri şöyle özetledi: “Akciğer kanseri tedavisinde, özellikle küçük hücreli dışı akciğer kanseri tedavisinde, son beş yıl içerisinde çok ciddi ilerlemeler kaydedildi. Bundan beş yıl öncesine kadar akciğer kanserlerini küçük hücreli ve küçük hücreli olmayan olarak kabaca iki, küçük hücreli olmayan akciğer kanserlerini de skuamöz ve non-skuamöz olarak ikiye ayırıyorduk. Daha sonra non-skuamöz kanser türleri içerisinde yer alan adenokanser alt tipinin de çok farklı hastalık gruplarından oluştuğunu öğrendik. Yani aynı ismi taşıyan hastalıkların oluş biçimleri, klinik seyirleri ve tedaviler açısından farklı özellikler gösterdiğini öğrendik. Bazı moleküler belirteçlerin klinisyene açtığı yol sayesinde farklı tedavi ajanları keşfedilmeye başladı. Yani artık her hastaya aynı tedaviyi değil, bazı seçilmiş hasta gruplarına özel tedaviler, özellikle akıllı ilaç olarak bilinen hedefe yönelik tedaviler uygulamaya başladık. Ayrıca son bir yıl içerisinde özellikle monoklonal antikor olarak üretilen bazı ilaçların hastaya verilmesinden sonra, kişinin kanserle savaşma özelliğine sahip kendi hücrelerini harekete geçerek kanserle mücadele etmeye başladığını gördük. Harekete geçen bu hücrelerin kanser hücreleri ile doğrudan savaşarak onları yok edip, çok daha az yan etkiyle, çok daha iyi sonuçlar verebildiğini gördük. Şu anda bu ilaçlar da yavaş yavaş hastaların hizmetine sunulmaya başladı. Bunların yanı sıra PD1 ve PDL1 antikorlarının, özellikle akciğer kanserinin her iki tipinde, skuamöz hücreli adenokanser tiplerinde son bir yıl içerisinde çok etkin oldukları kanıtlandı. Bunların yan etkileri kemoterapiden farklı olarak oldukça düşük ve yönetilebilir yan etkiler. Bu da hastaya ve hekime tedavi konusunda çok sayıda avantaj sağlayabiliyor. Yakın dönemde de bu ilaçların tüm dünyada kullanıma girmesini bekliyoruz. Bu ilaçlar artık tedavi kılavuzlarında yer almaya başladı ve bazı hastalar için FDA tarafından onaylandı, ancak şu anda çok pahalı ilaçlar. Yakında ülkemizde de kullanılabilecek duruma gelmesini bekliyoruz.”
Kanser tedavisinde umut veren yöntem: Kişiye özel tedavi
Özellikle akciğer adenokanser alt tiplerindeki mutasyon türlerinin incelenerek, hastadaki mevcut mutasyona özel tedavilerin uygulanmasının umut vadeden bir açılım olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap, şunları söyledi: “Hastada bulunan moleküler belirteçlerin sonucuna göre hastaya uygun tedavi verebiliyoruz. Örneğin EGFR mutasyonu özellikle sigara içmeyen kadın ve Asya kökenli ırklarda hastaların yüzde 30-40’ında görülebiliyor. Ancak bu mutasyona sigara içenlerde de rastlanabiliyor. Bu mutasyona özel ilaçlarla tedavi uyguladığımızda daha az yan etkiyle daha iyi sonuçlar alabiliyoruz. Yine son 5 yıl içerisinde tüm adenokanserlerin yaklaşık yüzde 4’ünde ALK-EML4 gibi moleküler belirteçlerin de bulunabildiği ortaya çıktı. Bunlar daha çok sigara içmemiş, genç erkek hastalarda görüldüğünü biliyoruz. Tüm adenokanserlerin %4’ünde görülen ALK pozitifliği görülme sıklığı, sigara içmemiş, genç erkek hastalarda yüzde 30’lara kadar çıkabiliyor. Bu hastalara özel geliştirilen bir ilaçla, kemoterapiden iki kat daha etkili ve çok daha düşük yan etkili tedavi sağlanabiliyor. Bu ilaçların temel sorunlarından bir tanesi, bir süre sonra bu ilaçlara karşı direnç gelişiyor olması. Bu ciddi bir sorun yaratıyor. Ancak ALK pozitif hastalarda bu dirence rağmen beklentilerimizin üzerinde, ikinci basamak tedavi seçenekleri ile dahi yüzde 70’lere varan yanıt elde edilebiliyor.”
Özellikle adenokanserli hastalarda mutasyon türü mutlaka tespit edilmeli
Mutasyonların varlığının tedavi yaklaşımını doğrudan değiştirebildiğine dikkat çeken Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap, şöyle konuştu: “EGFR veya ALK mutasyonu tespit edilen hastalarda hekimin hedefe yönelik tedavi uygulama şansı ortaya çıkıyor. Bu durum hekim için daha iyi bir tedavi kullanma şansı yaratırken, hastalar için daha az yan etki ile daha uzun etki gibi birçok fayda sağlanabiliyor. O nedenle mutasyonların saptanması çok önemli. Türkiye’de birçok merkezde bu belirteçlere bakılmadığı için hastalar ulaşım zorluğu nedeniyle farklı merkezlere gönderiliyor ve ancak belirli bir süre sonra mutasyon rapor edilebiliyor. Bu durum hasta ve hekimi zor durumda bırakabileceği için bazen tercih edilmiyor. Ancak sonuçları dikkate alındığında, hekimlerin hastayı bu tür belirteçlerin en kısa sürede tespit edilmesi için gerekeni yapmaya ikna etmesi gerekli. Özelikle sigara içmeyen adenokanserli hastalarda, daha doğrusu klinik olarak pozitif geleceğini düşündükleri adenokanserli hastalarda mutlaka mutasyonların belirlenmesi için hastaların uygun merkezlere yönlendirilmesi oldukça önemli. Mutasyon saptama olasılığının hiç sigara içmeyenlerde ya da yakın zamanda bırakanlarda yüksek, aktif sigara içenlerde ise daha düşük olduğunu görüyoruz. Hedef tedaviler için uygun hastaların bu konuda yönlendirilmesi için hekimlere büyük görev düşüyor. Hekimlerin bu konuda hastaları yönlendirmesi gerekiyor.
Tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık yüzde 90’ı sigara kaynaklı
Özellikle skuamöz ve küçük hücreli akciğer kanserlerinin neredeyse yüzde 100’e yakın bir kısmının sigarayla ilişkili olduğunu belirten Doç. Dr. Saadettin Kılıçkap, akciğer kanseri ve sigara arasındaki ilişkiyi şöyle özetledi: “Akciğer kanserlerinin nedenleri arasında tütün kullanımı dışında, pasif içicilik yani bir başkasının içtiği sigaradan etkilenme, hava kirliliği, radon gazı, ağır metal ve bazı kimyasallara maruziyeti sayabiliriz. Ancak en önemli etken tütün kullanımı. Bu nedenle mutlaka tütün kullanımının sınırlandırılması lazım. Son dönemde ülkemizdeki tütün kullanımı ile ilgili düzenlemelerin etkilerini yavaş yavaş görmeye başlayacağımız bir döneme giriyoruz. Bu yasaklar bizde 10 yıldır uygulanıyor ve bir kanserin azaldığını söylemek için en az 10-15 yılın geçmiş olması gerekiyor, ancak Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı’nın son raporunda tütün kullanımında bir azalma ile birlikte tütün nedenli kanserlerde de bir azalma olabildiğine dair ışık alıyoruz. Literatürdeki veriler bu konuda oldukça yol gösterici aslında: sigara içimiyle doğrudan ilişkili tümörler, eğer sigara bırakılırsa rahatlıkla engellenebilir. Ayrıca, eğer ki hasta kanser tanısı aldıktan sonra sigara içmeye devam ediyorsa, bu hastaların tedavi sonuçları daha kötü. O nedenle kanser tanısı almış hastalarda en önemli basamaklardan birisi de sigara içiminin durdurulması. Amerika örneğinde 1985 civarı 100.000’de 100 olan kanser oranı, 25-30 sene içinde, 2015 kanser verilerine göre 100.000’de 70’e düşmüş. Şu anda Türkiye’de bu oran 100.000’de 60. Tütün ürünlerine dair düzenlemenin bu oranı daha da azaltmasını bekliyoruz.